Kişilerin canlılığıyla, ayrıntıları kavramadaki ustalığıyla, olay örgüsündeki bütünlükle, kopmazlıkla ve dili kişilere göre kullanmaktaki başarısıyla; sosyal gerçeklikle insani gerçekliği uyum içinde, dengeli yansıtmasıyla her zaman okunacak ve kendisini anımsatacak bir roman
Tacim Çiçek
M. Ender Öndeş, 1957 Manisa doğumlu. Ankara Üniversitesi SBF’de okurken 1980’de politik nedenlerle tutuklanmış. 1991’e kadar birçok cezaevinde kalmış. Onu, ilk Belge Yayınları’nın “Yeni Sesler” dizisinden çıkan İnce Yazılar adlı şiir kitabından ve bir de Özgür Gündem geleneğinde olan gazetelerdeki köşe yazılarından bilirim. Cezaevinden çıktıktan sonra politikayla, edebiyatla ilgisini kesmemiş. Yazılarını ilgiyle okuduğumu belirtmeliyim bu arada. Dipnot etiketiyle (2023) yayımlanan Ben Feride Bu Benim Sesim adlı 174 sayfalık romanından başka bir edebi çalışmasını okumadım. Çünkü yazarın Habiba (2011) adında roman, Yüksek Bir Gönül Makamına (2019) adlı şiir ve Yedinci Günün Sabahında (2020) adında öykü kitabı yayımlanmış.
Şiirleri için diyebileceğim şu: Tıpkı benim gibi bir dönemin duygularını, ümitlerini ve gelecek güzel günlerin muştusunu içeriden dışarıya da bakarak veren dizeler toplamı… Ama sağ olsun Dipnot’tan editör Ümit Özger’in okumam için gönderttiği kitaplar arasında beni, son dönemde okuduğum, adının üstüne yıldız tozu düşmemiş(!) diye de “çok satan” olamayan ama sahici ve sıkı edebiyat yapıtı diyebileceğim en sarsıcı ve şaşırtıcı romanıdır, Ben Feride Bu Benim Sesim.
Gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan ve televizyonlardan da gözümüze sokulan iç karartıcı, karanlık olayları, cinayetleri düşünün. Günün dayanılmaz ağırlığı altında kaldığımızdan o an için etkilenip sonrasında unuttuğumuz Nadira Kadirova gibi kadınları, rezidanslardan, otel odalarından “intihar süsü” verilip atılanları, doymak bilmez hırsları için çocuk denecek kızları, uyuşturucu kuryesi, cinsel fantezi aracı yapıp sonra da bir biçimde yok eden soysuzları düşünün… Tacizcileri, istismar ve tecavüz edilenleri, atıkçıları, barınaksızları düşünün… İşte Feride, çocuklarına bakıcılık ve kendilerine de hizmetçilik yaptığı varsılların neredeyse birbirini hiç görmeden ve tanımadan yaşadıkları bir semtte, varsıl bir ailenin konutunda uykusunun kaçtığı gecede; çocuk denecek yaştaki bir kızın çırılçıplak canhıraş biçimde yandaki konuttan çıktığına ve öldürülüşüne tanık olur, o konutun sahibi tarafından… Kendisi gibi orada hizmetçi olan Özbek Gulnora’nın yanına gelen yeğenidir o… Son anda da onu hiç yaşamamış gibi karga tulumba torbalayan katilin adamları onu görür… Hikâye de olay da bundan sonra başlar…
