Yeni Yaşam ve okurlarına yeniden merhaba. Epeyce zaman önce Yeni Yaşam çizgisindeki gazetelere belirli aralıklarla yazıyordum. Şimdi hapishane koşullarını zorlayarak, pek sık olmasa da yeniden düzenli yazmaya çalışacağım. İnsanın okuyamadığı, göremediği gazeteye yazması da farklı bir deneyim. Malum, Yeni Yaşam tutsaklık sınırlarımızın içine giremiyor uzun süredir. Bizim gibi siyaset kürsülerinden koparılarak, halkların iradesiyle birlikte rehin alınan tutsaklar bakımından, hakikatten koparma saldırısı anlamına da geliyor bu yasak. Yeni Yaşam özgür, bağımsız, demokratik ve birleşik halkçı siyaset çizgisinin sesini ve gerçeğini yansıtabildiği ender basın kürsülerinden oldu. Durum böyleyken, o bize gelemiyorsa biz ona gideriz değil mi? Üstelik Yeni Yaşam kapısından milyonlara açılan yola düşmüş oluruz yeniden. Yazılara bu ruhu ve inancı yükleyerek başlayalım öyleyse.
Makaleyi kaleme alırken, bir yandan da iktidarın 6- 8 Ekim Kobane süreci gerekçesiyle başlattığı operasyon sürüyor. Bitmeyen hınç ve aslında suçunu bilmenin getirdiği tedirginlik ve sıkıntı yön veriyor egemenlerin saldırı hareketine. Dönüp dönüp operasyon yapmalar, tutuklamalar, 6 yıl günahlarının üstüne yattıktan sonra kabus görmüş gibi uyanmalar bundan. 6-8 Ekim gerekçesiyle dönemin eş genel başkanlarının ikinci kez tutuklanmasından sonra, yine dönemin MYK’si ve halk siyasetçilerine yönelik tutuklama saldırısı, sadece rejimin kendini tahkim etme amacından ya da HDP’ye karşı karanlık planlardan kaynaklanmıyor. 6-8 Ekim ve Kobane hakikatinde iktidar güçlerini bunalıma sürükleyen iki temel olgu var. Birincisi, yaşanan ölümlerin, provokasyonların, kirli ittifakların ve bugünün düşman kuvveti “Fetö”yle ortak iş tutmanın sorumluluğudur. Kendini, ‘en iyi savunma saldırıdır’ taktiğinin duayeni sanan iktidar, bunu temel yönetme ve kendini savunma hattına dönüştürdü. İkincisi, Kobane savunması Türkiye, Ortadoğu ve dünya çapında bir halk hareketiydi. Yarattığı meşruiyet ve sahiplenmenin benzeri az bulunur. Filistin ve Irak işgaline karşı gelişen büyük tarihsel kitle hareketlerinden sonra ilk kez Kobane işgali sürecinde böyle bir hareket gelişti. Zaten tam da bu nedenle karanlık provokasyonların çizgiyi kırma saldırılarının hedefi oldu. Tamamen meşru ve demokratik zeminde gelişen böyle bir halk hareketini baltalamak için 70’lerden, 90’lardan yadigar kontra yöntemleri ve elemanları devreye konuldu. Evet, hareketi kırmakta başarılı oldular ama haklılığı, meşruiyeti, masumiyeti bir onur ve vicdan sembolü olduğu gerçeği taptaze duruyor. 2014 Ekim günlerinde sadece bu duygu ve saiklerle sokağa çıkan – çoğu Kürt – milyonlarca kadın ve erkek, yükselen toplumsal vicdanın ana öznesiydi. İşte iktidar güçlerini asıl sıkıntıya sokan ve 6 yıl sonra HDP üzerinden siyasi operasyon düzenlemeye iten, toplumun özne olduğu demokratik hareketlere karşı duyduğu derin korku ve düşmanlıktır. Gezi ve Kobane davası bundan dolayı hiç bitmiyor.
Diğer yandan 2015 10 Ekim’inde 103 barış savunucusunun IŞİD bombalarıyla katledilmesi olayı, 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasındaki o bitmeyen 5 ay tarih sayfalarında bütün canlılığıyla duruyor. İktidarın yaklaşımı aynı; karanlığı koru, perdeleri açma, açtırma…. Çünkü açılırsa bağıra bağıra Ankara’yı kan gölüne çevirmeye gelen canilerin nasıl kullanıldığını, yönlendirildiğini, mevcut siyasi, idari ve güvenlik-istihbarat merkezleriyle ilişkisini de üstlenmiş olurlar. Sümmehaşa! Zaten bunun yerine 10 Ekim anması yapan aileleri, gençleri dayaktan geçiriyorlar. Kimse kara perdelere el atmasın, hesap sorup gerçeği aramasın diye… Ama 10 Ekim hakikati, hem acısı ve hesap sorma iradesi hem de o ağır ve acımasız siyasi iklimde toplumsal umudu, cesareti temsil eden özüyle hala yaşıyor. O gün emek, barış ve özgürlük mitingine katılan yüzbinleri hedef alanlar, aynı zamanda meydanlarda büyük bir kitle iradesiyle çıkışı yapılan demokrasi ittifakını kırmak istiyordu. 1 Kasım seçiminde kazandıkları kanlı ve şaibeli zaferi, onun arifesinde yaratılan şok ve korku ortamına borçlu olanlar, 10 Ekim ruhundan taşan güç ile toplumsal eğilimi yine de yok edemediler.
Bütün bu büyük sosyal hareketlerin enerjisi, niteliği ve gelişme potansiyeli, yaşamın ana politik damarlarında ve hepsinden daha belirgin olarak HDP’de soluk alıp veriyor. 15 Ekim’de kuruluşunun 8. yılını selamlayan HDP, sarayların bitmeyen Ekim sıkıntısının ve halklara, haklılıklara karşı savaşının ortasında doğan umut ışığıdır. İşte tam da bu nedenle Saray’ın artık bunalım boyutuna evrilen siyasi sıkıntısı, başlıca derdi olmuştur.
Ama her bedeline, sorulmayı bekleyen hesaplarına rağmen bizim için Ekim güzeldir. Tarihin akışını değiştiren emekçi halkların Kışlık Saray’a yürüyen umut ve cesareti, büyük komploya rağmen özgürlük, adalet yürüyüşünü yeni ufuklarla buluşturan Kürt halkının feraseti ve çok açıdan süzülüp gelen, nice yitik canımızdan vasiyet kalan, yarını bugünden kurma iradesidir. Fırtınanın kanadına binip havalandırmamıza kaçak giren sararmış yapraklar sanki bunu hatırlatır gibiler.