“Hristiyanlık denilen bu soyun, dünyanın dört bir yanında boyundurukları altına alabildikleri halklara karşı gösterdikleri vahşet ve zulmün bir benzerine, hiçbir çağda ne kadar yabanıl ne kadar kaba ve ne kadar merhametsiz ve utanmaz olursa olsun, başka hiçbir soyda rastlanmaz”.
William Howitt[1]
“Batı dünyayı kazandıysa, bu kültürünün, dininin ya da değerlerinin üstünlüğünden değil, örgütlü şiddeti kullanmadaki üstünlüğündendir… Batılıların ekseri unuttuğu, diğerlerinin de asla akıl etmediği gerçek budur.”
Samuel P. Huntungton
“Entellektüelin misyonu, dünyanın efendisi haline gelmiş haksız ve yanlış karşısında, cümle âlem diz çökerken bile, ayakta kalıp ona insanlık bilinciyle karşı çıkmaktır.”
Julien Benda
Aslında yazının başlığı “Batı medeniyetini nasıl bilirsiniz?” de olabilirdi… İkinci emperyalistler arası savaş sonrasında doğrudan sömürgeciliğin yerini ‘yeni sömürgecilik’ aldı… Doğrudan sömürgecilik döneminde sömürgeleri kendi adamları yönetiyordu. 1945 sonrasında ulusal kurtuluş hareketleri şeylerin seyrini değiştirme potansiyeline sahipti ama o potansiyelin realize olmasına izin verilmedi… Emperyalist savaş sonrasında ‘azgelişmiş ülkeler’, ‘kalkınma yolundaki ülkeler’, ‘üçüncü dünya’… denilen ülkelerde askerî darbeler, siyasi cinayetler, komplolar peydahlayarak söz konusu ülkelerin karizmatik liderlerini ya katlettiler ya da etkisizleştirdiler… İşbirlikçi kadroları iktidara taşıdılar… Kapitalist-kolonyalist-emperyalist Batı’nın zenginliği, dünyanın geri kalanının sömürüsü, yağma ve talanı sayesinde mümkün olmuştu… Eğer yeni bağımsızlığa kavuşan halklar kaynaklarını kendi refah ve kalkınmaları için seferber ederlerse, bu Batı üstünlüğünün sonu demek olurdu… Ne yapıp-edip öyle bir olasılığa izin vermeyeceklerdi ve vermediler… Yeni bağımsızlığa kavuşan ülkeleri ‘yeniden kompradorlaştırdılar… Eskiden söz konusu ülkeleri kendileri doğrudan yönetiyordu. Artık şimdilerde yönetenleri yönetiyorlar … Bu yeni yöntem hem daha kolay ve ucuz ve hem de emperyalizm karşıtı tepkiyi ve hareketi etkisizleştiriyor…
Aslında beş yüzyıldır, Batılı Hristiyan, “Uygar”, “Beyaz Adamın” yaptığı insanlık suçu işlemekten başka bir şey değildi… Lâkin neyin suç, neyin sevap, neyin iyi, neyin kötü olduğuna da ‘Uygar Beyaz Adamlar’ karar verdiği için, olup-bitenlerin kimin için ne anlama geldiğinin anlaşılması pek mümkün olmadı… Zamanla, köleleştirilen, sömürgeleştirilen, boyun eğdirilen, tarihleri, kültürleri ve kimlikleri tahrip edilip belleksizleştirilen halklar, efendinin gözünü kendi gözleri sandılar ki, onun gözüyle bakmaya başladıklarında, Batılıların egemenliği güçlü bir temele oturmuş, zafer kazanmıştı… Artık efendinin gözünden başka gören göz kalmamış, sömürgecilik içselleşmişti…
Başka türlü söylersek, bu, insanın kendine ve kendi gerçekliğine, kendi toplumuna yabancılaşmasıdır… Bir kere o kritik eşik aşıldıktan sonra, sömürgeleşmiş toplumların insanları da kendilerine ve başkalarına, Batılı efendinin gözüyle bakar oldular… Elbette söylediğimizi nüanse etmeden olmaz. Bu söylediğimiz, emperyalist Batı ile çıkar ortaklığı olan, varlığını ona borçlu olan işbirlikçi komprador sınıf için geçerlidir… İster doğrudan ister yarı-sömürge halkları olsun, sıradan insanlar hiçbir zaman Batılı, Beyaz, Hristiyan sömürgecinin dayattığını kabul etmediler… Onlardan kendi kendilerinin celladı olmaları beklenemezdi… Daha ilk günden başlayarak, köleleştirmeye, aşağılanmaya, katliama ve sömürüye başkaldırdılar ve bu yüzyıllar boyu aralıksız devam etti…