Baştan sona değil de sondan başa doğru müthiş bir kurguyla anlatır olayları yazar, okurun ilgisini, merakını artıracak biçimde. Bu tarzı José Saramago’nun romanlarında görürüz. Sona geldiğinizde anlatı bitmez, hayatın ve suyun döngüsü gibi. Bir sarmal anlatı biçimidir ve sondan başa dönüp olup biteni yeniden yaşarsınız. Bir metnin canlılık ve sahicilik duygusu (Ki unutmayalım kısa ya da uzun aslında her öykü ve roman bir metindir.) yani okuru saran şey, dilin kurguyla iç içe olmasıdır. Çünkü bu ikisi bir öykünün/romanın en olmazsa olmazıdır. İlki bize dil şöleni/lezzeti sunar, öteki de metni sonuna kadar ilgiyle elden bırakmamamızı sağlar. Birçok öykücüden/romancıdan duymuşuzdur, bazen de yazdıklarından okumuşuzdur kurgu ideal olarak tam da cümleleri kurarken yapılır ya da ortaya çıkar, dediklerini. Öndeş, kurgusu sağlam, anlatım dili pürüzsüz bir metin oluşturmuş. (s. 31’de “Direk onların içine kustum” denmiş, “direkt” olacakken ve 63’te de “Köyden yarın geldim İstanbul’a” denilmiş.) Bunun dışında baştan sona bir harf hatası bile göremedim, o kadar temiz yani…
Bu sarsıcı, şaşırtıcı romanın konusunu anlatacak değilim ama Feride’nin görüldüğünü anladıktan sonra apar topar evin sahibesine haber verip gitmesinden sonraki gelişmeleri ve Feride’nin kişisel hayat hikâyesini kendisinden, İstanbul’un varoşlarından biri olan Işıktepelilerden ve başka kişilerden öğreneceğinizi söyleyebilirim. 47 bölümden oluşan sürükleyici ve sarsıcı romanda sadece Feride’nin değil onu tanıyanların, peşinde olanların, arkadaşlarının, kızı Dilan’ın, kayıp kocası Kubar Cafer’in ve diğerlerinin de hem kişisel hayat hikâyelerini, hem de ortak hayat hikâyelerini okuruz.
Feride, 1., 3., 5., 7., 11., 14., 19., 20., 23., 27., 30., 33., 37., 40., 43., 45. ve 47. bölümde anlatır kendini ve yapmak zorunda kaldığı şeyi. Işıktepe’den kendisine gençliğinde âşık olan Halit’in arkadaşı gazeteci Reyhan’ın son anda verebildiği ses kayıt cihazına… Dağılmış bir ailenin, devrimci ve kaybolduğunu sandığı ama sınır ötesinde öldürülmüş ve gömülmüş devrimci kardeşi Murat’ı, annesini, babasını, heba olan kızı Dilan’ı ve gördüğü eziyetten, hakkı olmayan bir hayatı yaşattığı kocasını hayatından çıkarmak için her gece bilenen ve sonra gönlünden çıkarmasa da gözünden uzaklara saklanan annesinin elindeki bıçak ve sonra bu bıçağın Çehov’un “oyunun başında duvarda asılı duran tüfek…” örneği bir işe yarayacak olmasını öğrendikçe acısını duyumsarız Feride’nin. Diş doktoru, iyi niyetli Tülin, hizmetçisi ve iki kızının bakıcısı Feride’yi, 2., 4., 10., 24. ve 35. bölümde anlatır. Onun da kişisel hayat hikâyesine tanık oluruz. Piç Nihat, Feride’nin kızı Dilan’ın babası torbacı Cafer ortadan kaybolunca çalıştığı yerde hayatına giren kişi, kafe isleticisi lümpen, kısa yoldan para kazanmak için her naneyi yiyebilecek biri. O da 6., 8., 16., ve 34. bölümde anlatır tanışmalarını ve kendi hikâyesini… Dilan’ın ilkokuldan arkadaşı Şiyar, 9., Feride’yi ilk seven, sendikacı, devrimci, iş kazası sonucu ayağının biri kesilen ve bu yüzden protez ayaklı, eski futbolcu olmasından dolayı antrenör ve ilk aşkının gerçek dostu Halit de 12., Suç örgütü liderlerinden Şanver Yılmaz 17., Şanver’le ya da kirli polislerle iş tutan biri de 26., Halit’in kankası, hastaneye sendika soktuğundan dolayı verilmedik iş kalmayan morg görevlisi İsmet 36. Adı “B” ya da Sibel’in tanıyıp güvendiği haberci Melek olabilecek kişi 38., Ramon’un kendisi gibi evsiz arkadaşı