Ertuğrul Kürkçü
Kremlin, Erdoğan’ın, 13. Büyükelçiler Konferansı’ndaki “Güney sınırımız boyunca 30 kilometre derinliğinde güvenli bir hat kurma kararımız bakidir” restini gördü. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, önceki gün, “baki olan bizim Suriye’yle ittifakımızdır,” demeye getirdi: “Rusya için kuzey Suriye’deki askeri faaliyetler kabul edilemez.”
Lavrov’un “kabul edilemez” dediği “faaliyetler” ile Kürt nüfusun SDG kontrolündeki özerk yönetim bölgelerinden uzaklaştırılması için TSK’nin Bayraktar SİHA’ları, obüsler ve topçu atışlarıyla sivil yerleşimleri vurması ve çocuk ve kadınların katledilmesini kastettiğine itibar etmek güç. Çünkü, Erdoğan ve Putin’in Soçi’de vardıkları mutabakat “Suriye’de tüm terör örgütlerine karşı mücadelede dayanışma ve eş güdüm içinde hareket etme kararlılı[ğını]” kapsıyordu ve Rusya hava sahası bütün bu dönem boyunca hep açık kaldı.
ABD merkezli Newlines Strateji ve Politika Enstitüsü İnsani Güvenlik Birimi Başkan Yardımcısı Nicholas Heras, Türkiye’nin Kuzeydoğu Suriye’deki “özerk yönetim” alanlarına yönelik SİHA ve topçu saldırılarına dayalı “yıpratma” stratejisinin “ABD ve Rusya tarafından tolere edil[diğine]” dikkat çekiyor.
Yorumcu, bunun Kremlin ve Beyaz Saray için “Ankara’nın PKK’ye yönelik hedeflerine ulaşmak için kuzeydoğu Suriye’de daha geniş bir askeri işgale başvurması gerektiği yönündeki argümanını zayıflatmanın bir yolu,” olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Ankara [da], bir şekilde Rusya’yı bir işgal gerçekleştirmesine izin vermeye ikna edene kadar bu SİHA kampanyasını en iyi seçenek olarak görüyor.”
Lavrov’u kaygılandıran daha çok TSK’nin bir kara harekâtı için Suriye-Türkiye sınır hattı boyunda artan güç sevkiyatı, Rusya kontrolündeki hava sahasını delen hava saldırılarıyla Şam yönetimine bağlı güçlere verdirilen kayıplardı.
Lavrov üstelik Moskova’daki demecinde, “Suriye’nin ülkenin kuzeyinde terörist bir varlığını tanıdığını” söylemekten de geri durmadı. Böylece esasen Putin’in Erdoğan’a Soçi’de çizdiği sınırları hatırlatmaktan başka bir şey yapmıyordu: “Önemli olan nokta, bir çeşit yeni askeri faaliyeti önlemek ve Suriye-Türkiye ilişkilerinde halihazırda var olan siyasi ilkelere dayanan diplomatik kanallar yoluyla anlaşmaya varmak.”
Doğrusu, Erdoğan ve Çavuşoğlu, bu “kanallar”ın varlığını ve bu yoldan Rusya aracılığıyla temaslar yürütüldüğünü inkâr bir yana, git gide daha açık telaffuz ediyorlar. Erdoğan “XIII. Büyükelçiler Konferansı”nda “[…] şu anda bizim istihbarat örgütümüz Suriye istihbaratıyla zaten bu konuları yürütüyor ama bütün mesele netice almak” diyordu. “Eğer istihbaratımız, Suriye istihbaratıyla bu çalışmayı yürütürken, buna rağmen hala orada terör örgütleri fellik fellik at oynatıyorsa bu konuda bize destek vermeniz gerekiyor diyoruz. Bu konuda da mutabakatımız var.”
Lavrov’un demeci Erdoğan’ın “mutabakat”a yönelik bu heveskâr tercümesinin bir nevi tashih edilmesi anlamına geliyor. Rusya Dışişleri Bakanı, yetkinin Şam’da olduğunu, “[rejim] bölgeyi yeniden tamamen kontrol altına aldıktan sonra kendi toprak bütünlüğünün sorumluluğunu üstlenmeye hazır olduğunu” söyledi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun önceki gün Lavrov’un konuşmasının haber kanallarına düşmesinin hemen ardından bulduğu ilk canlı yayına çıkarak yaptığı alelacele açıklamalara bakınca, Kremlin’in Erdoğan’ın “restini görmesi”nin Ankara’da epeyce telaşa vesile olduğunu söylemek mümkün.
Çavuşoğlu sureti haktan görünmeye çalışarak, “Rejimin de artık görmesi lazım, savaşarak, çatışarak ülke bölünecek,” dedi; Şam’la “diyalog için şartları olmadığını” söyledi. Kendi “diyalog” çerçevelerini çizdi: “Ülkenin teröristlerden temizlenmesi lazım. Bizim sınır güvenliğimiz son derece önemli. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi bütünlüğü son derece önemli. İnsanların güvenli bir şekilde ülkeye geri dönebilmesi aynı şekilde önemli.”
Bu gelişmeler, Erdoğan’ın Mayıs’tan bu yana sürdürdüğü “Suriye’ye sefer edelim” bahsinin şimdilik kapanmak üzere olduğunu gösteriyor. Doğrusu, “Hacıyatmaz diyalektiği” kapsamında bunun rejim için asla bir zül sayılmayacağını söyleyebiliriz. Bilindiği gibi, Erdoğan’ın tarzı siyaseti “hiçbir kuvvetle karşılaşmadığı sürece dik durmak” üzerinedir. “Bir kuvvetle karşılaştığındaysa onun bastırdığı yöne kaykılır ve kuvvet ortadan kalktığında tam tersi istikamete savrulur.”
Ne var ki, Kremlin’in Ankara’ya “dur durduğun yerde” demesi Rojava ve Türkiye demokratik muhalefeti için derin bir nefes anlamına da gelmiyor. Gerçi SİHA kampanyaları bir başka ABD’li uzman Ryan Bohl’un dediği gibi “[…] bir isyana veya yerleşik bir rakibe karşı stratejik oyun değiştiriciler değiller. Rakipleri aşağılamaya ve caydırmaya yardımcı olabilir, fakat onları yenemezler […] Ancak, taktik açıdan bakıldığında, bu SİHAlar, Türkiye’nin büyük bir askeri tırmanışa veya uluslararası krize neden olmadan daha yüksek riskli saldırılar gerçekleştirmesine izin veriyor; gizli bir savaşı çok daha kolay hale getiriyorlar.”
Görüldüğü gibi, mevcut güç dengesinde ABD ve Rusya’nın, Kürtleri SİHA’larla vurmasının önünü açarak Ankara’yı Suriye’den uzak tutma taktiği Erdoğan’ın seçimleri bir savaş sahnesinde kazanma hesabını zayıflatsa da ne Kuzeydoğu Suriye’de Kürtlerin özyönetim pratiğine, ne de Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de çözüm ve demokratik barış siyasetine güç veriyor, Kürdistan’ı daimi olarak kanayan bir yarayla baş başa bırakıyor.
Oysa, demokratik muhalefetin, Ankara, Şam, Moskova ve Washington’un gündeminde olmayanı toplumun gündemine taşıması ve gitgide hızlanan iktidar değişikliği sürecine bir büyük Demokratik Barış stratejisiyle girmesi pekâlâ mümkün. Bu atılım, üstelik iki restorasyon projesinde de çözümsüz bırakılan Kürtlerin kendi geleceğini belirlemesi hakkının meşru bir hak olarak kabulünün önünü açacak biricik imkanıdır da.