“Savaşa gitmemiz buyruldu / “toprak için aslanlar gibi dövüşün” diyerek / toprak için! ama kimin toprağı? söylenmedi bu / – derebeyinin toprağı olsa gerek! savaşa gitmemiz buyruldu / “özgürlük adına” diyerek / özgürlük adına! ama kimin özgürlüğü? söylenmedi bu / halkın özgürlüğü olmasa gerek!”
Yukarıdaki dizeler Ukrayna’nın Hubivka köyünde doğan, Ekim devriminin daha çok propaganda şairi olarak görülen fakat aynı zamanda usta bir hiciv şairi olan Kızıl Bayrak ve Lenin nişanı sahibi, Lenin ile özel bir dostluğu olan, siyasi hicivleri nedeniyle Stalin’in gazabına uğramış Demyan Bedny’ye ait. Sovyet ordusunun İkinci Dünya Savaşı’nda faşizm karşısındaki büyük direnişini destekleyen şiirlerinin ardından itibarı iade edilir. Fakat Bedny’nin akılda kalan dizeleri direnişi destekleyen şiirlerinden çok savaş karşıtı şiirlerine aittir. Emperyal emellerin hizmetine koşulan, savaş ağalarının cebi dolsun diye ölmeye, öldürmeye yollanan gencecik insanların sesi olur dizeleri. Toprağını, özgürlüğünü ve ekmeğini savunmak dışındaki tüm savaşların cinayet olduğunu savunur. Savaş ağalarının kabarmış kâr iştahları için giriştikleri, yeni silahlarını test etmek için başlattıkları yeni bir savaşın ve kanlı kıyımın orta yeri bu kez Avrupa uygarlığının kıyısındaki topraklar olan Ukrayna olunca, savaşa dair bir yazı yazarken Ukraynalı şair Demyan Bedny’yi anmadan geçmek, onun dizeleriyle bu savaşa itirazı dillendirmemek olmazdı.
Savaşın, istilanın, işgal ve yıkımın gerçekleştiği yerin Ortadoğu ya da Afrika dışında bir ülkede hele hele bir Avrupa ülkesinde yaşanıyor olması garip bir his uyandırıyor insanda. Füze isabet eden bir apartman dairesinden yükselen dumanlar, sokaklarda yerde yatan cenazeler, feryat figan kaçışan siviller, sınır boyuna yığılmış aç, susuz, yorgun, korkmuş kaygılı gözlerle bakan kadınlar ve çocuklara ait görüntüler Ortadoğu’ya ait olmayınca insana inandırıcı gelmiyor. İnsanda bir film sahnesi izliyormuş hissi uyandırıyor. O kadar kanıksamışız ki yıllar yılı savaş, ölüm ve yıkımın Ortadoğu’ya ait olmasına, uygar dünyanın kıyılarında cereyan edince bu hadise, gerçeklik algımız dumura uğramaktan alıkoyamıyor kendini. Hele savaşı estetize etmek uğruna sarışın, renkli gözlü Rus ve Ukraynalı kadın askerlerin resimlerinin boy boy medyada yer alması büsbütün gerçeklik algısının yitmesine ve bunun bir savaş filmi yahut savaş oyunu olduğu algısına kapılmamıza yol açıyor.
Sonra savaş yoluyla yol alınan mesafe miktarınca paylaşımlar üzerinde bir müzakere yürütülecek, kârlar paylaşılacak, hasıl olunan murat gerçekleşecek ve evlerine dönecek ordular. Yeni bir savaşa kadar her yer sütliman olacak. Oysa savaşın yıkıcı gerçeğini ömrünün sonuna kadar koynunda taşıyacak ve her savaşın mutlak kaybedeni olan yoksulların açlık ve yoksulluk ağrısına bir de ölüm acısı eklenecek. Bertol Brecht’in dediği gibi “Dost düşman bütün insanlar sustu. Yalnızca analar ağladı dünyanın iki ucunda” olacak. Muktedirleri daha da muktedir, zenginleri daha da zengin kılarken yoksulları daha da yoksul, yüreklerini daha da acılı kılan çarkın adıdır savaş.
Çekilen bütün acılara bigane, bir futbol takımı taraftarlığı yapılır gibi savaşan taraflardan birinin tutulduğu, yıkım ve katliam üzerinden kâr zarar hesaplarının yapıldığı televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından ne ahlaki ne de vicdani bir hasletin zerresini barındırmayan yorum, açıklama ve paylaşımların üzerimize boca edildiği koşullarda gerçekten ruh ve akıl sağlığını korumak imkansız hale geliyor. Her türlü milliyetçi histerinin, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin ve ahlaksızlığın bu savaş vesilesiyle ortaya döküldüğüne de bir başka yönüyle tanıklık ediyoruz bir yandan. Sınırlara yığılmış acılı ağrılı Ukraynalı kadınların fotoğraflarını paylaşıp “Suriyeliler yerine ülkemize bu sarışın mavi gözlü kadınlar gelsin” diye paylaşım ve yorumlarda bulunan, “bu savaştan bizim de payımıza sarışın mavi gözlü bir kadın pay olarak düşer mi” diye heveslenenlerin çokluğu, bu ülkede çürümenin vardığı boyutun bir başka işareti.