Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle gazetemize konuşan HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ve İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, barış çağrılarının daha güçlü dile getirilmesi gerektiğini dile getirdi.
Yadigar Aygün/ İstanbul
Ülke içinde ve ülke dışında ekonomik, diplomatik, politik, toplumsal krizler yaşayan iktidar, bu mevcut kriz halini savaş politikalarıyla, toplumda korku ve baskıyı hâkim kılarak aşmaya çalışıyor. İktidar dış politikada da gerilimi artırıyor. Kimi ülkelere askeri müdahalelerde bulunuyor. İnsan hakları örgütleri Türkiye’nin sadece Türkiye’de değil, müdahale ettiği ülkelerde de insan haklarını yoğunca ihlal ettiğini rapor ediyor. Bu müdahalelerde insan hakları ihlalleri Başka halkları, başka devletleri sırf kendi ekonomik çıkarı için o ülkelerin pazarlarını ekonomik ve politik işgal yöntemiyle askeri operasyonlar düzenleyip en büyük insan hakları ihlallerini işliyor. AKP hükümetinin Kuzey ve Doğu Suriye, Federe Kürdistan Bölgesi, Libya, Doğu Akdeniz’ de girişmiş olduğu askeri operasyonlar, Türkiye halklarına, toplumsal barışa, özgürlüklere, insan haklarına büyük zarar veriyor.
Hükümetin içerde ve dışarda savaş eksenli politika yürüttüğü şu günlerde barış ve demokrasi talebi de yükselmeye başladı. HDP’nin kampanyası, “101 Aksaçlı”nın ve ardından “404 Yurttaş”ın deklarasyonu barış ve demokrasi talebinin öne çıkmasında etkili oldu.
Biz de 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle hükümetin savaş politikalarını ve halkların barış özlemini HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ve İnsan Hakları Derneği Eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan’la konuştuk.
Türkiye’yi kurtaracak olan barıştır
HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Türkiye’nin 2020 yılında barışa susamış ve barış ihtiyacının ayyuka çıktığı bir dönemden geçtiğini belirtti. AKP’nin savaş politikalarını diğer ülkelere ve Türkiye’nin komşularına zarar verdiğini belirten Beştaş şunları söyledi: “Şu anda dünyada ve Türkiye’ de barışın ne kadar önemli bir değer olduğunu, insanlık açısından ne kadar gerekli olduğunu görülüyor. Fakat buna rağmen savaşların sürekli devam ettiği bir siyasal atmosferdeyiz. Kuzey Suriye, Libya, Doğu Akdeniz’de savaş var. Bazı ülkelerde gene iç savaş var. Belarus’un başkenti Minsk’te milyonlar ayakta. Demokrasiyi ve barışı bir arada düşünmemiz gerekiyor. Türkiye kendi iç barışını sağlayamadığı için komşularıyla, dünyayla kavga halinde. Suriye’den başlayarak Libya’ya Yunanistan’a varan bir savaş politikası yürütülüyor. 2015 yılından sonra bu merkezi olarak alınan bir karar. Günübirlik veya dönemsel politika olmasının ötesinde stratejik olarak savaş politikası yürütülüyor. Bu savaş politikası Türkiye yurttaşlarına, başta Kürt halkı olmak üzere bütün halka büyük acılar çektiriyor. Açıkçası sınır ötesinde olsun, içerde olsun Türkiye’nin evlatları can veriyor. Gençler can veriyor. Savaş politikası artık ‘şehitler’ üzerinden, ölümler üzerinden bir kutsama haline dönüştü. Hakikaten korkunç bir tablo ile karşı karşıyız. 40 yıldır aynı dil ve beka söylemlerinin hepsi büyük bir yalan. Savaşın bekayla Türkiye’nin geleceği ile bir ilgisi yok. Tam tersine Türkiye’nin bekasını kurtaracak olan barıştır. Bu coğrafyanın geleceğini aydınlatacak olan, Türkiye yurttaşlarına, demokrasiyi özgürlüğü getirecek olan barıştır” dedi.
AKP-MHP savaştan besleniyor
Ülkeyi yönetemeyen AKP’nin savaş politikalarına sarıldığına dikkat çeken Beştaş, AKP’nin savaşı kendi iktidarını sürdürmenin ve yandaş sermaye gruplarına rant alanı açmanın aracı olarak gördüklerinin altını çizdi. Türkiye halklarının savaş istemediğini vurgulayan Bektaş, barış taleplerinden vazgeçmeyeceğini belirtti. Savaş politikalarının halkta siyasi ve sosyal etkilerinin yanında ekonomik yıkımlara da neden olduğunu kaydeden Beştaş “Savaş politikası en önemli yıkım alanı şuanda insanların cebine, mutfakta ki tenceresine yansıyor. Bütün bir yaşamı kapsıyor savaş politikası. Açlıktan intihar eden gençlere cevap olarak mermi fiyatını söyleyen bir akılla karşı karşıyayız. Savaş politikasıyla da kalmıyor savaşın bedelini halka ödeten siyasi bir anlayış var” dedi.
