ABD Başkanlık Seçimlerini Donald Trump’ın kazanmasının ertesi günü Almanya’da hükümet krizinin derinleşerek SPD-Yeşiller-FDP koalisyonunun dağılmasına yol açması, kimi yorumcular tarafından “Almanya’nın ABD vassallığı tescillendi” biçiminde değerlendirildi. Bu tespitte doğruluk payı olsa da Federal Hükümet’in dağılacağının sinyallerini bir yıl öncesinden görmek olanaklıydı. Geçen çarşamba günü Şansölye Scholz’un Maliye Bakanı Lindner’i görevden almasıyla erken seçim, Almanya’nın gündemine oturmuş oldu.
Aslına bakılırsa koalisyonun dağılmasının temel sebebi, 2008’den bu yana kabararak devam eden küresel mali ve iktisat krizine karşı geliştirilen ve birbirleriyle çelişen iki “çözüm konsepti”dir. Kriz, özellikle Almanya’da derinleşmiştir ve bu konjonktürel resesyon, bilhassa Alman ekonomisinin temel direği olan otomotiv sektörünü zora sokmuştur. Yıllık 564 milyar Euro’luk cirosu ve yaklaşık 800 bin çalışanıyla Alman otomotiv sektörünün tökezlemesi, Alman ekonomisini ağır hasta durumuna düşürmektedir.
Alman sermaye fraksiyonlarının hep daha fazla devlet sübvansiyonu talep etmeleri, sosyal güvenlik sistemlerinin erozyonunun devamı, 1945 sonrası görülmemiş bir silahlanma bütçesi, Ukrayna savaşının finansman zorlukları ve Alman ihracat mekanizmasının küresel rekabette geriye düşmesi, krizi derinleştiren faktörlerdir. Hükümet ortaklarından FDP, bu duruma sosyal ve iklim koruma bütçelerinde büyük kısıtlamalara gidilip, devasa sanayi teşvikleriyle anayasal “borç freni” uygulamasının korunmasını talep eden bir politika önermişti. Ancak son Eyalet Parlamentosu seçimlerinde ciddi oy kaybı yaşayan SPD ve Yeşiller, bunu kabul etmeyip, ekonominin desteklenmesi, sosyal giderlerin artırılması ve savaş bütçesinin yükseltilmesi için devletin daha fazla borçlanması gerektiğini savundular. Nitekim, birbirleriyle temelden çelişen bu iki konsept, koalisyonun dağılmasını sağlayan “son damla” oldu.
Scholz hükümeti tam anlamıyla bir savaş kabinesiydi. SPD, Yeşiller ve FDP, muhalif CDU/CSU ve ırkçı-faşist AfD partisinin dolaylı destekleriyle Alman devletinin gerici-militarist dönüşümünü, Ukrayna örneğinde olduğu gibi faşizmin rehabilitasyonunu ve bağımlı çalışanların haklarına yönelik büyük taarruzu tetikledi. Aşırı silahlanma ve iktisat savaşının masrafları halkın ezici çoğunluğunun sırtına yüklendi, demokratik ve sosyal kazanımlar daha da törpülenerek ırkçı-faşist hareketlerin güçlenmesine zemin hazırladı.
Scholz hükümetinin Rusya’ya karşı yürüttüğü iktisat savaşı, Avrupa’daki egemenlik mücadelesi, silahlanmaya ayırdığı devasa bütçe ve İsrail hükümetinin soykırım politikasına sunduğu önkoşulsuz yardımlar, Federal Parlamento’da ve yaygın burjuva medyasında büyük destek bulmuş ve çoğunluk toplumunun rızasını alabilmişti. Ancak asıl sorun, bu siyasetin finansmanı için gerekli olan savaş bütçesini oluşturmada çıktı. SPD-Yeşiller-FDP Koalisyonu, Alman emperyalizminin öngördüğü militarist-yayılmacı ajandanın finansmanında başarısız oldukları için dağıldı.
Yeni seçilen ABD Başkanı Trump’ın ilan ettiği yeni siyasi çizgi, şüphesiz Almanya’daki egemen politikanın karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümünü zorlaştıracaktır. Her halükârda, başta Almanya olmak üzere Avrupalı kapitalist devletler, önümüzdeki dönemde süregiden küresel krizin ve ABD’nin yeni dış politikasının getireceği yeni yüklerin altında daha da zora düşeceklerdir. Bu, Avrupa’nın öncü gücü Almanya’nın, daha doğru bir deyimle Alman tekelci burjuvazisinin saldırganlığını çok daha artıracağına, toplumsal rıza oluşturmak için her türlü gerici adımı atmaktan geri kalmayacağına işaret etmektedir.
Önümüzdeki haftalarda, Şansölye Scholz’un ne zaman güven oyu isteyeceğini göreceğiz. Güven oylaması sonucunda ise erken seçimlerin ne zaman yapılacağı belli olacak. Öyle ya da böyle gerçekleştirilecek olan erken seçimin, göçmen ve mülteci düşmanı ırkçı söylemlerin ön plana çıkacağı seçim kampanyalarıyla yürütüleceğini, çoğunluk toplumunun daha da sağa kayacağını şimdiden söylemek olanaklı. O açıdan, böylesine bir toplumsal atmosferde gerçekleştirilecek olan seçimler sonrasında hangi partinin başarılı olacağını öngörmeye çalışmak kanımızca gereksiz bir çaba olur. Ancak herhalükarda belli olan, büyük olasılıkla CDU/CSU’nun öncülüğünde kurulacak olan büyük bir koalisyonun sonuç itibariyle sadece savaş kabinesindeki bir görev değişikliği olacağıdır. Çünkü halihazırda CDU/CSU, SPD, Yeşiller ve FDP arasında biçimsel olmak dışında hiçbir fark kalmamıştır.