PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Rezan Sarıca, görüşme başvurularına cevap verilmediğini belirterek, ‘Daha önce hukuku dolanarak ret ediliyordu, şimdi doğrudan bir engelleme durumu var’ dedi
Uluslararası komployla Türkiye’ye getirildiği 1999’dan bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 27 Temmuz 2011 tarihine kadar belli aralıklarla aile ve avukat görüşmelerini gerçekleştirebildi. Fakat bu tarihten sonra yaklaşık 8 yıl boyunca Öcalan avukatlarıyla görüştürülmedi. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde cezaevinde başlatılan ve binlerce kişinin katılımıyla devam eden açlık grevleri sonucu ilki 2 Mayıs’ta olmak üzere 22 Mayıs, 12 Haziran, 18 Haziran ve 7 Ağustos’ta Öcalan’la beş görüşme gerçekleştirildi.
7 Ağustos’tan bu yana ise avukatların yaptıkları görüşme başvurularına herhangi bir yanıt verilmiyor. Öte yandan Öcalan ve İmralı’da tutulan diğer üç tutuklu hakkında 3 aylık periyotlarla 15 ayda 5’er kez kesintisiz biçimde aile görüş yasağı getiriliyor.
Asrın Hukuk Bürosu avukatları müvekkillerinin adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirterek 17 Ocak 2020 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuruda bulundu.
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca, müvekkilleri üzerinde devam eden tecrid ve AYM’ye yaptıkları başvuruya ilişkin Mezopotamya Ajansı’dan (MA) Ferhat Çelik’in sorularını yanıtladı.
2011’den 2019 yılına kadar müvekkilinizle görüşmenize izin verilmedi. Ancak 2019’da 5 görüşme gerçekleştirme imkanınız oldu. Öncelikle 8 yıl aradan sonra görüşmenize neden izin verildi?
Aslında görüşme gerçekleştirmiş olmamız bizim olağan ve en doğal hakkımızdır. Fakat 8 yıl aradan sonra 2 Mayıs 2019’da bir görüşme gerçekleşti. Bu gerçekliği açlık grevleriyle birlikte açıklamak mümkün. Biliyoruz ki Sayın Öcalan bu toplum için, Kürt halkı için çok önemli ve toplumsal bir değer. 2019’da toplumun bu değerine sahip çıkma halini yaşadık.
Toplum, Sayın Öcalan’ın İmralı’ya kapatılmasını, sesinin, soluğunun kesilmeye çalışılmasını ve bütün görüşme kanallarının yasaklanmasını kabul etmedi. Burada İmralı tecridine karşı bir kenetlenme oluştu. Çünkü toplum özgürlüğünü, geleceğini, umudunu Sayın Öcalan ve düşüncelerinde görmekte ve tanımaktadır. Bunun için sayın Öcalan etrafında bir kenetlenme oldu, yüksek düzeyde bir sahip çıkma halini gördük. Diğer tarafta Sayın Öcalan gerçekliği karşısında da tecrit rejimi o şekilde sürdürülemeyeceği gerçeği anlaşılınca görüşme gerçekleştirebildik. Fakat 7 Ağustos’ta yaptığımız görüşmeden sonra görüşmelerimize tekrar son verildi.
Son görüşmenizden sonra kaç görüşme başvurusu yaptınız? Yaptığınız başvurulara ne yanıt veriliyor?
7 Ağustos’taki son görüşmemizden itibaren avukatlar olarak 49 başvuru yaptık. Her yaptığımız başvuru 4 avukatla yapıldı. Dolayısıyla 200’e yakın bir avukat başvurusu yapıldı. Aile başvuruları da 5 aile bireyi başvuru yapıyor ve şimdiye kadar 25 başvuru yapıldı. Dolayısıyla da 125 aile bireyi başvurusu yapıldı. Ancak bu başvuruların hiçbirine cevap verilmedi.
