1789 Fransız devriminde ilk olarak kullanılan ve sonrasında Alman devrimci Georg Büchner’in köylülere hitaben yazdığı ‘Hessen Halk Bildirisi’yle hafızalara kazınarak günümüze kadar taşınan ve halen algılarımızda yer tutan ‘Saraylara savaş, kulübelere barış’ sloganı güncelliğini koruyor. Koronavirüs salgınına maruz kalan ve yaşamını yitirenlere baktığımızda ise önemli bir sınıf farklılığı ortaya çıkıyor. Türkiye’de yaşanan pandemi sürecinde iktidarın salgına yönelik olarak aldığı önlemlerin anlamsızlığı açıkça görülürken, üretimin kesintisiz sürdürülmesi ve işçilerin iş yerlerinde, servislerde yan yana olma zorunluluğu salgın sürecinin sürü bağışıklığına bağlayıp olabildiğince uzatılarak sermaye sömürüsünü arttırmayı amaçladıkları anlaşılabiliyor.
‘Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek’ sloganıyla başlayan ‘1831 Lyon Ayaklanması’ barikatlar kuran işçilerin bağımsız bir sınıf olarak ortaya çıktığı yıl olarak kabul edilir. ‘Saraylara savaş, kulübelere barış’ sloganının gerçeğe dönüştüğü 1871 yılında ise 2 ay süren Paris Komünü süreci ‘ayaktakımı’ olarak nitelenen işçi ve emekçilerin iktidar deneyimini yaşatırken, dünya devrimlerine ışık tutmaya devam ediyor. Bütün illetin burjuvaziden ve kapitalizmden kaynaklandığı ise maalesef bazen görmezden geliniyor. Sosyal devletin, burjuvazinin sınırlarını çizdiği alanda aranması ise büyük bir sıkıntı olarak karşımıza çıkıyor.
Koronavirüs salgınına benzer bir salgın olan ‘İspanyol gribi’ salgını, 1918’de başlayıp 1920’de ortadan kalkarken, 50 ila 100 milyon arasında insanın öldüğü belirtilmektedir. O dönem dünya nüfusunun 1,8 milyar civarında olması, bugünkü dünya nüfusuna oranla yaklaşık 350 milyon insanın ölümüne denk geldiğini gösteriyor. Ölümler özellikle 20-40 yaş arasında yoğunlaşırken, pandemiye rağmen korumasız biçimde çalışmak zorunda kalanlar ölenlerin büyük çoğunluğunu oluştururken, ölenler ağırlıklı olarak yine işçilerdi. Bazı kaynaklarda İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da toplam nüfusun yüzde 5’i olan yaklaşık 17 milyon insan yaşamını yitirirken, ABD’de yaşamını yitirenlerin sayısı ise 600 bin civarındaydı.
Tüm dünyada işçi sınıfı, tıpkı dün olduğu gibi bugünde salgının kurbanı seçildi. Yaşamlarının neredeyse hiçbir değerinin olmadığını her gün yeniden yaşarlarken, yönetici sınıf burjuvazi, bir alın yazısıymış gibi işçilerden ‘kaderine’ boyun eğmesini istiyor. Yüz yıl sonra yeniden yaşanılan bu süreç bizlere örgütlülüğün ve kolektif çalışmanın gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.
Amerikan işçilerinin mücadelesini desteklemek amacıyla II. Enternasyonal 1889’da Paris’te düzenlediği kongre sonrası dünya çapında 1 Mayıs gösterileri düzenledi. 1890’dan başlamak üzere 1 Mayıs, “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanırken, Türkiye coğrafyasında ilk 1 Mayıs 1910 yılında kutlandı. 1923 yılı sonrası ise hemen her yıl kutlanan 1 Mayıs, son yıllarda sermaye sınıfının hâkim olduğu iktidarlar eliyle sıradan bir bayram gibi kutlanmasına yönelik adımlar atıldı.
Bu yıl ise pandemi koşullarından yararlanan AKP iktidarı 1 Mayıs’ı da içine alan yasaklarla işçilerin dayanışma eylemlerini engellemeye çalışıyor. Bugün iktidarı yönetme yeteneğini yitiren AKP, özellikle son yıllarda arttırdığı baskılarla halkların özgürlük, işçilerin insanca yaşam, gençliğin bilimsel ve özgür eğitim, kadınların özgürlük mücadelelerini engellemek üzerine politikalar uygularken, sermayeye sınırsız bir özgürlük sağladığı günlerdeyiz. Paris Komünü’nden günümüze geçen sürede işçiler birçok ülkede iktidarları eline geçirmesine karşın kapitalizmin saldırıları karşısında zayıflayarak iktidarlarını yitirdi.
İçinde bulunduğumuz süreçte faşizme karşı birleşik bir cephe oluşturmak ve sistemin dayattığı iki eksenli bir tercihe mahkûm olmadan, üçüncü yolu yaratarak özgürlük mücadelesini büyütmek tek çaremiz. İkizdere’de sermayenin doğa yağmasına karşı köylüler başta olmak üzere bir direniş yaşanıyor. İşçiye, emekçiye, doğaya, köylüye, memura, esnafa yönelik saldırıların tamamı aynı merkezden ve sermaye çıkarları için yaşatılıyor. Bu nedenle antikapitalist ve sermaye karşıtı birliğin sağlanması dışında herhangi bir kurtuluş yolu olmadığını söylemek ise gerekmiyor.