Hüseyin Kalkan
Yeni bir yıla girerken Gazete Duvar yazarı ekonomist Bahadır Özgür ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk. Özgür, önümüzdeki dönemde krizin toplumsal sonuçlarına daha çok tanık olacağımızı söylüyor. Türkiye’nin sürdürdüğü askeri operasyonların bir sermaye grubu yarattığını belirten Bahadır Özgür, bu nedenlerle dış politikada sürekli militarist girişimlere tanıklık edeceğimizi söylüyor, Libya’ya asker gönderme tartışmalarını da bu kapsamda değerlendirmek gerektiğini ekliyor. Özgür’ün sorularımıza verdiği yanıtları şöyle:
Türkiye’de yaşanan ekonomik krizi yaratan etmenler sizce nelerdir?
Hep söylendiği gibi, Türkiye ekonomisinin karakteristik özelliği dış finansmana bağlı olmasıdır. AKP döneminde bu daha da arttı. Borçlu olan sadece şirketler ve devlet değil, vatandaş da bankalara borçlu. Kurlardaki oynaklık, faizlerdeki değişkenlik, dış piyasalarda, uluslararası ilişkilerde her türlü gerilim ve dalgalanma Türkiye’yi çok sert bir şekilde etkiliyor. Bütün bunlar aslında krizin nedenleri. Zaten ekonominin yapısal sorunları da vardı. Yalnız bu krizin farkını birçok iktisatçı vurguluyor. Bizim 1994 ve 2001’de yaşadığımız krizlerden bir farkı bulunuyor. En önemli şey bir kere borçlanma düzeyi çok yüksek. Özel sektör çok borçlu. İkincisi vatandaş da çok borçlu. Üstelik bu yıl bütçede gördük ki devlet de çok borçlu. Aşırı derecede iç borçlanmaya gidecek. Hatta bazı projeleri yapabilmek için varlık fonu üzerinden hazineyi kullanarak borçlanmaya başlandı bile. Bütün bunları hesaba kattığımızda borçlanma sarmalı içine girildiği görülüyor. Borç sarmalından çıkmak birkaç göstergedeki iyileşme ile mümkün değil. Bu borcu ödemeniz için yeni borç bulunması lazım. Bu borçların çoğu dövizle olduğu için, döviz kazandıracak işlere ihtiyacınız var. Yani ihracat, turizm veya döviz getirecek yatırımlar yapmanız lazım. Bunlar yok. 2018’de yoktu, 2019’da da daha ağırlaştı. 2020’de bu sürecin devam edeceği görülüyor.
Bence en önemli şey, biz artık krizin toplumsal boyutuna geçmiş olduk. Genç işsizlikte yüzde 24, 1 milyon 200 bin üniversite mezunu işsiz, 4 yıldan beri işsiz kalanların sayısı çok büyük oranlarda. Ki bu en tehlikelisi. Gelir dağılımındaki aşırı bozulma, yoksullaşma çok hızlandı, işte 2.324 TL olarak ilan edildi asgari ücret, çalışan nüfusun yüzde 43’ünü kapsıyor. Asgari ücretin bin lira üzerinde çalışanları da eklediğiniz zaman, nüfusun yüzde 80’ini buluyor. Bu, krizin toplumsal boyutunu gösteriyor. Dolayısıyla biz 2020’de ve daha sonrasında krizin toplumsal veçheleri ile yüzleşeceğiz. İnşaat sektöründe kısmı düzelmeler, faizi indirip tüketimi arttırmalar, bu sorunu çözecek hamleler değil.
Ev alma kredisinin faizini düşürdüler. TOKİ yüz bin yeni sosyal konut projesini başlattı. Bunlar ne kadar çözüm olur?