Görüşmek istediğimizi ve bunun için koşulların sağlanmasını gereğinin yapılmasını talep ediyoruz. Fakat bizlere herhangi bir cevap verilmiyor. Hukukta buna zımnen ret denilir. Biliyorsunuz 2016 yılına kadar gemi bozuk deniliyordu. CPT raporlarında bu cevapların inandırıcı olmadığı, hukukta karşılığı bulunmadığı ve politik bir yaklaşım olduğunun anlaşıldığı tespitleri yapıldı. Bugün de durum aynı. Tek bir fark var. Daha önce dolaylı, hukuku dolanarak ret ediliyordu, şimdi doğrudan bir engelleme durumu var.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, o dönem ‘avukat görüşü önünde engel yok’ demişti. Peki yoksa neden başvurulara yanıt alamıyorsunuz?
Görüşmememizin önünde herhangi bir engel ya da neden yok. Burada biz idari kurum olarak cezaevinin, yargısal olarak yargı makamlarının, anayasal kurum olarak da Adalet Bakanlığın sorumluluklarını hatırlatmayı zül kabul ediyoruz. Çünkü söz konusu sorumluluklar keyfiyete bağlı sorumluluklar değil. Herkesin anayasaya, hukuka uyma zorunluluğu var. Ancak burada karşımızda devlet egemenliği gerçeği çıkıyor. İmralı’da 21 yıldır bir devlet egemenliği yürütülmeye çalışılıyor. Bu nasıl bir egemenlik? Hukukun uygulanacağına da hiçbir şekilde uygulanmayacağına da kararı bu egemenlik veriyor. Tabi hukuk uygulandığı vakitte kısıtlayıcı ve yasaklayıcı kurallar yani olağanüstü hukuk kuralları uygulanıyor.
Bu egemen anlayış hukuku yapma, uygulama ve de yegane bozma hakkını kendinde görüyor. Hukukun dışında tuttuğu vakit zaten yok sayıyor. Hiç yokmuş gibi unutturulmaya var olmamış gerçekliğine vardırmaya çalışıyor. Hukukun içirişinde bir dışlatama yöntemiyle bir hukuk inşa ediliyor. Dolayısıyla aslında İmralı’daki tecrit sisteminin hukuk yönteminin Türkiye’de de bir yönteme dönüştüğü, bir hukuk uygulayıcısına dönüştüğü gerçeği orada ortaya çıktı. Hukuk var olduğunda da içinde kimlerin yer alacağı kime uygulanacağını ve uygulanmayacağını da burada anlıyoruz.
Bütün bunlara karşı Sayın Öcalan da olağanüstü hukuk sahasında hareket etmek yerine bu egemenliğe karşı toplumsal, siyasal, felsefik ve tarihi itirazlarını yapıyor ve İmralı’yı bir eşiğe çeviriyor. Geride kalan 21 yıl boyunca İmralı’da bu eşiği canlı tuttu. Bu eşik değişime, dönüşüme ve barışa kapı aralayacak bir eşik. Sayın Öcalan’ın canlılığı, akışkanlığı, yoğunluğu, ortaya çıkardığı, ürettiği ve dünyayla buluşturduğu değerler ve düşüncelerle İmralı sistemi içerisinde onurlu bir barış eşiği inşa etmiştir. Yani bir taraftan devlet egemenliğinin ortaya koyduğu bir yöntem, ürettiği bir hukuk veya hukuksuzluk diğer tarafta müvekkilimizin ortaya koyduğu bir demokratikleşme, temel hak ve özgürlüklerden yana, toplumdan yana bir eşik gerçeği var.
Geçtiğimiz günlerde İmralı’da tutulan Öcalan ve diğer üç tutuklu hakkında 3 aylık periyotlarla 15 aydır 5’er kez kesintisiz biçimde aile görüş yasağı getiren disiplin cezaları soruşturmalarına müdahil edilmediğiniz gerekçesiyle AYM’ye başvuruda bulundunuz. AYM’ye yaptığınız başvuruda neler ifade etmiştiniz?
