Kürt gazeteciler Mazlum Doğan Güler, Ramazan Geciken, Abdurrahman Öncü, İbrahim Koyuncu, Lezgin Akdeniz, Suat Doğuhan, Remziye Temel, Zeynel Abidin Bulut, Serdar Altan, Ömer Çelik, Neşe Toprak, Mehmet Ali Ertaş, Mehmet Şahin, Elif Üngür, Aziz Oruç, Safiye Alagaş 16 Haziran günü tutuklandılar. Daha bu tutuklamanın tartışması sürerken, bu defa 25 Ekim günü 11 Kürt gazeteci daha gözaltına alındı ve 29 Ekim günü Diren Yurtsever, Berivan Altan, Deniz Nazlım, Selman Güzelyüz, Hakan Yalçın, Ceylan Şahinli, Emrullah Acar, Habibe Eren, Öznur Değer çıkarıldıkları mahkemece ‘örgüt üyesi’ oldukları gerekçesiyle tutuklandılar. Bu haliyle son beş ayda 25 özgür basın çalışanı tutuklanmış oldu.
Adı geçen gazetecileri muhalif medya okuyucuları, izleyicileri yakından tanıyor. Kâh yaptıkları haberler ile kâh programlar ile kendilerini tanıtmış durumdalar. Bu yanıyla farklı bir şey demeye ihtiyaç yok gibi. Fakat neden hedef yapıldıkları, şüphesiz, tartışma konusu ve tekrar tekrar yorumlanmayı gerektiriyor. Açık ki, özgür basının bu nadide üyeleri herhangi bir kriminal faaliyet dolayısıyla tutuklanmadılar. Eğer öyle olsaydı, iktidar medyası şimdiye yeri göğü inletir, deyim yerindeyse çarşaf çarşaf yayınlar yapardı. Bu kişilerin nasıl suçlar işlediğini, nelere karıştıklarını bire bin katarak anlatır, hitap ettiği kesimde bir algı oluştururdu. Dikkat edilirse bunlar yapılmadı, yapılamadı. Çünkü böyle bir durum yoktu.
Peki, ne yapıldı? İktidar güdümündeki medyanın daha savcılardan ses çıkmadan aktardığına göre, bu gazeteciler ‘halkı kin ve nefrete sevk edecek’ yayınlarla suç işlemişler. Resmi ya da gayrı resmi artık çok da bir anlamı olmayan açıklamaların çerçevesi bu. Güya, hakikatin sesi olan bu güzide insanlar- gazeteciler böyle bir suç işlemiş. İddia bu.
Kuşkusuz, mevcut iddia gerçek ise, gazeteciler bu ‘suçu’ yaptıkları haberler, yazdıkları yazılar, söyledikleri sözler ile işlemişler. Başka türlü bir icraatları yok çünkü. Tabi ki, her bir gazetecinin tek tek hangi haberi yaptığını, bunun ne anlama geldiğini, iktidar için, devlet için nasıl bir tehdit oluşturduğunu inceleme şansımız yok. Bu konuda ilgililere önemli bir tez konusu oluşturacak malzemenin biriktiği açık. Burada esas olarak iktidar medyasının öne çıkardığı temel bir hususa mercek tutmak sanırız meseleyi anlamak için yeterli olacak.
Havuz medyasına göre tutuklanan gazeteciler ‘ülkede savaş var’ deyip, ‘taraflardan’ söz ediyorlarmış. Bu tarz ‘yalan-yanlış’ haberlerle ‘milli birlik ve beraberliğe’ tehdit oluşturuyorlarmış. Temel argümanları bu. Gazeteciler bunu nasıl yapmış? İktidar medyasının aktardığına göre, en güçlü delil ‘Amed’den savaş uçakları kalktı’ diyerek. İnanılması zor ama uzun uzun anlattıkları hikâye bu.
Pekâlâ, böyle bir gerçeklik var mı, Amed’den savaş uçakları kalkmıyor da, bu gazeteciler gerçek dışı bir iddiada mı bulunmuş? Hiç şüphesiz hayır. Amed’de yaşayanlar, Amed’e kazara da olsa bir defa uğrayanlar için bu haber herhangi bir tartışmaya yer bırakmayacak biçimde, doğru ve gerçek bir haber oluyor. Şehirden kalkan ve inen savaş uçaklarının burada yaşayan bir yurttaşın gündelik yaşamına nasıl etki ettiğini, herhalde en iyi Amedliler anlatabilir. İkna olmayanlar buna da başvurabilir. Diğer tüm hususlar bir yana sadece bu uçakların yarattığı gürültü kirliliği bile tek başına isyan gerekçesi. Şüphesiz, Amed’in tam ortasında böylesi bir askeri havaalanının kurulmuş olması ve hala yerinin değiştirilmiyor oluşunun farklı amaçları var. Bunlar ayrı bir değerlendirme konusu. Fakat herhangi bir Amedli için adeta günlük işkenceye dönüşen bu olayın haberi yapıldı diye ‘gazeteciler suç işledi’ demek bile yalnız başına devletin Kürt politikasını özetler nitelikte.
Yani Kürdün dağını, taşını gece gündüz bombalayacaksın, herhangi bir canlı ayrımı yapmadan tam bir doğa kırımı, kültür kırımına yöneleceksin, Kürde her düzeyde savaş açacaksın fakat bunu dile getirene de sen suç işledin diyeceksin. Hem de öyle farklı bir gerekçe falan da bulmaya çalışmadan. Neden savaştan söz ettin diyerek! Açık ki, bu kadar da pişkinlik bu iktidar için dahi fazla.
Elbette, bu ülkede savaş var. Hem de çok ağır bir savaş var. Bu savaşın da diğer savaşlarda olduğu gibi tarafları var. Bunun gizlisi saklısı yok. Bu nedenle, Amed’de oturan bir gazeteciye neden savaştan söz ettin denilemez. Bunu demek abesle iştigal. Hiç kuşku yok ki, savaş var ve gazetecinin de görevi bu savaşı duyurmak, yansıtmak.
Ha! Savaş yok diyorsanız, o halde Amed’den neden sabah akşam bu uçakların inip kalktığına bir cevap vermeniz gerekmez mi? Ülkenin cumhurbaşkanı değil miydi bir merminin fiyatı üzerinden halka ayar vermeye kalkışan? Bu kadar ‘israf’ fazla değil mi?
Hiç kuşku yok ki, sadece bu örnek bile AKP-MHP yönetiminin tam bir yalan iktidarı kurmak istediğini gösteriyor. Niyet budur. Amaç gazeteciler şahsında tüm topluma okkalı bir gözdağı vermektir. Fakat yeterince bilinmeyen, bilinse dahi tekrar hatırlatılması gereken bir gerçek var.
Tutuklanan her bir gazetecinin de ifade ettiği üzere, bu gelenek Mazlum Doğan’dan, Apê Musa’dan, Gurbetelli Ersöz’den feyz alan ve gitgide büyüyerek bugünlere gelen hakikat savaşçılarının geleneği. Bu gelenek dün baş eğmedi, bugün de baş eğmez.