Geçtiğimiz cumartesi günü Kaz Dağları’ndaydık. Can TV’nin Tahtacıların bir etkinliğiyle ilgili yapmak istediği bir söyleşi çerçevesinde…
Biz, cuma günü akşama doğru Edremit’e bağlı Güre’deki bir otele yerleştik, ertesi gün TV ekibiyle buluşmak üzere yola çıktık. Kimi zaman navigasyon cihazının bizi bir pazar dolayısıyla yanlış yollara yönlendirmesi, kimi zaman yol sorduklarımızın yanlış yönlendirmeleri sonunda iki saat kadar gecikmeyle orman yolundan Kaz Dağları Milli Parkı’nın girişini bulabildik.
Park alanının girişinde bize önce rehber önerdiler, aracımızda yer olmadığından istemedik, çünkü yirmi beş kilometrelik bakımsız bir dağ yolunu araçta üst üste gidemezdik. Giriş ücretini ödeyip gerekli formları imzaladıktan sonra Milli Park alanına girebildik. Zorlu bir yolculuktan sonra dağın 1700 metrelik kısmında bulunan genişçe bir düzlükte kurulmuş ya da yeni yeni kurulmakta olan yüz-yüzelli kadar çadır, karavan ve benzeri barınaktan oluşan bir yerle karşılaştık. Onları geçip 500 metre kadar ilerde bulunan tepeye yürüyüp üç yanı üst üste konmuş yassı taşlardan oluşan ve duvarlarına adak için renk renk eşarplar iliştirilmiş, avlumsu bir yer ve onun içinde de tekrar çevrilmiş ve yine bir girişi olan iki metrekarelik bir alanla karşılaştık. İşte orası Sarı Kız’ın mezarı imiş.
Kim bu Sarı Kız, efsanesi, daha doğrusu efsaneleri yüzyıllardan beri Tahtacılar arasında nasıl yaşıyor?
Önce Tahtacıları tanımak gerekiyor.
Tahtacılar, Osmanlı döneminden bu yana Akdeniz ve Ege bölgelerinde yaşayan ve geçimlerini odunculuk ve orman ürünleri ile sağlayan göçebe bir Alevi Türkmen topluluğudur.
1870’lere kadar göçebe yaşamı sürdürürlerken Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa zamanında iskana tabi tutulmuşlar, ancak yine de yaz mevsimini Kaz Dağları’nda geçirmektedirler. Son yıllarda bölgenin Milli Park haline getirilmesiyle birlikte zorlu mücadeleler sonunda her yıl ağustos ayında on günlük bir izin koparmışlar. Tabii giriş gene parayla. İşte bu on günlük süre içinde yayla(!)da kalan ve Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden gelen bu insanlar, inançlarına ilişkin töreleri uygulamakta, birbirleriyle hasret gidermekte, yeni arkadaşlıklar, dostluklar, birliktelikler kurmaktadırlar. Daha ilk günü olmasına rağmen Balıkesir’in dışından gelen Bursa, Çanakkale, Denizli ve başka illere ait plakalar taşıyan birçok araçla karşılaştık.
Sarı Kız’a gelince…
Sarı Kız’la ilgili bölgede birden çok efsane anlatılıyor. Fakat her biri başka efsanelerden de alınmış öğeler içermekte. Hatta bunlardan bir Sarı Kız’ı Hazreti Muhammedin kızı, Hazreti Ali’nin eşi Fatma ile bile ilişkilendirmekte. “Hz.Muhamed’in kızı Fatma mı” diye sorduğumda, “evet evet, Fatima tüz Zehra” dediler. Ancak en yaygını şöyle:
“Eskiden Ayvacık’ın bir köyünde çobanlık yapan bir adam varmış. Karısı ölünce kızı ile tek başına kalmış, ancak her tarafta karısının anıları olduğu için orada duramayıp Güre yakınındaki Kavurmacılar köyüne göç edip çobanlık yapmaya başlamış. Zamanla büyüyüp serpilen kızının güzelliği dillere destan olmuş. Herkese yardım eden, kimseyi kırmayan bu güzel kızın babası yaşlanınca hacca gitmek istemiş ama kızını yalnız bırakmak istememiş. Güzel kızı, kendine bakabileceğini söyleyerek babasını hacca gitmeye ikna etmiş, o da komşusuna emanet ederek hacca gitmiş. Köyün gençleri kızla talip olurlar, ama hiçbiri emeline erişemez. Bu sefer de kötü yola düştüğü ve herkesle düşüp kalktığı iftirasında bulunurlar. Baba hac dönüşü köylülerin kendisiyle konuşmaması, selam alıp vermemelerinin nedenini komşusuna sorar ve kızı ile ilgili dedikoduları öğrenir. Namusunu(!) temizlemek için kızı öldürmesi gerekiyor ama kızına kıyamaz ve bir kaz sürüsüyle birlikte Kaz Dağı’nın tepesine bırakıp döner. Orada kazlarıyla yaşamını sürdüren Sarı Kız, gelen geçen ve karda kışta yolunu yitirenlere yardımcı olur ve adı yayılır. Babası, bunun kendi kızı olabileceğini düşünür ve gidip dağda bulur. Sarı Kız, babasının gelişine çok sevinir ve hizmette kusur etmez. Babası, abdest almak için su ister, kız testiyi uzatıp denizden su alır. Babası tuzlu olduğunu söyleyince bu sefer testisini uzatır, Güre Çayı’ndan su alır. Babası, kızının ermişliğini ve kendisine yaptığı kötülüğün etkisiyle bir yandan Kavurmacılar köylülerine beddua eder, inşallah yok olursunuz der, bir yandan üstünü başını parçalayıp kaçar, ilerideki Baba tepesinde kalbi durur ve orada ölür.”
Efsane kısaca böyle. Ancak bir anlatıma göre Sarı Kız, sarışın olduğu için o adı almış, bir diğer anlatıma göre ise dünya güzeli bir esmer kız, köyden kovulurken tüm köy halkının attığı yumurtalar nedeniyle üstü başı sap sarı kesilmiş, ondan dolayı “Sarı Kız” adıyla anılmış.
Bize bu efsaneyi anlatan yöre insanı Ozan Ali’ye sazından ve sözünden dolayı teşekkür ederim.