Aslında bu son yaptığımız başvuru klasik anlamda bir aile görüşme hakkının ihlal edilip, edilmediği tespitinden ziyade daha çok Sayın Öcalan şahsında Türkiye’de adil yargılanma sisteminin çöktüğüne ilişkin bir başvuruydu. Bu başvuruyla bunu ortaya koymaya çalıştık. Disiplin cezasına karşı gittiğimiz bir Anayasa Mahkemesi başvurusu ama geride yarattığı gerçeklikte şöyle bir şey karşımıza çıktı. Yaklaşık 1,5 yıl boyunca 5 defa kesintisiz olarak birbirini takip eden 3 aylık disiplin cezaları veriliyor. Bunun ara verilmemesi gerçeğe uymadığı gibi hukukla da izah etmek mümkün değil. Dolayısıyla sistematik ihlalin ortaya çıktığı gerçeği var. Bizler de hem bu ihlali ortaya koymak hem de bizlerin ve müvekkilin bu süreçten azade tutulmaya çalışılmasıyla adil yargılama sisteminin İmralı’da çöktüğünü belirttik. Çünkü daha sonra öğrendiğimize göre bu ceza Sayın Öcalan için 8 Kasım’da diğer üç müvekkilimiz için 26 Kasım’da kesinleşmiş. Bu süreçte hem aile başvuruları var hem de avukat başvuruları var.
Hem buna karşı cevap vermeme hali vardı hem de bir haber vermeme tebliğ etmeme durumu vardı. Dolayısıyla bütün dosyalar kesinleştikten sonra Aralık’ın başında ancak öğrenebildik. Bu sürecin tamamen dışında tutulduk.
Burada hukuk adına hiçbir şey görmedik. Tamamen keyfi bir egemenlik uygulamasıyla karşı karşıya kaldık. Dolayısıyla AYM’de de sistematik ihlalin ortaya çıktığını ve Sayın Öcalan’ın avukata erişiminin engellendiğini, avukattan yararlanma hakkının engellendiğini belirttik. Bu ihlalleri denetleyecek etkili pratik ve fiili bir sistemin ve mekanizmasının da olmadığını bu konuda da diğer cezaevlerinde disiplin süreçleriyle ilgili uygulamalarla karşılaştırdığımızı, Sayın Öcalan’ın ayrımcı bir uygulamaya maruz kaldığını taşıdık. Başvuruda bunları ifade ettik.
Yakın zamanda AYM Öcalan’ın konu olduğu bir dava hakkında karar verdi. Öcalan’a dair yazınsal çalışmaları toplumsallaştırmaya müdahale etmenin bir hak ihlali olduğuna karar verdi. Yani ifade özgürlüğüne yönelik pozitif bir karar ama İmralı tecrit sistemini doğrudan etkilemiyor. Sayın Öcalan adına 2015 yılından beri yapılan başvurular var. Karar verilmesi geciken başvurular var. Dolayısıyla bu gecikme AYM’yi etkili bir mekanizma olmaktan çıkarma endişesini doğuruyor. Biz AYM’yi tecrit sistemini değiştirecek etkili bir yol olmasını bekliyoruz.
Peki, müvekkilinizin dosyaları sizden neden gizleniyor? Bunun hukuki bir dayanağı var mı?
Dosyaların bizden neden gizlendiğini bizler de bilmiyoruz. Daha dosyalara ulaşabilmiş değiliz. Yaptığımız başvurulara rağmen dosyalar bize verilmedi ve taleplerimiz reddedildi. Biz dosyaların sadece varlığını öğrenebildik. Bu cezaların neden verildiğini, gerekçesinin ne olduğunu, hangi kanuni dayanağa dayandığını öğrenemedik. Ama şu bir gerçek ki Sayın Öcalan’la ilgili bahsettiğimiz hukuksal yaklaşım İmralı tecrit sisteminin yöntemiyle ilgilidir. Ama bunun kanuni hiçbir dayanağı yok. Çünkü biz dosyayı incelemek, dosyadan örnek almak ve disiplin cezasına karşı başvuru yapmak için etkili bir başvuru yollarını kullanmak için bunları talep ettiğimizde özet olarak gerekçeleri tamamen keyfi ve siyasi. Yani bize dosyanın gizlemesine dair ne bir kanun işaret edildi ne de bir kanun maddesi.
