Devletlerin açlıkla mücadele eden insanların acil ihtiyaçlarını tedarik etmek yerine askeri harcamalara yönelmesi her geçen gün artıyor.
DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası Araştırma Merkezi’nin iki gün önce açıkladığı Ağustos 2020 Dönem Raporu’na göre 17 yılda açlık sınırı 5,4 kat artarken, dört kişilik bir aile için açlık sınırı 2 bin 401 lira, yoksulluk sınırı 8 bin 304 lira oldu.
Rapora göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı 2 bin 401 TL oldu. Raporda eğitim, sağlık, barınma, eğlence, ısınma, ulaşım gibi giderler ile birlikte bir ailenin yapması gereken harcama tutarının ise (yoksulluk sınırı) 8 bin 304 TL’ye ulaştığı belirtildi.
Raporda açlık sınırında 17 yılda gelinen nokta da gözler önüne serildi. Buna göre 2003 yılının Ağustos ayında 4 kişilik bir aile, günlük minimum 14.9 TL’ye sağlıklı beslenebilirken, bugün ancak 80.02 TL’ye sağlıklı beslenebiliyor.
Süren savaşlar yüzünden askeri harcamalar artarken yoksulluk ve açlık büyüyor.
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan yıllık rapora göre, Türkiye askeri teçhizat teslimatı konusunda giderek daha fazla harcama yapıyor ve bir yandan da yüklü miktarda silah satın alıyor. Geçen yılın verilerine göre, askeri harcamalara yüzde 24 oranında daha fazla bütçe ayırıyor. Bu da çok fazla paraya mal oluyor.
Elde edilen veriler, Türkiye’nin dünyadaki en büyük 14’üncü silah ihracatçısı olduğuna işaret ediyor. Savaşlar açlık ve yoksulluğu arttıran en büyük faktör.
***
-Yoksulluk kaç gün sürer baba?
– 40 gün oğul.
– 40 günden sonra zengin olur muyuz?
– Yok oğul, alışırız.
Ne zaman yoksulluktan söz edilse babayla oğul arasındaki bu diyalog gelir aklıma.
Çocukluk döneminde çevremde kullanılıyor olmasından mıdır nedir, nedense yoksullukla aynı anlama gelen fakirlik ya da fukara sözcükleri daha çok etkiler beni. Ama verilerde yoksulluk kavramı kullanılıyor artık.
Yoksulluk, sadece sürdürülebilecek tarzda bir gelir düzeyine sahip olmamak, açlık ve yetersiz beslenmeyle karşı karşıya kalmak, temel hizmetlerden yararlanamamak anlamına gelmiyor. Bununla birlikte sosyal ayrımcılık, dışlanma gibi durumları da içermektedir. Bu durum hele de çocukları, kadınları, yaşlıları yani kırılgan incinebilir yapıları çok daha fazla etkilemektedir.
Yoksulluk kronikleşmenin ötesinde marazi bir duruma dönüştü. Dünyanın yer altı yer üstü zenginlikleri dünya nüfusunun kaç katını besleyecek durumdayken milyarlarca insan açlıkla boğuşuyor. Çünküsü adil bir üleşimin, paylaşımım olmayışında. Bugün dünya zenginliklerinin yarısı tüm nüfusun yüzde 2’sini oluşturan zengin kesimin elinde bulunuyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yaptığı araştırma 2 milyar insanın günde 2 dolar, 1 milyar insanın ise yaklaşık 1 dolarla geçinmek durumunda kaldığını söylüyor. Bir de o 1 doları dahi bulamayanlar var.
***
Türkiye gelirinin yüzde 45,9’luk bölümünü nüfusun yüzde 20’sini oluşturan zenginler yerken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik kesimine düşen pay ise sadece yüzde 6. Geri kalan kesim de yoksulluk sınırında direnmeye çalışıyor.
Milyonlarca çalışanın ve emeklisinin aylık gelirlerinin asgari ücret düzeyinde veya altında olduğu, işsizliğin ülkenin yakıcı sorunu olmaya devam ettiği, koruyucu sosyal politikalar çerçevesinde sağlanan nakdi ödemelerin yetersizliği temel alındığında, ülkede hayat pahalılığının varlığı önemli olmaktadır.
Demokrasinin varlığı bir yönüyle hak ve hukuka, adalete ve emeğe verdiği değerle ölçülüdür. Savaşların ve silahlanmaların görüldüğü süreçler, açlık ve yoksulluğun daha da katmerleştiği, demokrasinin varlığı bir yönüyle hak ve hukuka, adalete ve emeğe verdiği değerle ölçülüdür.
Eşitsizlikteki derinleşmenin kronik bir duruma dönüştüğünü, toplumun daha çok yoksullaştığını söylüyor ekonomistler. Son sözü Nobel Ödüllü Ekonomist Amartya Sen söylesin: “Açlığın temel nedeni gıda ya da toprak eksikliği değil, demokrasi, eşitlik ve adalet eksikliğidir.”