Kenan Kırkaya
Ama kısa sürdü bu rahatlama hali. Masanın başındaki kişi gözünü, başını önüne eğmiş masadakilerin üzerinde gezdirdi, hepsini tek tek sorgular gibi. Önce haberi getirene küçümser bir bakış atmıştı
Tedirgin ve ürkek adımlarla içeri girdi, beti benzi solmuştu. Uzun ve gösterişli masanın başına kendisinden emin bir edayla oturmuş kişiye doğru eğildi, “efendim” dedi yutkunarak ve sonsuz bir ürküyle. “Efendim” diye ikiledi daha az duyulan kısık bir sesle. Karşısındaki konuş diye emir veren bir bakış fırlattı. “Durumlar kötü” diyebildi, bunu derken ruhunu teslim etti adeta. Elindeki bir tomar kağıdı incitmeden masaya bıraktı, iki adım geri çekildi, başını önüne eğdi. “Efendim gelen anketlerin tamamı…” dedi duyulur duyulmaz bir sesle ve tekrar yutkunarak; sözünü tamamlayamadı. Hafiften başını kaldırdı, karşısındaki kişinin bakışlarında vereceği tepkiyi aradı, olumsuz haber vermenin, kötüyü dile getirmenin nasıl karşılanacağını bilerek. Derin bir tepkisizlikle karşılaştı.
Masanın başındaki kişi ellerini sürmeden göz ucuyla kağıt tomarına baktı, “benim bunlardan haberim var” der gibi getirilen bu kötü habere burun kıvırdı az-biraz tiksinerek. Sessizlik çöktü takım elbiseli adamların üstüne. O kısacık saniyeler tükenmeyen çileli yıllara döndü. Kendisine gerek kalmadan masanın başındaki kişi başını kaldırdı ulvi bir hareketle, müstehzi bir gülüş yerleştirdi yüzüne. “Evet bu raporları ve anketleri okudum” dedi aynı emin tavırla.
“Bunların dahası var elimde, son 1 yılda gelen hiçbir anket iyi haber vermiyor” dedi, “kağıt üzerinde her şey kötüye gidiyor” diye ekledi sözlerine. “Kağıt üzerinde” sözünü kendisine özgü buyurgan bir edayla bastırarak, dişlerinin arasında çiğneyerek, sonrada kusarak söylemişti. Kötü haberi getiren kişi o sözlerden sonra nefes alabildi, damarlarına kan yürüdü, gözlerine fer geldi. “Oh be” diye içinden geçirdi, “deme ki biliyor olan biteni, demek ki bu kötü haberin faturası bana kesilmeyecek” diye içine akıttı sözcükleri.
Ama kısa sürdü bu rahatlama hali. Masanın başındaki kişi gözünü, başını önüne eğmiş masadakilerin üzerinde gezdirdi, hepsini tek tek sorgular gibi. Önce haberi getirene küçümser bir bakış atmıştı. Bakışlarıyla karşısındakileri ezdi, kötünün kabahati hep kendisi dışındaki kişilerdeydi ve herkes de buna peşinen iman etmişti. Haberi getiren kişi el pençe divan bir vaziyette yeniden küçüldü, büzüldü, olduğu yerde eridi, o devasa binada yere gömüldü. Masanın başındaki herkese “işe yaramazlar” muamelesi çekerek “bunu da benim düzeltmemi bekliyorsunuz değil mi” diyerek suçlayıcı bir soru yöneltti ve devam etti: “Onu da ben düzelteceğim. Benim için her şey daha yeni başlıyor, ben bitti demeden bitmeyecek bu hikaye.” Öne eğilen başlar “Bu durumu nasıl düzelteceksin” merakı ve hayranlığıyla sözün sahibine döndü. O da söyleyeceği her sözün yaratacağı etkinin şehvetiyle devam etti:
“Benim için durumun kötü olması kötü değil, kötüyü daha büyük bir kötü ile iyileştirmektir marifet. Kriz fırsata dönerse anlamlıdır. Biz bu yolları daha önce tecrübe ettik. Korkacak bir şey yok… Son kozum savaş borusuna üflemek olacak. O boruya üfledim mi herkes acısını, kederini, açlığını, yaşanan krizleri unutacak. Bütün muhalefet daha önce olduğu gibi arkamda sıralanacak. İsrafil’in suru değil elbette ama savaş borusu da başkası için kıyametin kapılarını aralarken bizim için kurtuluş olacak.”
Öyle yaptı, bir kez daha savaş borusuna üfledi, muhalefetin bir kesimi yeniden arkasında hizalandı. Ama bu kez tılsım bozuldu, savaşa iman edenlerin bir kısmı savaşın o ölümcül şehvetinden kurtuldu. İşte o an savaş borusu çatladı. Bu da yeni bir hikayenin başlangıcına döndü.