Türkiye’nin mevzuatına baktığımızda da böyle bir düzenleme de yok. Dolayısıyla olsa zaten yer verilir, bize gösterilir ve ortaya konulurdu. Ama kararların içerisinde kanuni dayanaktan yoksun yargı kararlarını hukukla izah etmemiz mümkün değil. Dolayısıyla keyfi ve siyasi gerekçelerle taleplerimiz reddediliyor ve dosyaya ulaşamadık.
Bunlar üzerinden AYM’ye başvurduk. Dolasıyla ne kadar sağlıklı bir başvuru yapabiliriz ki? Burada hukukun ya da hukuksuzluğun ortaya konulmasını da engelleme amacı var. Bizler İmralı tecridinde yürüttüğümüz mücadele çok kapsamlı. Başvurulardan tutalım mektup, faks gibi iletişim araçlarına kadar, itiraz başvuruları ve suç duyurularından tutalım AYM’deki bir dizi dosyaya kadar birçok şey mevcut. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) ve birçok uluslararası başvurulu dosyamız mevcut. Topyekûn bir hukuksal mücadele var ve bunların tamamı negatif ve olumsuz retlerden ibaret. Bununla biz Türkiye’ye hukuk karnesi veriyoruz. Ortaya çıkan tabloda da bir hukuk garabeti var.
Bu tecrit sistemi nasıl kırılır?
Yıllar sonra 2019’da müvekkilleri olarak Sayın Öcalan’la 5 görüşme gerçekleştirebildik. Bunun dışında 3 aile görüşmesi gerçekleşti. Ama Sayın Öcalan dışındaki diğer müvekkillerimizle adaya götürülmelerinden bu yana hiçbir görüşme gerçekleştiremedik. 7 Ağustos 2019’dan bu yana da tüm müvekkillerimizle herhangi bir görüşme gerçekleştirebilmiş değiliz. Yani 7 aya varan yeniden bir hüküm sürmeye çalışılan bir boyut var. Daha önce çok ağırlaştırılmış bir tecrit hali vardı. Topluma karşı da bir alıştırma, unutturma politikası yürütüldü. Ta ki 2019’da buna etkili bir itiraz ve cevap verme aşamasına kadar.
Buraya kadar bir başarıya ulaşma hali vardı. Yapılan görüşmelerden sonra ve toplumun böylesine sahip çıktığı bir yıldan sonra kimse bizden tecrit rejimine alışmamamızı beklemesin. Hiç kimse de tecride alışmayı düşünmesin ve alışmasın diyoruz. Geçen yıl açlık grevine giren insanlara “yaşam hakkı kutsaldır, sizin yerinize demokratik mücadeleyi, hukuk mücadelesini biz yapalım” diyen kurum ve kişiler oldu. Ya da “zamanı mı” diyen kesimler oldu. Dolayısıyla buradan herkese bunları hatırlatmak isteriz.
2019’da gösterdi ki çoğulcu bir toplumsallıkla tecrit sistemi ters yüz edilebilir. Müvekkilimizin savunmalarında da ortaya koyduğu üzere devlet ve toplum, zıtlık içinde varlardır. Birinin güçlendiği yerde diğeri muhakkak zayıflar. Toplum olarak prangalarımızdan kurtuldukça, toplumsallık gelişip büyüdükçe tecrit ters yüz olur. Sayın Öcalan bu yüzden “toplumun özgürlüğü benim özgürlüğümdür” der. Bu yüzden esas olan, önemli olan toplumun bu düzene, bu krizlere, bu sisteme karşı kendini var etmesi gerekiyor ve yakın geçmişte olduğu gibi karşı çıkması gerekiyor.