Öcalan’ın barışa dair sunduğu çözüm önerileri, savaşın ve şiddetin girdabından çıkış için önemli bir fırsat sunarken, bu sesin kısılması, Ortadoğu’da barışın inşasını da imkânsız hale getiriyor.
Engin Barin
Ortadoğu’da yine savaşın dehşet dolu manzaralarına tanıklık ediyoruz. Füzeler ile yapılan şovlar, canlı yayınlarda havai fişek gösterisiymiş gibi sunuluyor. Misillemeler, “misliyle” karşılık verildiği iddiasıyla savaşı daha da büyütüyor. Yıkılan şehirler, katledilen insanlar, bombalanan evler siyasi analizlerin içinde adeta bir detaya, birer sayıya dönüşüyor. Büyük devlet olduğu iddiasındaki devletler, suikast silahlarıyla adeta kiralık birer katil gibi şehir şehir dolaşıyorlar. Balistik füzelerin menzilleri konuşuluyor, o menzilin içindeki yaşamlar, umutlar ve gelecekler yok sayılıyor. Ne yazık ki savaş, siyasi ve ekonomik çıkarlar uğruna yürütülen bir güç mücadelesi haline geldiğinde, insan hayatı sadece bir istatistik olarak değerlendiriliyor.
Bütün bu vahşetin içinde militarizmin normalleştirildiğini görmek mümkün. İktidar medyası, savaşları bir tür “gösteri” olarak sunuyor; sanki bir spor müsabakasıymış gibi, hangi tarafın daha güçlü, hangi silahın daha etkili olduğunu tartışıyor. İsrail’in bombalamaları, İran’ın füzeleri film sahneleriymiş gibi her açıdan gösterildi ama Ortadoğu’da barışın imkanı üzerine iki laf edilmedi.
Örneğin özellikle son on yılda Türkiye’nin bu anlamda bir toplumsal çürüme yaşadığı görünüyor. Türkiye’de savaşın faşizm getirdiği seviye ise kendini en çok dijital medyada, Kürde dair ne varsa altına üşüşen faşist sürülerinin “sarı torba” tehditleri ile gösteriyor. Eski içişleri bakanının icadı olan ve faşist trol ağının diline doladığı “sarı torba” sözü hem toplumsal barışın yeniden inşası için bir engel hem de faşizmin söylemi olarak deşifre edilmesi gereken bir gösterge olarak karşımızda.
Bütün bunlar sadece savaşı değil, aynı zamanda savaşa duyulan ilgiyi de körüklüyor. Halbuki bu çatışmaların gerçek yüzü, harap olmuş yaşamlar, parçalanmış aileler ve derinleşen acılardır. Savaşın beslendiği bu düzen, sadece savaşın taraflarını değil, tüm insanlığı da bir uçuruma sürüklüyor.
Savaşa karşı durmak tecride karşı durmayı gerektirir
Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit ise, bu savaş düzeninin başka bir boyutunu gözler önüne seriyor. Bir halkın liderine uygulanan bu ağır izolasyon, barışın inşasının önündeki en büyük engellerden biri olarak duruyor. Tecrit, sadece bir bireyin değil, bir halkın iradesini susturmak için kullanılan bir araçtır. Öcalan’ın barışa dair sunduğu çözüm önerileri, savaşın ve şiddetin girdabından çıkış için önemli bir fırsat sunarken, bu sesin kısılması, Ortadoğu’da barışın inşasını da imkânsız hale getiriyor.
Oysa barışın inşasını, ancak halka dayatılan bu rejimlerin savaşlarını reddederek mümkün kılabiliriz. Barış, güç gösterilerinden değil, diyalog ve adaletten doğar. Öcalan’ın yıllardır dile getirdiği demokratik çözüm önerileri, Ortadoğu’daki sorunların çözümü için kilit rol oynamaktadır. Öcalan, demokratik ulus paradigması ile Ortadoğu’daki bu kronik savaş haline karşı etnik ve dini grupların barış içinde bir arada yaşayabileceği bir toplum düzenini savunuyor. Ancak bu önerilerin hayata geçmesi, tecridin kaldırılması ve diyalog yollarının açılmasıyla mümkündür.
Savaşın her geçen gün daha da derinleştirdiği acılar, bizlere halklara karşı yürütülen bu savaşları reddetmenin ne kadar elzem olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Barış, askeri liderlere yapılan suikastlar ile değil ya da balistik füzelerin gölgesinde hiç değil; barış ancak ve ancak adaletin ve özgürlüğün ışığında yeşerir.
Tüm bu gerçekler bağlamında, barışı inşa etmenin ve katliamlara karşı durmanın en somut adımlarından biri, bir araya gelerek sesimizi yükseltmektir. 13 Ekim’de Amed’de gerçekleşecek Özgürlük Mitingi, savaşa karşı barışın, tecritlere karşı özgürlüğün sesini duyurmak için önemli bir fırsattır. Halkların özgürlüğü, barış ve adalet mücadelesiyle mümkündür. Gelin, 13 Ekim’de bir araya gelerek bu sesi daha güçlü kılalım ve tecridin kalkması, barışın inşası için hep beraber haykıralım…