Saadet Partisi’nin son ÖTV zamlarını hicveden videosu, ‘serbest piyasa ekonomisi’ denen düzenbazlığın şapkadan tavşan çıkarma yeteneğini teşhir etmesi bakımından ibretlik bir örnek. “Kendimizin üretmediği otomobilden, üretenden fazla kâr ediyoruz” cümlesi üzerine düşünmekte fayda var.
Günümüz kapitalist üretim şeklinde, ürünün piyasa fiyatı eskiden olduğu gibi üretim maliyetinin üzerine konan kâr oranı ile belirlenmiyor. Piyasa araştırmacıları öncelikle pazarlanacak ürünün maksimum kaç paraya satılabilir olacağını tespit ederek başlıyorlar işe. Hepi topu 5 TL’ye mal olabilecek bir ürünün satış fiyatını malın değeri üzerinden değil, reklama harcayacakları artı 10 lirayı da ekleyerek 70 TL gibi fahiş bir fiyata tüketiciye pazarlamayı başarıyorlar.
1986 yılında Sovyet Ermenistan’a ilk gidişimde ilgimi çeken görüntülerden biri de çamaşır suyu satışı olmuştu. Genellikle bir kamyonun arkasına bağlanan, üzerinde ‘javel ispirtosu’ yazılı 500 Lt. kapasiteli tankerlerde satılıyordu çamaşır suyu. İhtiyacı olan kovasıyla, şişesiyle gelip tankerin vanasından dolduruyordu ihtiyacı kadar. Karşılığında ise kuruşlar ödeniyordu. O yıllarda İstanbul’da bu ürün ‘Akif çamaşır suyu’ markasıyla ve Ermenistanlı tüketicinin gözünde daha lüks bir ambalajla, yeniden değerlendirilmiş 70’lik rakı şişesinde, yine çok ucuz bir fiyata satılırdı. Aynı yıllarda Almancılar ise yurda gelişlerinde Avrupa marketlerinden taşıdıkları kalıp sabunlar, deterjanlar ve 5 renkli ofset baskılı etiketleriyle plastik kaplarda çamaşır suları taşıdılar akrabalarına. Onlar da bizim gözümüze daha lüks ürünler olarak görünürdü. Hatta tuhaf bir şekilde daha kaliteli olduğunu da düşünürdük.
Sonuçta içindeki kimyasalın değeri aynı olduğu halde, bu ürüne marketlerde o değerin onlarca katını ödememizi sağlayan ise üreticilerin reklam harcamaları.
Bu örneği deterjandan otomobile, ilaçtan elektronik eşyaya, giysiden beyaz eşyaya, mobilyaya, sigaradan cep telefonuna kadar her üründe görmek mümkün.
Bir başka örneği ise, arkadaşlarımdan birinin tanıklığıyla nakledeyim. 90’lı yıllarda Türkiye’de en çok satılan yabancı otomobil Rus yapımı Lada Samara. Arkadaşım bu otomobil için bir fiyat araştırmasına girişti. Sora soruştura bulduğu en ucuz fiyat 2000 ABD doları. Satıcının şartı ise otomobilin tesliminden itibaren 48 saat içinde Türkiye’den çıkarılması. O sıralar bu aracın Türkiye’deki piyasa fiyatı bu rakamın birkaç katı civarındaydı. Üretildiği ülkede dahi çok daha pahalı olan bu ürünün bu fiyatla satılabilmesi bir anlamda onun fabrika maliyeti hakkında da fikir verebilir. Bunda da şaşılacak bir hal yok, zira otomotiv sanayisinin son 50 yıldır üzerinde en çok kafa yorduğu alan sanıldığı gibi teknolojinin geliştirilmesi değil, üretim maliyetinin düşürülmesi. Otomobillerde şasenin kaldırılıp kaportanın taban saclarına monte edilmesi, arkadan itiş yerine önden çekiş sisteminin yaygınlaştırılması, çamurlukların veya tamponların sac yerine plastikten üretilmeleri ‘ileri teknoloji’ yalanıyla sarmalanmış tasarruf önlemleri aslında. İşçi yerine robot kullanımı da bir diğer tasarruf yöntemi. Bir kişinin şalteri açmasıyla üretim bandı tıkır tıkır işlemeye başlıyor nasıl olsa. Hatta o şalteri dahi evinden, cep telefonu vasıtasıyla açabilecek teknoloji de mevcut.
Günlük konuşma dilimizde unutulmaya yüz tutmuş ifadelerden biri de dayanıklı tüketim mallarıdır. Artık dayanıklılığı önceden sınırlandırılmış eşyalar kullanıyoruz. Belli bir süre kullanmamız, ardından da reklamların etkisinde kalarak yenisi ile değiştirmemiz isteniyor. Eğer değiştirmemekte ısrar edersek bu kez de astarı yüzünden pahalı tamiratlara mecbur bırakılıyoruz. Bu pazarlama yöntemi onarıma, tamirata fırsat tanımıyor. Nitekim artık tamircilik diye bir meslek de bırakılmadı. Onların yerini belirli markalarla bağıntılı servisler aldı. Her şey bir yana, sanayi ürünleri üreten markalar da kendi ticari markaları altında daha ucuza mal ettikleri çoğunlukla da Uzakdoğu’dan ithal ürünler pazarlamakta.
Reklam bombardımanıyla zihni bulanıklaşmış sıradan tüketicinin bu soygunu görüp değerlendirecek imkânları olmayabilir. Ama Türkiye gibi katma değer üretme imkânları sınırlı ekonomiler, bu soygun düzeninde uyguladıkları ÖTV, KDV gibi vergilerle halkı bir kez daha sömürmekte sakınca görmüyorlar. Hatta ve hatta başkasının ürettiği maldan kendileri daha çok kazanıyor.