Futbol statlarının pek çoğunun dışında heykeller bulunur. Farklı yerlerde tuhaf heykeller olanlar da vardır (Craven Cottage’ın dışındaki fast-food restoranlarındaki çocuk menülerinin ucuz oyuncakları gibi görünen Michael Jackson heykeli mesela) fakat bu heykellerin büyük kısmı tahmin edebileceğiniz kişilere aittirler: efsanevi antrenörler, takım kaptanları, rekortmen golcüler. Hırvatistan’ın Zagreb şehrindeki Dinamo Zagreb takımının yuvası olan Maksimir Stadı’nın dışında yer alan bir heykel ise sizi oldukça şaşırtabilir. Bu heykelde bir oyuncu ya da antrenör değil, üç asker temsil edilmektedir. Heykelin altındaki açıklamada ise şunlar yazmaktadır: “13 Mayıs 1990 tarihinde bu sahada Sırbistan ile savaşı başlatan kulüp taraftarlarına…” Bu açıklama, oyunun geri planda kaldığı ve -bir savaşı başlatan tekmesiyle- Zvonimir Boban’ın sahneye hakim olduğu bir futbol maçında yaşanan olaya atıfta bulunmaktadır.
Öncelikle biraz meselenin arka planından bahsedelim. Boban’ın Dinamo Zagreb’i ile Kızıl Yıldız Belgrad arasındaki bugün pek de iyi anılmayan maça kadar, Yugoslavya zaten onu gelecek beş yıl içinde yok olmaya sürükleyecek uçurumun eşiğine gelmiş durumdaydı. Hırvatistan Cumhuriyeti, bu maçtan bir ay önce seçimlerini gerçekleştirmiş ve bağımsızlık yanlısı aday Franjo Tudjman seçimlerden galip çıkmıştı. Zagreb gibi büyük Hırvat şehirlerinde yaşayan ılımlı, kentli Sırpları yakından tanıyan Tudjman ve müttefikleri, ülkenin diğer yerlerinde yaşayan Sırpların tepkisini azımsamak gibi ölümcül bir hata yapmışlardı.
İşin aslı, Hırvatistan’daki Sırpların soykırım tehdidi altında olduğunu iddia eden ve Belgrad tarafından maddi olarak desteklenen bir medya kampanyası süregidiyordu. Bu propaganda, zaten yeterince güçlenmiş olan yangını körüklemekten başka bir şeye hizmet etmedi: Hırvatistan’daki pek çok Sırp, Tudjman’ın yapılanlardan pişmanlık duymayan Hırvat milliyetçiliğini halihazırda tırmanan bir faşizm olarak görüyordu. Tito’nun Yugoslavya’daki iktidarı süresince, ulusal siyasal haklar bastırılmıştı -Hırvatlar, Sırplar, Karadağlılar, Arnavutlar, Bosnalılar, Müslümanlar, Kosovalılar, Makedonlar, Slovenler, bunların hepsi de her şeyi kapsayan Yugoslav devleti altında toplanmıştı ve Tudjman’ın seçim zaferinden sonra, pek çok Hırvat kendi devletleri için yeni bir dönem arayışına girmişti. Hırvat milliyetçiliği saklandığı yerden ortaya çıkacaktı; šahovnica (kırmızı beyaz hanedanlık kalkanı simgesi) artık Hırvat futbol malzemelerinin üzerine işleniyor, binalardan sarkıtılıyor, devletin dili olarak Sırpçanın yerini Hırvatça alıyor ve milliyetin bir istihdam kriteri haline gelmesiyle çok sayıda Sırp işinden oluyordu (öncesinde Hırvatistan’daki Sırplar nüfusun yüzde 12’sini oluştururken, resmi görevlerin yaklaşık yüzde 18’ini ellerinde tutuyorlardı).
Tujdman’ın bağımsızlık yanlısı ve milliyetçilikten yana duruşu, Hırvatistan’ı Sırbistan’ın ve Sırp Komünist Partisi lideri Slobodan Miloseviç’in mengenesinde olarak görüyordu. Miloseviç, merkeziliği teşvik ediyordu ve Sırplar tarafından kontrol edilen birleşik bir Yugoslavya’nın sürdürülebileceğine inanıyordu. Miloseviç, eskiden özerk bölgeler olan Kosova ve Voyvoda üzerinde yeniden denetim sağlamıştı fakat hepsi de tam bağımsızlık değilse de daha fazla özerklik talep eden Hırvatistan, Slovenya ve Bosna öyle kolayca diz çökmeyecekti. Sonuç olarak 1990 yılı boyunca gerilim had safhaya ulaştı ve artık savaş kaçınılmaz hale geliyor gibi görünüyordu.