Bunlar kısmen ekonomide canlanmaya yol açar. Ama bunlar ekonomik büyümeyi sağlayacak şeyler değil. Eskiden inşaat canlandığı zaman, istihdam olanağı da artıyordu. Enflasyon bu düzeyde değildi. Mal ve hizmetlere bu kadar zam yapılmıyordu. Hâlâ vatandaşın kredi çekme kapasitesi bulunuyordu. Ama o borçlar henüz ödenmediği için yeniden kredi çekip ekonomiyi canlandırması pek mümkün görünmüyor. Faizleri düşürerek, konut satışlarını arttırabilirsiniz ama, konut stokuna baktığınız zaman çok ciddi bir erime yok. Yoksul, orta alt kesimler hatta orta sınıfın tekrar konut alabilecek düzeye gelmeleri için ücretlerinde bir artış olması gerekir. Ama açıklanan asgari ücret gösteriyor ki bir düzelme yok.
Türkiye’nin sürekli içinde bulunduğu savaş atmosferi ekonomiyi nasıl etkiliyor?
Savaşın bir kaynak yuttuğunu, ülkenin kaynaklarını yutan sürekli bir sorun olduğunu zaten kendileri de söylüyor. Özellikle Kürt illerinde sürdürülen askeri operasyonlar, sadece ekonominin değil, toplumdaki pek çok sorunun nedeni. Bir zamanla zorla göç ettirmeler, onların kentte karşılaştığı sorunlar, yaratılan kamplaşmalar. Sürekli savaş durumunu yarattığı sorunlar. İktidar, Suriye’ye üç kere ciddi askeri operasyon düzenledi. Şimdi, Libya için benzer bir hamleye girişiyor. Savaş konsepti daha da genişlemiş durumda. Ülkenin içinde süren Kürt savaşı uluslararası bir hal almış durumda ve operasyonlar genişledi. Dolayısıyla savaşa ayrılan kaynaklar daha da büyüdü. Ayrıca savaş konseptini sürekli diri tutmaya çalışan bir iktidar var, çünkü buradan bir kamplaşma yaratabiliyor kendi meşruiyetini tahkim etmeye çalışıyor. Zaten başkanlık rejimi milliyetçi-muhafazakâr bir öze oturtulduğu için sürekli bir sıcak savaş konseptini ayakta tutmak zorunda. Ayakta tutmanın en önemli aracı bildiğiniz gibi askeri harcamalardır. Türkiye’de özellikle Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar üzerinde bir askeri sanayi yükseliyor. Zırhlı araç üretimi yine bir yandaş şirket üzerinde yükseliyor. İşte yerli silah sanayi diye devlet buraya çok ciddi bir kaynak aktarıyor. Bütçede biz savunma sanayisine ayrılan payı görüyoruz, ama bunlar fonlarla karşılandığı için bütçede ayrılan payın çok çok üzerinde ayrılan miktarların bu askeri üretime, askeri sanayiye aktarıldığını biliyoruz.
Türkiye’de askeri sanayinin büyüklüğü ne kadar?
İktidar, zaten ekonomide pek çok alanda çarklar durduğu için askeri kompleks üzerinde bir ekonomik canlanma sağlamaya çalışıyor. Yani şöyle düşünün, bu düzeydeki bir ordunun ihtiyaçlarını, ekmeğinden üniformasına, üniformasından silahına kadar devasa bir sektörden söz ediyoruz. Ve tamamı iktidarın denetiminde olan veya ona yakın olan özel şirketlerce karşılanıyor. Askeri operasyonların etrafına örülmüş bir askeri endüstriyel kompleks söz konusu artık Türkiye’de. Eskiden farkı bu. 2010’lardan sonra böyle bir askeri kompleks yükselmesi var. İşte kendi İHA’sını, SİHA’sını yapan bir Türkiye var. Bunları kullanıyor. kendi mermisini yapıyor, kendi tüfeğini üretiyor. Bütün bunlar ekonomi demek, para demek. Kaynak demek. Bir de ithal ettikleri var. İşte S400 harcaması yapılıyor, F35’e kaynak ayrılıyor. Bunları da kattığınız zaman Türkiye’de askeri sanayi ekonominin büyük bölümünü oluşturmaya başladı. Bu ekonominin dönebilmesi için de çok eskiden bilinen bir şeydir, bir askeri sanayi varsa bunun dönmesi için bunun ileriye gitmesi için bir savaş çıkarmanız gerekir, bir savaşın içinde olmanız lazım sürekli. Yani birbirini besleyen bir şey haline geldi. Eskiden şöyleydi: Toplum içindeki kamplaşmayı, milliyetçiliği yükseltmek için savaş bir manivela olarak kullanılıyordu. Şimdi ise bu bir endüstriye dönüştüğü için ikili bir işlev üstlenmeye başladı. Askeri sanayi, hem toplumdaki kutuplaşmayı, milliyetçi dalgayı yükseltmek için bir dinamik, ama aynı zamanda ekonomide bir kaynak sağlayan, yatırım yapılan bir alan. En azından bu iktidarın bundan vazgeçmesi neredeyse imkânsız artık. Dolayısı ile biz sürekli olarak askeri operasyonlara tanık olacağız. Nerede yapıldığı, neden yapıldığı ayrı bir tartışma konusu ama sırf bu yüzden bu askeri malzemenin harcanması lazım ki yeniden yenisi üretilebilsin.
