İstiklal Caddesi’ne yapılan bombalı saldırı provokasyonunun ardından savaş siyaseti yine başköşeye oturdu. Kobani kent merkezi, Rojava’nın birçok yerleşim alanı uçak ve topçu saldırısıyla ağır hasarlar alıyor. Can kayıplarının yanında, yaklaşık beş milyon insanın yaşadığı şehirlerin enerji hatları, yol ve tarım alanları zarar görüyor. Tüm bunlar olurken İstiklal tertibini sorgulayanlar, “savaşa hayır” diyenler “gayrı milli unsurlar-hainler” olarak yaftalanıyor. Saray Rejimi, savaş siyasetine itiraz edilmesine tahammül edemediği gibi, yeterince coşkulu tezahürat yapmayanları “terör yandaşı” olmakla itham ediyor. Savaşa itiraz eden sol ve sosyalistler, teorisyen görünümlü istihbari unsurlar tarafından “sahte sol-emperyalizmin uşaklığı” vb. tersyüz edilmiş kavramlarla etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor.
Savaş ve Kürt sorunu ekseninde sol düşünce tarihsel bir ikilem üzerinden yine yol ayrımında. 1789 Fransız parlamentosunun sağında oturan monarşi yanlıları ile sol tarafında oturan sosyal adalet savunucuları üzerinden ortaya çıkan sağ-sol kavramları siyasi koordinatları tanımlamak için hala geçerliliğini koruyan sözcükler. Marx-Engels’in öncülük ettiği bilimsel sosyalizm fikri ve bu fikri devrimle taçlandıran 1917 Ekim Devrimi, sol kavramının yerine sosyalizm kavramını koydu. Sol-sosyalizm kavramının ortaya çıkışından bugüne dünya, iki tane dünya savaşıyla alt-üst oldu ve bu savaşlar sosyalist siyasette de büyük tahribatlar yarattı. Sosyalist siyasetin ilk büyük ayrışması, emperyal devletlerin dünyayı yeniden paylaşmak üzere başlattığı I. Dünya Savaşı’na karşı alınan tutum farklılığıyla ortaya çıktı. II. Enternasyonal’e bağlı partilerin savaşta kendi burjuva devletlerinin yanında olma tavrı sosyalist fikre milliyetçilik lekesini düşürdü. “Dünyanın bütün işçileri birleşiniz” sloganını unutarak kendi devletlerinin askeri ve yoldaşlarının katili olmayı seçtiler. Rusya’da ise Bolşevikler savaşa karşı aktif barış mücadelesi vererek, “hain, ajan” suçlamalarına aldırmadan sınıf kardeşlerine silah doğrultmayı reddettiler.
1.Dünya Savaşı’ndan bugüne sol-sosyalist siyasetlerin her savaş patlak verdiğinde kendi burjuvazisinin askeri olma tuzağından kurtulmaması, Lenin’in deyimiyle “II. Enternasyonal ihaneti” güncel siyasette hala çok etkili. Savaşa karşı alınan tutum aynı zamanda egemenlerle araya konulan mesafeyi belirliyor. Dünya üzerinde birçok sol örgüt savaş ve ezilen ulus meselesinde enternasyonalist bir tavır geliştiremediği için yozlaşıp yok oldu. Türkiye’de de, Kürt sorunu ve savaşa karşı ilkesel bir tavır geliştiremeyen sol siyasetlerin ya da bireysel olarak solcuların devletin yedeğine düştüğünü, lafta solcu, pratikte küçük burjuva milliyetçi çizgide patinaj yaptıklarına da halen şahitlik ediyoruz. Hızını alamayıp Saray’a kapaklananları, Saray’a kapaklanmasa bile sol literatürü ezilen ulus aleyhine kullanan cambazları şaşırarak izliyoruz.
Saray Rejimi, İstiklal Caddesi tertibi üzerinden toplumun her kesimini kendi arkasında toplanmaya çağırıyor. Saray Rejimi ırkçı grupları “İntikam zamanı” diyerek coştururken, solculara “milli sol” olmayı öğütleyip apoletli sol yaratmayı hedefliyor. Bir taraftan NATO’nun en büyük ikinci ordusu olmakla övünüp, diğer taraftan apoletli “solcular” aracılığıyla antiemperyalist olduğu yalanını yayma gayretinde. IŞİD’e karşı destansı bir direniş sergileyen Kobani halkının üzerine düşen füzeleri “terörle mücadele” olarak lanse ediyor ve “solcuların” yüzünü Saray’a, sırtını Kürt halkına dönmesini bekliyor ve dayatıyor.
Sol-sosyalist arasındaki bütün fikir ayrılıkları bir yana, solcu olmak evrensel hakikati, sınırsız, sınıfsız bir dünyayı savunmayı gerektirir. Emeği savunurken ezilen halklara sırt dönmemek, insan haklarını, özgürlükleri, ekolojiyi savunmak, kadın-erkek eşitliği için ilkesel duruş sergilemek sol fikriyatın tarihsel birikiminin bir zorunluluğu. “Taş atmak istemeyen kayaya sarılır” veciz sözüne uygun olarak özgürlük mücadelelerini “kimlikçi siyaset” ile suçlayanlar, ezilen ulus mücadelesinden “sınıfsal olmadığı” için uzak durmak gerektiğini iddia edenlerin evrensel sol değerlerden hızla uzaklaşarak “nasyonal-sol” bataklığına, tam da Saray’ın davet ettiği “yerli-milli sol” olma yolunda ilerlediklerini görüyoruz.
Saray’ın savaşı genişledikçe siyaset alanında kimin nerede durduğu netleşecek. “Savaşa Hayır” diyerek barış mücadelesi verenler, susmayı tercih edenler ve Saray’ın rejiminin etkisi altına girenleri savaş turnuSOLu açığa çıkaracak.