Süregiden siyasi gerilimler, Yugoslavya’daki bütün cumhuriyetlerden takımların yer aldığı Yugoslav futbol liginin devam etmesine engel olmadı. Böylece, 13 Mayıs 1990’da Belgrad’ın Kızıl Yıldız takımı Maksimir Stadı’nda Dinamo Zagreb ile karşılaşmak üzere Zagreb’e geldi. Her iki takımın taraftarları arasında da şiddet yanlısı, aşırılıkçı gruplar vardı. Kızıl Yıldız’ın holiganları, sicili bozuk Sırp savaş ağası Zeljko Raznatovic’in başını çektiği “Delije” olarak bilinen -“Arkan” da denen- gruptu. Dinamo Zagreb’in şiddet yanlısı grubu ise İngilizce bir isme sahip olan “Bad Blue Boys” (Kötü Mavi Çocuklar – BBB) idi. İki grup arasında çatışma yaşanması yeni bir şey değildi ve Maksimir Stadı’ndaki çatışma da kendiliğinden çıkmış gibi değil, birileri tarafından destekleniyormuş gibi görünüyordu. Çatışmalar saha dışında başladı ve Zagreb sokaklarında sürdü fakat Delije grubunun koltukları söküp karşı takımın taraftarlarına atmadan önce “Zagreb Sırptır” sloganını atmaya başladıkları görülecekti. Bir ara, aradaki taraftarlar (başka bir takımın, Rijeka’nın “tarafsız” taraftarları) Kızıl Yıldız bayraklarını yırtmaya başladılar ve iki taraftar grubu birbirlerine sahanın içinde yüklenmeye başladı. Bu sırada güvenlik görevlileri ise çatışmaları engellemek için neredeyse hiçbir şey yapmıyorlardı.
Kızıl Yıldız oyuncuları sahayı ve stadı terk ettiler fakat pek çok Dinamo Zagreb oyuncusu, sahneyi Boban’ın ikonik anına hazırlayacak biçimde sahada kaldılar. O zaman 21 yaşında olan orta saha oyuncusu ve takım kaptanı Boban, bir Dinamo taraftarına bir polisin saldırdığını gördü ve polise bir uçan tekme atarak onu yere serdi ve taraftarın kaçmasını sağladı. Bu an kameralar tarafından da kaydedildi ve kısa süre içinde Boban bir Hırvat halk kahramanı, Hırvatların mücadelesini verdikleri her şeyin bir sembolü haline geldi. Boban Yugoslav Futbol Federasyonu tarafından 9 maç ceza alarak 1990 Dünya Kupası’na katılamadı, Sırbistan’ın her yerinden tepkiler aldı ve kısa süre sonra da, 1991’de AC Milan’a transfer olarak ülkeden ayrıldı. Boban, son derece başarılı bir kariyere sahip olmasına karşın, pek çok kişi açısından onun kariyerindeki en önemli şey, bir topa değil, bir polise vurduğu anda gerçekleşmiştir.
Zagreb’deki ve Maksimir Stadı’ndaki isyanlar, pek çok kişi açısından, 1990 ila 1995 yılları arasında tırmanan ve Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kanlı çatışma olan Yugoslav Savaşları’nı oluşturan pek çok çatışmadan biri olan Hırvatistan Bağımsızlık Savaşı’nın gayri resmi başlangıcı olarak görülmektedir. Bu savaşlarda 140.000 insanın hayatını kaybettiğine ve 2 milyondan fazla insanın yerinden edildiğine inanılmaktadır. Boban, takımının taraftarlarından birini savunmak adına polise bir anlığına karar vererek attığı tekmenin bu türden olayların habercisi olacağını asla bilemezdi fakat bir futbol maçının, yaşanacak olayları besleyen bir tür yeraltı kaynak suyu olabileceği ortaya çıkmış oldu. 13 Mayıs 1990’daki maç, öyle ya da böyle, futbolun bir oyundan daha fazlası olduğunu ispatladı.
İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından çevrilen bu yazı Sendika.Org’dan alınmıştır.