Kapitalizm büyüme noktasında içine girdiği kriz nedeniyle birçok ülkede ‘faşizm’ eğilimlerinin ortaya çıkması tesadüf değil. Romanya, Macaristan ve Polonya gibi bazı Avrupa ülkelerinde mevcut iktidarların baskıcı bir diktatörlük oluşturduğu görülebiliyor. Fransa’da Le Pen’in yükselişi, Almanya’da nazi partisinin ciddi bir güç haline gelmesi ve diğer ülkelerde benzer gelişmelerin yaşanıyor olması da bir tesadüf değil, aynen Trump’ın iktidara getirilmesinin bir tesadüf olmadığı gibi. 2013 yılında yapılan Davos zirvesinde ‘dayanıklı dinamizm’ vurgusu yapılmıştı. Bu vurgu ise ‘hem sınırsızca kapitalist yağma ve büyüme sürecek hem de bunun karşısında hiçbir güç kafasını kaldıramayacak’ üzerine kurulu bir yaklaşımdı.
Küresel anlamda kapitalizm yeni bir biçime soyunuyor. Bu biçimin açık faşizm olacağı ise epey süredir görünüyor. Davos’ta toplanan küresel sermayenin ana teması olan ‘Dayanıklı dinamizm’e örnek olarak Türkiye’den Erdoğan hükumeti gösterilmişti. Davos’ta dayanıklı dinamizmi şöyle açıklıyorlardı, ‘Gelecekte bazı sarsıntıların olacağını beklemek ya da tahmin etmek yerine daha iyi bir gelecek için bazı risklerin alınmasının gerektiği ve bu risklere rağmen cesur adımlar atılmasının zorunluluğu’ vurgulanırken, Avrupa’da yaşanan ekonomi politikaları ve uygulamalarıyla ortaya konan kemer sıkma tedbirlerine karşı ‘halkın öfke duyması’ gibi yaşadıkları sorunlar risk olarak değerlendiriyorlardı.
Davos’ta, büyük sistemik ve kaotik risklere karşı küresel ve ulusal direnç nasıl artırılabilir başlığı üzerinden birçok kararlar aldılar. “Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da siyasi ve ekonomik dönüşümü doğru idare etmek, korumacı politikaların ve kamulaştırma hamlelerinin, bölgesel ekonomik entegrasyon ve Asya, Afrika ile Amerika’da çok taraflı ekonomik işbirliğinin zedelenmesini engellemek ve kritik önemdeki doğal kaynak arzına istikrarlı ve makul bir maliyetle erişebilmek” olarak belirledikleri amaçlarını gerçekleştirmenin yolu olarak ‘dayanıklılığı’ temel aldılar ve buna uygun politikalar ürettiler.
En önemli risklerin ve korkuların başında, ‘Doğal kaynak arzına ısrarlı ve makul maliyetle’ erişememek bulunuyordu. Bu korku onları daha ‘korumacı’ yaparken korudukları tek şey ise kapitalist üretim süreçlerinde sınırsızca ihtiyaç duydukları doğal kaynaklardı. Halkların mücadeleyle kazandığı ve günümüzde güdük hale gelmiş bazı demokratik hakların dahi sürdürülemez hale gelen kapitalizme artık fazla geliyor. Tüm hakları kısıtlamak veya yok etmek, kapitalizmin sürdürülebilmesi için önemli bir eşik olarak görülmeye başlandı. Fransa’da Sarı Yelekliler eylemlerine Mrina Le Pen’in başkanı olduğu ‘Ulusal Cephe’ gibi faşist yapıların boy göstermeleri seçimlerde oy toplama gayretinden çok iktidara hazırlandıklarının bir işaretidir.
Kapitalistler birlikte aldıkları kararları uygularken kendi aralarında da yeni güç dengeleri üzerinden bir paylaşım savaşına girdikleri ve bu savaşın her geçen gün daha da büyüyeceği anlaşılıyor. 2. Paylaşım savaşını ortaya çıkaran en önemli olgu o dönem kapitalist dünyanın yüzde 2,5’lik bir büyümeye takıldığı ve giderek bu oranın düşüyor olmasıydı. Bugün de kapitalist dünya ortalama yüzde 2 gibi bir büyümeye çapa atmış durumda. Bu durumu aşmak amacıyla 2 yönlü bir hedefte ilerliyorlar. Bu hedeflerden biri emek ve doğa sömürüsünün sınırsız hale getirilmesi iken bir diğeri ise güçler ekseninde yeni bir dünya paylaşım hedefleridir. Türkiye sermayesi ve iktidarının da yaşanan bu süreçte kendine pay kapma peşinde olduğu görülüyor. Mevcut iktidar bu amaçla ‘savunma sanayisini’ devlet destekleri ile büyütmeye çabalarken savaş naraları da bu toplantılarda yüksek sesle nidalanmakta. Bugün Suriye’de emperyalist kapitalist ülkeler arasında üstü örtük bir savaş yaşandığı açık. Hakim olmak istedikleri coğrafyanın hem enerji kaynak alanı olması ve aynı zamanda Dicle-Fırat havzasının bir su havzası olması onlar için çok önemli. Bölgeyi kendi çıkarları için esir almaya çabalarlarken, emperyal hedef içinde hareket eden Türkiye gibi ülkeler ise bu süreçlerden pay almak istiyorlar.
Afrin halkının sahibi olduğu zeytin bahçelerinde yetişen zeytinler Türkiye’ye taşınmıştı. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin gelen bir soruya verdiği cevap yaşanan sürecin özeti gibiydi, “Afrin’de biz gelirlerin bir şekilde bize geçmesini istiyoruz.” Türkiye ciddi bir ekonomik krizin altında bocalıyor. iktidar ‘milliyetçi’ duyguları kabartıp bu krizi örtmeye çabalarken diğer yandan emperyal hedefini de hayata geçirme çabasında olduğu görülüyor. HSD’nin hakim olduğu bölgeye dönük harekat kararını, ‘Türk Savunma Sanayii Zirvesi’nde belirtmesi ise dikkat çekiciydi.