Tarih, efendiler ve onların ideolojik uşakları tarafından yazıldığı için, mazlumların çığlığı yankılanmayacak, suskunluk okyanusunda boğulup gidecekti… Sömürgeciliğin “içselleşmesi” için, Franz Fanon’un Beyaz Zenciler, Ali Şeriati’nin Asimile Maymunlar dediği, “yerli misyonerlerin” devreye girmesi gerekti… Zira, bilincin sömürgeleşmesi, ancak “gönüllü kabullenme” durumunda mümkündür…
Eğer sömürgecilerle işbirliğinden çıkarı olan, yerli elitler olmasaydı, sömürgecilik yerleşemez, kolonyalizm ve emperyalizm zafer kazanamazdı… Şimdilerde kibarca Küresel Güney denilen ülkelerin komprador -işbirlikçi mülk sahibi sınıfları ve aydın denilen eğitimli yerli misyonerleri işbaşında… Eğitim sistemi ve medya etkin bir araç olarak dahil olmuş bulunuyor… Artık medya denilen insanları alıklaştıran eğitim sisteminin etkin müttefiki haline gelmiş bulunuyor…
Daha baştan Batılı-Hristiyan-Beyaz Adam, farklılıkları bir alçaklık-yükseklik kategorisi olarak görme eğilimindeydi… Onlara göre “ötekiler” farklı değil “aşağı” idi… Oradan hareketle de bir slogan peydahladılar: Aşağı ise yok edilmesi gerekir… Artık tarihin ilerleyen sayfaları ardı arkası kesilmeyen katliamların, jenositlerin, kıyıcılığın, köleleştirmenin… tarihi olacaktı… “Vahşileri adam etmek” üzere yola çıkanların barbarlığı, vahşeti ve kıyıcılığı, insanlık tarihinde görülmemiş bir kapsam ve yoğunluğa ulaşmıştı…
Bu yüzden ırkçılık ve faşizm, Batı uygarlığının özünde içerilmiş iflah olmaz bir virüstür… Faşizm istisnai, arizî bir yol kazası değildir. Irkçılık ve faşizm, Batı kimliğinin ve Batılının kolektif bilincinin temel yapıcı unsurlarından biridir… XX. yüzyılın ilk yarısında, ortaya çıkan ve adına Faşizm, Nazizm denilen vahşet örnekleri asla bir istisna değildi… Sadece beş yüzyıldır dünyanın başka yerlerinde (Amerika, Afrika, Asya, Avusturalya, vb.) yapılanların Avrupa’ya taşınmasıydı… Yaklaşık beş yüzyıldır dünyanın başka yerlerindeki sıradanlaşmış vahşet ve kıyıcılık, ilk defa Avrupa’nın göbeğinde arz-ı endam ediyordu ve “uygar” Avrupalı bu duruma şaşırmış gibiydi! Herhalde şöyle söylemek istiyorlardı: Bu başkaları için değil miydi?.. Yahudilere ve öteki Aryan olmayan ırklara yönelik jenosit bir mahkemede (Nürnberg) Nazi suçlularının yargılanmasıyla geçiştirilecek cinsten değildi… Nitekim fanatik pro-naziler Güney Afrika’da iktidara geldiklerinde, Uygar Dünya’nın desteği tamdı…
Siyonist-faşist İsrail Uygar Dünya veya aynı anlama gelmek üzere, ‘uluslararası toplum’ denilenin eseriydi… Bölgede ırkçı-faşişt-siyonist İsrail devleti, bölge halklarının ve devletlerin kendi ayakları üstünde durmalarını, sahip oldukları kaynakları kendi kalkınmaları için kullanmalarını engellemek amacıyla peydahlandı… İsrail bir bölge devleti, Orta-Doğu devleti değildir… Orta Doğu’ya taşınmış Batıdır. ABD’dir, İngiltere’dir, Fransa’dır, Almanya’dır, İtalya’dır, Kanada’dır, Avusturalya’dır, vb…
Velhasıl ‘Şark cephesinde yeni bir şey yok’… Boşuna ‘neden söz ettiğini bilmek önemlidir’ denmemiştir…
[1] William Howitt, Colonisation and Christianity: A Popular History of the traitment of the Natives by Europians in their Colonies (London 1838), 9.