Silah sanayindeki isimlerin iktidara yakın olması da bu söylediğinizi destekleyen bir argüman değil mi?
Zaten Albayrak grubunun akrabalık ilişkileri malum, oraya verilen teşvikler malum. Bir fabrikası özel endüstri bölgesi ilan edildi. Cumhuriyet tarihinde olmuş bir şey değil bu. Bir kişinin bir fabrikası özel endüstri bölgesi ilan ediliyor. Özel endüstri bölgesi demek her türlü sigorta teşvikinden, kredi teşvikinden yararlanması demek. ARGE desteği alması demek, devletin kaynaklarından neredeyse sınırsız bir şekilde yararlanması demek. Burası özel olarak beslenen bir alan. Ethem Sancak’ın BMC’si var. Katarlarla ortak. Zırhlı araçları o üretiyor. Bunlar hem ülke içinde hem ülke dışında zaten kullanılan araçlar. Çok yoğun miktarda alım yapılıyor. Türkiye’de son 10 yılda çok büyük askeri yatırım yapılıyor. Batı ile kıyasladığımız zaman onlarla boy ölçüşemeyebilir, ama kendi bölgesi açısından ciddi bir yatırım ve ciddi bir kaynak aktarımı dikkati çekiyor. Şunu net olarak söylemek lazım: Türkiye’de askeri sanayi etrafına pek çok KOBİ’yi de toplamış durumda. Sadece ASELSAN, BMC, Bayraktar grubu olarak düşünmeyelim, çünkü bunların alt taşeronları Konya’ya, Kayseri’ye yayılan parça üreten bir sanayi var.
Silah sanayine bu kadar yatırım yapmanın halka, Türkiye’ye bir yararı var mı?
Silah sanayine yatırım insanların refahını arttıran bir şey değildir. Bu dünyada da böyledir. Silah sanayine yatırım yaptıysanız bunu mutlaka bir savaşta harcamanız gerek. Savaşın kendisi zaten yoksullaştırıcı, kamplaştırıcı, ayrımcılaştırıcı bir etkiye sahip. Toplum refahını yükselten bir şey değil. Askeri sanayinin hiçbir zaman refaha katkı sunan bir yönü olmaz. Ayrıca şunu da unutmamak lazım; Amerika, Almanya Rusya ürettikleri silahı dünyaya sattıkları zaman bir gelir elde ediyorlar. Türkiye, bunu kendi ordusu için harcıyor. Dolayısı ile öyle bir geliri de yok. Kaynaklar sürekli bir savaşa gitmiş oluyor. Savaş sürekli bir kaynağı yutmuş oluyor. Toplum için herhangi bir yararı yok. Aksine toplum yararına harcanacak kaynaklar bazılarının cebine gidiyor.
Türkiye dış politikasındaki militarist yöneliş böyle bir sanayinin kurulmaya başlanmasına mı bağlı?