Barıştan vazgeçmeyeceğiz’
HDP olarak barış talebinden bir saniye bile vazgeçmeyeceklerinin altını çizen Beştaş, şunları belirtti: “HDP olarak barış için bir saniye mücadele etmekten geri durmadık. Demokrasinin barıştan geçtiğine inanıyorum. Öncelikle bir barış iklimi yaratılması lazım. Kürtler, hâlâ 21. yüzyılda inkârla karşı karşıyayken, hâlâ dillerini kullanmıyorken, anadilde eğitim yokken, tabelalar tartışma konusuyken demokrasi tartışması bir lüks olarak kalıyor. AKP- MHP iktidarı geleceğini savaşta görüyor. Geleceğini kutuplaştırma da halkı karşı karşıya getirmede görüyor. Halk yan yana olursa, barış içerisinde yaşarsa gerçekleri, bu kutuplaştırma siyasetini, görecek. Bu kutuplaştırma siyasetinden halkın kurtarılması gerekiyor. Bizleri temel görevlerinden biri de bu. Onlar kutuplaştırma siyaseti diyor, biz hep birlikte diyoruz. Onlar savaş diyor, biz barış diyoruz. Onlar beka savaştadır diyor, biz beka barıştadır diyoruz.”
Mermi fiyatı ve savaş
AKP-MHP iktidarının kutuplaştırma siyasetini kendilerini kurtarma amacı olarak uygulamaya koyduğunu ve devleti bu politikaya göre dizayn ettiklerini ifaden eden Beştaş, “Kolluk güçlerini arttırdı. Yeni düzenlemelerle kolluğa çok fazla yetkiler verdi. AKP’nin en büyük korkusu halkın gerçeklerle temas etmesidir. Bu nedenle kutuplaştırma siyasetini derinleştirip kendi mahallerini organize etmeye çalışıyorlar. Şu anda mahalleden çok güçlü sesle çıkıyor hangi mahalleden olursa olsun yurttaş tenceresinde ne kaynadığına bakıyor. Buzdolabında ne olduğuna bakıyor. Çocuklarını okula gidip gitmeyeceğine sağlık güvencesinin olup olmadığına, asgari ücretin ne olduğuna bakıyor. Bunların hiçbiri yok. ‘Bir mermi kaç para’ eder diye hesap yapıyorlar. Cevaben şunu söylemek isterim: Mermi karın doyurmuyor. AKP savaşın rantını da yiyorlar. Bu konuda bir pazarda var. Türkiye bu pazara girmeye gönüllü. Bu da savaş politikasının sonuçları. Halkına mermi fiyatını sorarken diğer yandan kendi ailesi ve çevresi yandaşları Türkiye’de bir avuç insan, kaynakların önemli bir bölümünü tüketiyor. Mermi fiyatını soranlar mermi fiyatlarından azade zenginliklerine zenginlik katıyor. Savaşı bir sömürü aracına dönüştürüyor. Bu yönüyle savaşın ekonomiyle bağlantısını halkın çok iyi bilmesi gerekiyor. Bu savaş halkı doyurmaz. Bu savaş tencerenize et koymaz” diye konuştu.
Barış bir insanlık hakkıdır
İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ise savaşın bir insan hakkı ihlali olduğunun altını çizdi. Yaşam hakkının en önemli haklarından bir tanesi olduğunu vurgulayan Türkdoğan, uluslararası ve Anayasa’daki hakları hatırlattı. Türkiye’de azınlıkların asimilasyon politikalarına maruz bırakılarak birçok haklarının ihlal edilmesinin savaş ve çatışmayı doğurduğunu vurgulayan Türkdoğan, “2. Dünya savaşından sonra Birleşmiş Milletler’in (BM) kuruluşu sağlayan BM şartında özellikle dünya barışının kalıcı hale gelmesi için BM’nin kurulduğu belirtilir. BM’nin en önemli amacının dünyada barışı daim kılmak olduğu yazar. Dolayısıyla insan hakları sistemi barışı kalıcı hale getirmek için kurulmuş bir sistemdir. Önce bunu hatırlatmak gerekiyor. Her koşulda barışı savunmak insan hakkı görevidir. BM’nin 3 defa bununla ilgili aldığı karar vardır. En son 2017’de BM Genel Kurulu barış hakkını savunmanın bir insan hakkı olduğunu kabul etmiştir. Böylece bütün BM’ye üye ülkeler barışı savunan insanlara herhangi bir yaptırımda bulunamaz. Çünkü barışı savunmanın bizzat insan hakkı olduğunu kabul etmiştir. Barış insan haklarının bir parçasıdır. Nasıl ki eşitliği, özgürlüğü, demokrasiyi istiyorsanız barışı isteyebilirsiniz. BM’nin temel sözleşmelerine baktığımız zaman bu temel sözleşmelerde hem kişisel hak ve hürriyetler hem de toplulukların hak ve hürriyetleri güvence altına alınmıştır. BM sürekli olarak bütün üye ülkelere bu hakların tamamını kısıtlama yapmaksızın yerine getirmeye davet etmiştir” dedi.
