Yusuf Gürsucu
Son günlerde sanatçıların konserleri yasaklanmaya başlandı. Bu yasaklama bir valinin veya belediye başkanının kendi inisiyatifi ile karar verip uyguladığı bir şey olamaz, bu kararın sarayda belirlenmiş olması büyük ihtimal. Toplumun iki kesimine yönelik bir tutum gerginleştirerek ortaya konuyor. Kürt sanatçılar ve genellikle muhalif veya olmayan Türk sanatçılara yönelik uygulamaya konan konser yasaklamaları AKP’nin ve MHP’nin tabanlarına seslenen özellik taşırken, amaçları eriyen potansiyellerini bu kutuplaşma üzerinden elde tutma gayreti olarak okunmalı.
Ancak bu okuma yetmez, çünkü Türkiye’nin Federe Kürdistan coğrafyasında yürüttüğü ‘operasyonlarda’ başarısız olmasının yavaş yavaş ortaya çıkması ve yeni hedef olarak Rojava’nın belirlenerek bir savaş programının hayata geçirilmeye çalışılması, toplumda yeni ayrışmaların ortaya çıkarılmaya çalışıldığına işaret ederken, böyle bir dönemde konser yasaklamaları anlamlı hale geliyor.
Suriye’ye yönelik MGK’da alındığı iddia edilen savaş kararının doğru olup olmadığını bilmiyoruz. Genellikle çok konuşan iktidar ona, buna, herkese parmak sallarken, kendisini güçlü gösterme çabasına giriyor. Dışa karşı ise ABD’nin bölgedeki dengelerini bozabilirim mesajlları verdiğini sanıyor. Bu mesajlardan birisi İsveç ve Finlandiya’nın savaş örgütü olan NATO’ya girmesini bazı şartlara bağlarken, hedefinde yine Kürtlerin olması dikkat çekiyor. Aynı politikanın diğer ucunda ise Rojava’ya saldırı planlarını konuşturarak, ABD ve AB’den bazı ödünleri kapma derdine düşüyor.
Savaş iktidarın koltuğa yapışmasını kısa bir süre sağlayabilir, fakat sonunu da çok çabuk getirir. Bu nedenle göstermelik bazı operasyonlar yapabilir ancak ilerlemesi ve ortaya koyduğu planları tek başına uygulaması neredeyse imkansız. Rojava’dan Türkiye coğrafyasına saldırılar düzenleniyor türünden içi boş iddiaları ise kimse ciddiye almıyor, çünkü böyle bir şey yok.
AKP’nin Kürt düşmanlığı üzerinden bölgede etkin olarak, enerji hatları üzerinde söz sahibi olma amacı, atılan tüm adımların merkezinde yer alıyor. İsrail’le yeniden sıcak ilişkiler kurulma girişimleri yapılırken, diğer yandan Mısır ile görüşebilmenin zemini hazırlanıyor. Bu ilişkileri kurarak Mısır ve İsrail’in kontrol ettiği doğal gaz ve petrol yolunun Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınma planlarının ağırlık kazanması için uğraşıyor, ancak arada Suriye var. Özellikle Kürtlerin kontrol ettiği coğrafyaya boru hatları için ihtiyaçları var.
ABD’nin sırtına binmediği eşeğe su bile vermeyeceğini iyi, kötü herkes bilir. ABD, Türkiye’nin Rojava’ya saldırma planlarına sessiz kalarak, AKP’nin elini rahatlatır gibi görünecektir. Ancak ABD’nin asıl hedefinin İran olduğu gerçeği atlanılmamalı. ABD’nin uzun süredir tezgahladığı Rusya Ukrayna savaşı Rusya’yı zayıflatmış ve Rusya’nın Suriye üzerindeki etkisini kırmış durumda. Rusya askeri güçlerini bölgeden çekerken, boşluğu İran yanlısı güçlerin doldurmaya başlamış olması ise dikkat çekici bir gelişme.
Varsayalım; Türkiye Kobani üzerinden Rojava’ya girdi! Bu giriş sadece AKP’nin değil Türkiye’nin büyük oranda kaybedeceğini ve giderek İran’la gerginlikler yaşanarak, büyük bir bölgesel savaşın fitilinin ateşlenebileceğini belirtmek gerekiyor. ABD’nin bölgede nasıl bir oyun tezgahladığını elbette bilemiyoruz ancak gelişmeler böyle bir sürece işaret ediyor.
Avrupa’nın İsrail ve Mısır’dan taşınacak doğalgaza en azından bir süre ihtiyacı yok ve umurunda bile olmadığını gösteren birçok gelişme zaten yaşanıyor. ABD kendi ülkesinden kaya gazını LNG tankerleriyle Avrupa’ya taşırken, ABD’li dev şirketlere büyük bir pazar yaratıyor. Bu süreçte kendisine yedeklediği Katar ise Yunanistan’a inşa edilen FSRU tesisiyle Avrupa’ya gaz basmaya hazırlanıyor. Erdoğan’ın Yunanistan Başbakanı’na yönelik düşmanca tutumunu bu bağlamda değerlendirmek gerektiğini de not edelim.
Avrupa’nın en güçlü kapitalist ülkesi Almanya ise, Rusya gazından vazgeçmesiyle birlikte ABD’nin programını uygulamaya koyarken, bir yandan savaş yatırımlarını arttırıp bir avuç şirketin yararı uğruna halkını yoksullaştırma adımları atıyor. Diğer yandan, deniz içi doğalgaz ve kaya gazı rezervleri açısından zengin olduğu belirtilen Senegal ile anlaşmalar yapıp bölgenin işbirlikçi şirketleriyle kol kola yeraltı kaynaklarına çökerek, gaz ihtiyacını bu yolla da geliştirmeye çabalıyor. Senegal’e çökme planlarını iktidar ortağı olan Yeşillerin ‘ricasıyla’ ‘yenilenebilir kaynak yatırımları’ anlaşmaları da yaparak süreci cilalıyor.
AKP ile kol kola giren Barzani ailesi ise Federe Kürdistan’ı ve Irak coğrafyasını yerle bir ederek elde edilmesi planlanan doğalgazı Avrupa’ya taşıma hayallerinin ise bir süreliğine askıya alındığı söylenebilir. Tüm bu planlar halkları yoksulluğa, doğal yaşamı yok oluşa sürüklerken, bizlerden ise bir avuç çıkar çevresinin ve şirketlerin yararına olan şeyi alkışlamamız bekleniyor.
“Yok doğalgaz bulduk, yok petrol bulduk, altın bulduk, şunu bulduk, bunu bulduk, artık zenginiz!” masalları ne halkları ne de doğal yaşamı ilgilendirmediği gibi, iddia ettikleri buluntuların tamamı sadece ve sadece bir avuç sermayedarın işine yarıyor. Buluntularla bizlerin hiçbir bağı ve ilgisi yok, ancak sonuçları bakımından süreci seyretmemiz halinde en büyük zararı halkların ve doğal yaşamın göreceği gerçeği canımızı yakıyor ve daha da yakacak.