atıkçı Kürt Azad da 42. ve doğmamış kızının ölümüne sebep olduğundan hayata küsen, ona doğmuş olsaydı verecekleri adı alan barınaksızların hamisi Gülendam Dayı da 46. bölümde anlatırlar Feride’yi, kendilerini. Halit’in karısı Perihan 13., 19. ve 25. bölümde anlatır tanık olduklarını ve bilip duyduklarını… Dilan’ın başına gelenler için bir yerde, ‘Gözlerimizin önünde günden güne çürüyüp gitti… Hepimizin suçu yani, kimse temiz değil yani o konuda, ben de değilim’ der. Sanki etrafımızda olup biten her şey için adeta demek ister ki ‘Suçu toplum hazırlar, birey de işler ve kurbanı olur’ ya da ‘Biz hangi düzeyde ortam yaratırsak, ortam da aynı düzeyde insan yaratır,’ en azından ben böyle anladım dediğini. Halit’in gazeteci arkadaşı Reyhan, ilk buluştuklarında Feride’nin hikâyesinden etkilenir ama birçok etkenden dolayı yayımlamaktan yana olamaz ama peşini de bırakmaz, görünür ve bilinir olması için. Bu yüzden ona ses kayıt cihazı verir. 15., 29., 32. ve 44. bölümde hem kendini hem ondan duyduklarını anlatır. Ramazan, namı diğer Ramon ki atıkçı evsizleri örgütleyen, onlara barınak kuran ve bu yüzden ilgililerle de görüşen, gerektiğinde mücadele eden kişi, 39. Ve 41. bölümde anlatır tanık olduklarını… Feride’nin kardeşi Murat’ın cezaevindeki yoldaşı, arkadaşı Sibel de 18. ve 19. bölümde Feride’nin peşindekilerden kirli polis Tolga 21. ve Dilan’ın liseden, mahalleleri Işıktepe’den arkadaşı, kankası motokurye Alican da 22. ve 31. bölümlerde anlatırlar Feride’yi ve yaşadıklarını.
Bu kişiler Feride’yi ve amacına ulaşmak için yapıp ettiğini anlatmakla kalmazlar. Ayrı ayrı ve ortak hayat hikâyelerini de anlatırlar. Kimi dost, arkadaş, yardım ve yatakçıdır Feride’ye. Kimi de düşmandır. Peşindeki kişiler polisle, mafyayla ve başka karanlık odaklarla işbirliği yaparak suçlarını örtmek için onu “canlı bomba” diye ifşa eder. Böylece hem tek tek kişilerin hayat hikâyeleri hem de hepsinin ortak hayat hikâyeleri hiçbir fire vermeden müthiş bir kurgu içinde akıp gider. Feride, ses kayıt cihazına eylemini ve kendini anlatır, yaşadıklarından çok ona yaşatılanları bilmemiz için yapar bunu. Diğerleri de ortak hayat hikâyelerinden ve kişisel hayat hikâyelerinden bahsederken tümünün ortak bağlacı olan Feride’yi daha iyi anlamamız için boşluk bırakmazlar. Anlıyoruz ki Feride, yaratılan ortamın sonucu olarak eylemini gerçekleştirdiğinden öteki anlatıcılar ses kaydına değil de bir sorgucuya ya da onları dinleyenlere anlatıyor olup biteni… Hiçbir anlatıcı, ben öyküsel dille anlattıkları için hikâyelerini ve Feride’yle olan gönüllü, gönülsüz ilişkilerini, ayrıksı durmuyor. Bu yüzden anlatılan her kişisel hayat hikâyesi ortak hayat hikâyesinin kopmaz ayrılmaz parçası oluyor.
Kişilerin canlılığıyla, ayrıntıları kavramadaki ustalığıyla, olay örgüsündeki bütünlükle, kopmazlıkla ve dili kişilere göre kullanmaktaki başarısıyla; sosyal gerçeklikle insani gerçekliği uyum içinde, dengeli yansıtmasıyla her zaman okunacak ve kendisini anımsatacak bir roman. Bu açıdan oldukça başarılı buldum. Okumak boşuna olmayacak.