Farklılıklara yaşam hakkı
Türkiye’deki insan hakları ve barış mücadelesinin zorluğuna dikkat çeken Türkdoğan şunları söyledi: “Türkiye klasik bir ulus devletidir. Bu ulus devletin savunduğu bir resmi ideolojisi var. Bu resmi ideolojide Türk etnisitesine ve Sünni Müslümanlığa dayanıyor. Bu ülkede yaşayan insanların bu ideolojiyi benimsemeye zorluyor. Bu şekilde bir asimilasyon politikası izledi. O asimilasyon politikalarını devam ettirmek için hep güvenlik politikalarını öne çıkardı. Özgürlükleri hep ihmal etti. Zaman zaman özgürlükleri ön plana çıkardığı dönemler oldu. Avrupa Birliği’ne üyelik katılım müzakereleri dönemi ve en son 2013-2015 barış ve çözüm sürecinde olduğu gibi. Fakat temelde bu değişim ve dönüşümü bir türlü gerçekleştiremedi. Biz buna çatışma-çözüm süreci diyoruz. Ulus devletlerin çatışma-çözüm sürecini yaşaması gerekiyor. Çözüm ise BM temel sözleşmelerinde belirtilen hakların yerine getirilmesi için gerekli bir süreçtir. Antidemokratik bir yapıdan demokratik bir dönüşüme geçebilmeniz için toplulukların haklarının tanınması gerekir. Etnik grupların, inanç gruplarının, dil gruplarının haklarını tanıyacaksınız. Sözleşmelere uygun yönetim modellerinin oluşturulması gerekiyor. Türkiye gibi ülkeler bunu yapmadığı için sürekli olarak sorun üretiyorlar ve insanlarda haklarını istedikleri için bu bir çatışma zeminini doğuruyor. Türkiye’de bitmek bilmeyen silahlı çatışma dönemi bu nedenle uzuyor.”
‘Yeni yönetim modeli şart’
İHD Eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan, Türkiye’nin savaş politikasından vazgeçerek demokratik, halkların barış içerisinde yaşayacağı yeni yönetim modellerinin oluşturulması gerektiğine dikkat çekti. İktidarın toplumda bir korku iklimi yaratarak toplumu baskı ve korku altına alarak savaş politikasını sürdürmeye çalıştığına işaret eden Türkdoğan şunlara dikkat çekti: “Bu son 5 yıldır yaşadığımız süreç devleti yönetenlerin beyhude anlamsız sonu gelmeyen inatlarından kaynaklanıyor. Çünkü resmi ideolojiyi savunuyorlar. Hâlbuki ki BM’nin temel sözleşmelerini kendilerine rehber edinseler Avrupa Birliği’nin temel sözleşmelerini kendilerine rehber edinseydiler güneşin batmadığı imparatorluk olan İngiltere’nin yaşadığı değişim ve dönüşümü kendilerine örnek alsalardı çok rahatlıkla değişim ve dönüşümü gerçekleştirebilirlerdi. Bu nedenle sürekli bir atışma halinde Türkiye. Son dönemde bu artık orta büyüklükte bir savaş halini almış durumda ve barışa adeta susamış bir ülke durumunda. Bu tip ulus devletlerin değişip dönüşmesiyle birlikte demokratik olarak birçok şeyi yeniden tartışmaları gerekiyor. Farklı toplulukların bir arada yaşayacağı modelleri bulmaları gerekiyor. Bu modelleri bulamazsanız sürekli çatışma üretir. Farklı etnik grupları inanç gruplarını bir arada tutacak ve onları barış içerisinde yaşatacak yönetim modelleri oluşturmak gerekiyor. Türkiye bu konuda esnemediği için bu da çatışmaya zemin hazırlıyor. Biz bu nedenle her 1 Eylül geldiğinde barışı hatırlatıyoruz. Türkiye’nin şu anda en çok ihtiyacı olan şey yeni bir barış sürecinin inşa edilmesidir. Türkiye’nin demokratikleşmesi için bu gereklidir. Türkiye’nin ekonomik sorunlarını çözebilmesi için bu gereklidir. Türkiye’de toplumsal barışın sağlanabilmesi için bu gereklidir. Dolayısıyla burada anahtar kavram barıştır. Bütün bu sorunların çözüm yoluna girebilmesinin ön koşulu da yeni bir çözüm sürecinin inşa edilmesinden geçiyor.”