Mao Zedong’un meşhur deyişinin ikinci kısmını biraz tahrif edip anarak başlayalım: “Göğün altında kaos var; koşullar mükemmel olmaktan uzak”.
Tarık Ali’nin tabiriyle “aşırı merkez”in çözülme süreci, kaotik siyasal sonuçlar yaratan muazzam bir hızla ilerliyor. Macron daha dün Avrupa aşırı merkezini “popülist” tehlikeye karşı müdafaa edecek beyaz atlı prens, liberal dünyanın Merkel sonrası muhtemel sözcüsü olarak göklere çıkarılıyordu. Sarı Yeleklerin “4. Perdesinin” arifesindeyse Macron’un tarihin çöp sepetine muhtemel yuvarlanışının zamanı ve biçimi konuşuluyor.
Siyasal merkezin erozyonu sağ ve sola doğru eşitsiz bir polarizasyona yol açıyor. Eşitsiz zira sağa doğru radikalleşme ve çözülen merkezin “sağın sağında” yeniden inşası girişimleri oldukça mesafe katetmiş durumda. Çözülen sadece merkez sağ ve merkez solun dönüşümlü olarak iktidar olduğu siyasal mimari değil. İkinci Dünya Savaşı sonrasının “antifaşist konsensüsünün” de yerinde yeller esiyor. Bir “faşizm karşıtlığı sonrası” çağındayız. “Pro” ya da “proto” sıfatlarıyla da olsa faşizmin siyaseten “ayıp” sayıldığı devir çoktan geride kaldı. Aşırı sağ ve faşizan söylemler ana akımlaşıyor, normalleşiyor.
Kapitalist kriz ve uluslararası sistemde ABD’nin göreli gerileyişinin müsebbibi olduğu hegemonya bunalımı, küresel ölçekte burjuva siyasal mimarisini kırılganlaştırıyor. Bu kırılganlık, beklenmedik büyüklükte sosyal patlamalara alan açan istikrarsız bir siyasal ortam anlamına geliyor. Ancak bu “patlamalar” solun iki tarihsel yenilginin yükünü üzerinden atamadığı koşullarda cereyan ediyor: Bunlardan ilki, neoliberalizmin otuz muzaffer yılda işçi hareketinin 150 yılda yarattığı birikimi onulmaz derecede tahrip etmesi. İkincisi ise SSCB’nin çözülüşünün ardından gündeme gelen büyük ideolojik yenilgi, yani sosyalizmin, kapitalizme bütünsel bir alternatifin yaşadığı muazzam itibar yitimi.
Sarı yelekler örneğindeki gibi “patlamalar”, bu yenilgi koşullarında, radikal-devrimci sol için namüsait bir ahval ve şeraitte, yani solun küresel ölçekte zayıf olduğu bir konjonktürde gündeme geliyor. Dolayısıyla sokaktaki radikalleşme mesela bir otuz yıl önce olduğu gibi illa ki sola doğru yönelmiyor, otoriter popülist akımların, aşırı sağın, tesiri ve yönlendiriciliği altına girebiliyor. Hâkim sınıfların şu ya da bu kanadı tarafından böylece soğuruluyor, çarpıtılıyor, moda tabirle “çalınması” riski artıyor. Brezilya’da 2013 yılında başlayan protesto dalgası ya da İtalya’da yine aynı yıl gelişen “tırmık” hareketi, Bolsonaro’ya ya da Lega-Beş Yıldız koalisyonuna giden siyasal gelişmelerin önünü açabilmişti örneğin.
Sağa ve sola doğru kutuplaşmanın bu eşitsiz karakterinin sokakla “siyaset” arasında kışkırttığı paradoks, solda, merkezin çözülüşüne eşlik eden sosyal patlamalara dönük bir tereddüt, hatta bir alerjiye yol açıyor. Beklenmedik bir hızla gelişen spontan, lidersiz, doğrudan eyleme dayanan hareketler karşısında takınılan bu sakınımlı tutumu, sağlıklı bir temkinlilik örneği olarak görmek mümkün değil. “Göğün altında kaos varken” itidal, bir siyasal olgunluk değil, sinizm işareti.
Aslında merkezin çözülmesinin seçim siyasetinin çevrimlerine sıkışmayıp “hareket halindeki kitlelerin hareketleri” eşliğinde cereyan etmesi, “koşullar mükemmel olmasa da”, devrimci ya da radikal sıfatlı sol için önemli olanaklar yaratıyor. Macron’un meşruiyetindeki erozyonun sadece seçimlerde ifade bulması, Le Pen’in zaferine giden garantili yol olacaktı. Sarı Yelekler (hareket içinde aşırı sağın –azalan- etkisi ne olursa olsun) daha şimdiden bu yolu kesintiye uğratmış, siyasal ve toplumsal güç dengelerinde radikal kaymalara kapı aralamıştır. Aşırı sağla mücadele ancak hareket içerisinde ve hareket aracılığıyla verilebilir, sağcı fikirler hareketle geriletilebilir; toplumsal hareketlere siyasal hijyen testleri uygulayarak değil. Rosa Luxemburg’un “hareket etmeyenler zincirlerinin farkına varmaz” derken kastettiği bu değil miydi?
Siyasal hijyen mütehassısları arasında Sarı Yeleklerin “sağı-solu” tartışması süre dursun, hareketin kendisi farklı toplumsal mücadeleler için bir mıknatıs etkisi yaratıyor. “Yukarıdakilerin eskisi gibi yönetemediği aşağıdakilerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği” bir durumun kimi koşulları şekilleniyor. Lenin, Napolyon’un, bu yazının başlığında Fransızcası olan ve “önce ciddi bir kavgaya gir, ne olacağını sonra görürsün” diye çevrilebilecek sözlerini boşuna sevmezdi.