Önce hazine ve maliye bakanıyla cumhurbaşkanı yardımcısı Arabistan çöllerine düşerek kaynak arayışı için ön çalışma yaptılar. Sonra Erdoğan Suriye’den çıkmayacaklarını açıklayarak savaş ve sarayın finansmanı adına ön çalışması yapılmış kaynak protokolleri için yollara düştü. Başta silah, enerji ve inşaat alanlarında ülkeyi pazarlamak ve karşılığında kirli kredi bulmak için gerçekleşecek olan bu seyahat savaşın ve çarpık düzenin sürdürülmesi adına iktidarın ülkeyi sürüklediği yeri göstermesi açısından oldukça dramatik.
Seçimi kazanmak uğruna yaratılmış olan finansal kâbus torba yasa ve ek bütçe ile halkın sırtına çok büyük yeni maliyetler yükledi. Zamlar, vergi artışları ve iç borçlanma adımları bir yandan enflasyonu tırmandırıp halkın satın alma gücünü hızla aşağıya çekerken, diğer taraftan halkın geçim kaynakları adaletsiz vergi artışlarıyla adeta gasp edilmekte, emekçiler ve yoksullar katlanılması zor koşullara iktidar eliyle itilmektedir. Yapılan ücret zamları fiyat artışlarını yakalayamadığı gibi artan fiyatlar arayı çok daha hızlı açmaktadır. Tüm bu acımasız politikalara rağmen sıkı para politikası ile istikrar sağlamayı, tarihte eşi görülmemiş bir krizin sürekli büyüdüğünün ve devasa bir kara delik oluşturduğunu izliyoruz.
Ekonomik kriz ve bağrında büyüdüğü siyasi kriz bu denli içinden çıkılamaz bir hal alınca, dış kaynak bulma aciliyeti kendisini bir kez daha gösterdi. Önce İsveç’in NATO’ya girme konusu, değişmeyen mülteci kozu ve Şimşek’in bakan yapılarak batıya göz kırpma ve kredibilitenin artırılma çabaları gündeme geldi. Bu nafile çabalar karşılık bulamayınca yeniden BAE, Katar ve Suudi Arabistan’a ‘asset’leri satmak için yola düşüldü. Asset dedikleri de ülkenin iktisadi kurumlarını satacaklar ama Erdoğan çok iyi İngilizcesiyle halkı aldatmaya devam ediyor! İşin özü Arap sermayesine özelleştirme dediğimiz yöntemle satış yapılması. Diğer taraftan doğa düşmanı enerji projelerinin pazarlanması, arazi satışları, askeri sınai yatırımlar da söz konusu. Batan geminin malları anlayışıyla elinde avucunda ne varsa satma peşinde olan Erdoğan yine gününü kurtarma peşinde.
Erdoğan iktidarı ve ortakları Suriye’den çekilmeden, savaşı körükleyerek, Kürt düşmanlığı temelinde ırkçılığı diri tutarak, şiddeti yaygınlaştırmayı sürdürerek, ekonomideki yıkımı parasal oyunlarla örtüleyerek aynı zamanda yerel seçimlere kadar zaman kazanma peşinde. Bu zamanın bir bedeli var ve bunu finanse etmek adına her yol mubah anlayışıyla her türlü kaynağa hızla ulaşma derdinde. Bu vahim tabloda iktidarın ısrar etmesinin nedeni artık bir siyasal tercih olarak okunamaz. Bu bir tükenmişlik sendromu…
Erdoğan ve tayfası yaratmış olduğu büyük çöküşün içinde tükenirken olmayacak bir şey oldu ve seçimi kazandı. Seçim sonuçları muhalefetin hatalar zinciriyle açıklanabileceği gibi rejimin Kürt meselesindeki çözümsüzlük ısrarı da önemli bir belirleyicilik taşıyor. Bu meselenin çözümsüz kalması adına yaratılan ekonomik maliyet o denli büyük boyutlara ulaşmış durumda ki, yıllık 30 milyar doları aşan militarist bir yük birikimli olarak devam ediyor. Diğer taraftan sarayın ve çevresinin saadeti için yapılan harcamalar, müteahhit ordusunun doyumsuzluğu, yatırım projelerinin yolsuzluk projelerine dönüşmüş olması ve bu hikayenin tam 20 yıldır sürdürülmesinin sonuçları artık vahim bir tabloyu karşımıza çıkarıyor.
Bu vahim tablo içinde debelenen iktidar daha fazla emek sömürüsü ve daha fazla ülkeyi pazarlayarak yola devam etme peşinde. Son yapılan zamlar ve vergi artışları emeğin daha fazla sömürülmesi adına atılan adımlar olurken, son seyahat halkın varlıklarının Arap sermayesine satılması amacını taşıyor. Bu gidişatın kendiliğinden sonlanmasını bekleyen, ekonomik krize bel bağlayıp oturan muhalefet artık harekete geçmek zorunda. Böylesi koşullarda girilen bir seçimi yitirmek gibi ‘başarı’ öyküsüne sahip muhalefetin hala gerekli dersi çıkaramamış olması tükenmişlik sendromunun iktidardan muhalefete sirayet ettiğini gösteriyor.
Başka bir muhalefetin zamanı geldi, geçiyor. Radikal bir değişim için tüm toplumsal muhalefeti harekete geçirebilen, sömürüye ve sömürgeciliğe karşı çıkan, emek ve demokrasi mücadelesiyle halkların kendi kaderini tayin edebileceği özgürlük mücadelesini buluşturan bir muhalefet anlayışına ihtiyacımız var. Şimdi bu muhalefeti Üçüncü Yol stratejisi ve Radikal Demokrasi mücadelesi zemininde örgütleme zamanıdır. Bu örgütlülüğün toplumun geniş kesimleriyle buluşabilmesi için de tüm bu sürecin mağdurlarını, yoksulları, kadınları, emekçileri harekete geçirebilecek demokratik eylemliliğin de zamanı gelmiştir.