Son günlerde “3. Dünya Savaşı” söylemi etrafında bölgesel ve küresel savaş üzerine çokça fikri tartışmalar yapılmaktadır. Esasında devam eden bir 3. Dünya Savaşı’nın içerisindeyiz. Bu savaşın karakteri tamamen farklıdır ve bu çağa göre değerlendirilmelidir. Bu konuda birçok şey söylenebilir…
Hali hazırda Türkiye’nin durumunu ele almak ve daha büyük savaş tehlikesinden korunmak için neler yapılması gerektiği üzerine görüşlerimi açıklamak isterim.
Türkiye bir NATO üyesi olarak NATO’nun stratejik planı çerçevesinde hareket eden bir ülkedir. NATO’dan bağımsız hareket etmek için siyasi, ekonomik ve askeri alt yapısı yeterli değildir. Dolayısıyla NATO’nun bir kanat ve cephe ülkesidir. Bunun yanı sıra Türkiye ısrarla ve inatla sürdürdüğü resmi ideolojisine göre hareket ederek kendini tüketen bir ülkedir. Nedir bu resmi ideoloji? Sevgili Fikret Başkaya hocamızın gazetemizde 10 Haziran’da yayınladığı “T.C.’yi nasıl bilirsiniz” yazısında da ifade ettiği gibi 19. yüzyılda Osmanlı’yı kurtarmak için “İttihadı Anasır” ideolojisi uygulanmış, bu tutmayınca “Tevhidi İslam” ideolojisine geçilmiş, savaşlardaki başarısızlık üzerine geriye “Panturanizm” ideolojisi kalmıştır. Panturanizm ideolojisini İttihat ve Terakki Partisi hayata geçiremeyince bu partiden kalanlarla kurulan Türkiye Cumhuriyeti “Türklük” esasına dayalı ideolojisi ile bir ulus devlet yaratmak istemiştir. Bu ulus devletin resmi ideolojisi Türk etnisitesine dayalı ve Sünni İslam’ın devletleşmiş halini benimseyen bir karakteri vardır. Dolayısıyla Anadolu ve Trakya’da elde kalanları asimilasyonla Türkçü ve İslamcı yapmak için yüzyılını harcamıştır. Halbuki 2. Dünya Savaşı’ndan sonra demokrasi ve insan haklarına dayalı sistemler kendini değiştirip dönüştürmüş ancak Türkiye Cumhuriyeti yüzyıllık köhnemiş resmi ideolojiye çakılıp kalmıştır.
Bu kısa özeti niçin yapma ihtiyacı duydum!
Türkiye resmi ideolojisine uygun olarak Kürt ve Alevi/Nusayri karşıtı dış politika izlemektedir. Bu nedenle Ortadoğu’da Suriye, Irak ve İran’la sorunlar yaşamaktadır. Bu sorunların ortak noktası “Kürtlerin statüsü” konusudur. O halde sormak lazım, dünyada sayısı 50 milyona yaklaşmış bir halkın “statü” sorunu çözülmeden o dünyada bir düzen kurulabilir mi? Türkiye’yi yönetenler bu basit soru ve bu basit soruya verilecek cevabı bil(e)meyecek kadar ideolojik körlük içerisindedirler. Bu ideolojik körlük tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göstermiyor mu?
Birinci Dünya Savaşı ulus devletleri, 2. Dünya Savaşı ulus devletlerin değişim ve dönüşümünü beraberinde getirdi. Ulus devlet ısrarının savaşı beraberinde getirdiği gerçeği 20. yüzyılda kanıtlandı. 20. yüzyılda aynı zamanda ulus devletlerin çatışma çözüm süreçleri ile değişip dönüşebildiğini de gösterdi. Türkiye siyasi iktidarı bu gerçekliği görmeli ve kendi ulus devletinin gerçek bir çatışma çözüm süreci ile birlikte değişip dönüşmesini sağlamalıdır.
Türkiye nasıl bir çatışma çözüm süreci yaşamalıdır? Türkiye’nin çatışma çözüm sürecine ihtiyacı “Kürt sorunundan” kaynaklanmaktadır. O halde kiminle savaşıyorsan onunla barışmalısın kuralı gereği Kürt sorununda muhatabı ile bir an önce yeni bir çatışma çözüm süreci başlatmalıdır. Türkiye’nin PKK ile yürüttüğü silahlı çatışma sürecinde başlattığı diyalogların birinci derece muhatabı kim olmuştur? Elbette halen İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan Abdullah Öcalan’dır. Mart 1993’te başlatılan süreç Nisan 2015’te sona ermiş ve Türkiye son 9 yıldır çok büyük bir silahlı çatışma ve savaş halinde her türden kendisini tüketmektedir. Yapılması gereken şey 28 Şubat 2015 tarihli Dolmabahçe Deklarasyonu’na uygun olarak yeniden adım atmaktır.
Ulus devletin savaş üreten karakteri görülmeli ve Sayın Öcalan’ın kitaplarında ve görüşme notlarında sık sık bahsettiği demokratik ulus temeline dayalı yeni paradigmaya uygun evrensel ölçekte demokrasinin açıklık, katılımcılık ve çoğulculuk ilkesine uygun yeni bir devlet yapılanmasının şart olduğu anlaşılmalıdır. Bu görüşleri uzatabiliriz.
Bölgesel ve küresel savaş gerçekliği karşısında demokratik ulus temelinde birlik içerisinde çözüme hazır olan Kürt tarafının doğal lideri Sayın Öcalan üzerindeki tecritte ısrar adeta savaşa koşar adım gitme ısrarıdır. Herkesin bu durumu görmesi ve bir an önce yeni bir barış sürecinin inşası için sesini yükseltmesi gerekir. Aksi taktirde ulus devlet ısrarının sürekli savaş gerçekliği ile yaşamak ve zayıf düşmek olduğunu kabul etmek gerekir ki en azından benim bunu kabul etmem mümkün değildir.