Özellikle Kürt illerindeki askeri operasyonlarla başlayan ondan sonra Suriye’ye sıçrayan savaş konsepti aynı zamanda içeride devasa bir ekonomi oluşturuyor. Bir askerî sanayi oluşturuyor. Bu askerî sanayi siyasetle çok içli dışlı. Vietnam Savaşı, Lockheed Martin’i yaratmıştır, işte meşhur helikopterleri yapan firmayı yaratmıştır. İkinci Dünya Savaşı ise Reno’yu yaratmıştır. Tank motoru yaparak başlamıştı Reno. Bizde de Kürtlere yönelik savaş bir askeri sanayi yarattı. Bayraktar’ı yarattı. Bu İHA’ları SİHA’ları daha önce üretip satmıyordu. O bölgedeki operasyonlar ne kadar yoğunlaşırsa o kadar çok üretiyor, dolayısıyla kendi bir sermaye grubu yarattı savaş.
Son soru, 2020’de ekonomide neler yaşanacak sence?
Herkesin üzerinde birleştiği şey işsizlik giderek kalıcılaşmış durumda, istihdamı yaratacak herhangi bir yatırım yapılmıyor. Yatırım yapılsa bile mevcut işsizliği eritmek için uzun yıllar gerekiyor. İkincisi yoksullaşma çok yoğun, yılın ikinci yarısında tanık olduğuz pek çok trajik intihar vakaları bunun göstergesi. Üstelik gördüklerimiz sadece haber olanlar. Bunlar gösteriyor ki toplumun bir kesimi normal yaşam şartlarını sürdüremeyecek düzeye gelmiş halde. Artık krizi 2020 yılında ve daha sonrasında faiz kur üzerinde izlemeyeceğiz, izlememek lazım. Doğru bir tablo vermez bize. Faturanın yıkıldığı kesimlerin nasıl bir yaşam sürdüğü üzerinde izlemek lazım. Şu anki veriler, Cumhuriyet tarihinde rastlanmamış düzeyde işsizliğin, yoksullaşmanın arttığını gösteriyor. Gelir dağılımındaki adaletsizlik 2020’ye ve sonrasına damga vuracak bence.
‘Kanala bir kazma vuracak’
Bahadır Özgür, Kanal İstanbul ile ilgili sorularımızı da yanıtladı.
Kanal İstanbul’un öne çıkan yönü Montrö’yü delmek mi, yoksa rantı bölüşmek mi?
Biliyorsunuz Kanal İstanbul ilk kez 2011 yılında gündeme geldi. O zaman Kanal İstanbul’u Türkiye’yi 2023’e taşıyacak mega projelerin en büyüğü olarak lanse edilmişti. Montrö gündeme gelse bile, proje buradan tartışılmadı. Bugün tartışılmasının nedenleri var. Birincisi geçtiğimiz yıl yaşadığımız seçim süreci gösterdi ki iktidar eski sandık desteğine, eski meşruiyetine sahip değil. Nüfusun yüzde 60’ının yaşadığı illerde muhalefet büyük başarı gösterdi. Başkanlık sistemi girdiği ilk seçimi iki kere kaybetmiş oldu. Biri 31 Martı 2019’du, ikincisi de 23 Haziran 2019’du. Yani bu defa kanal İstanbul, iktidarın elinin güçlü olduğunda değil, zayıf olduğu bir dönemde gündeme geldi.
Şimdi proje çok büyük olduğu için ve bir kriz yılına denk geldiği için, bunun diğer altyapı projeleri gibi bitip bitmeyeceği tartışmalı. Çünkü çok büyük bir finansman gerektiriyor. Bahsettiğiniz gibi zaten 2015’ten itibaren bir çok arazi satılmış Katarlılara. Zaten kanal İstanbul’un ÇED raporunun içine baktığımız zaman gelir kalemi olarak kanaldan geçecek gemiler değil, çevredeki arazinin satışında elde edilecek gelirden söz ediliyor. Dolayısı ile projeyi yapanlar bunu bir inşaat ve rant projesi olarak görmüşler. Erdoğan yap-işlet-devret modeli ile yapacağız, kimse yapmasa kendimiz yapacağız, diyor. Erdoğan, eğer bir finans kaynağı bulursa bu projeyi başlatır. Ama biter mi onu bilemeyiz. Mutlaka oraya bir ihale yapacağını, bir kazma vuracağını düşünüyorum.