İnanç, mezhep çatışmalarının kökenindeki güçlü etkenlerden birisi de sınıfsal sebeplerdir. Bugün İran’ı kasıp-kavuran laiklik ayaklanması sadece başörtüsü zorunluluğuna tepkiden ibaret değil. İran Molla rejimi, hem kapitalist sömürü, hem toplumsal özgürlüklerin gaspı, hem de başta Kürtler olmak üzere çeşitli halk ve inançlara yönelik faşist uygulamalarıyla İranlı emekçilerin, halkların ve kadınların öfkesini fazlasıyla hak ediyor. Zira İran devleti, her ne kadar din devleti görüntüsünde olsa da, bu görüntünün altına saklanmış Fars milliyetçiliğinin dayattığı tekçilik Türkiye egemenlerinin uyguladığı yöntemin tıpatıp aynısı.
Molla rejimi, bütün despotik uygulamalarını ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinden temize çekme konusunda bugüne kadar başarılı oldu. Ta ki, Kürt Jina Mahsa Amini “başörtüsünü düzgün örtmediği” gerekçesiyle İran ahlak polisi tarafından katledilene kadar. Molla rejiminin erkek egemen zihniyetine yönelik isyan, Kürt siyasal hareketinin dört parçada geliştirdiği demokratik siyasal birikimin etkisiyle Molla rejimini kökünden sarsan uzun soluklu bir muhtevaya kavuştu. “Dindarlar-laikler” sahte ayrımı bir kenara atılarak “jin, jiyan, azadî” yani “kadın, yaşam, özgürlük” sloganıyla özdeşleşen gerçek bir mücadeleye dönüştü. Mollalar tarafında ezilen, horlanan, sömürülen bütün halk ve inançlar “azadi-özgürlük” talepleriyle Mollalara sokakları dar ediyorlar. Mollalara karşı eyleme geçmek işkenceyi, idamı, ölümü göze almak anlamına geliyor. İsyanın özünde özgürlük talebi olduğunu kavrayan Kürt dindarların ikirciksiz şekilde Molla rejimine karşı tutum alması ve bu isyana kadınların, Azerilerin, Belucilerin katılması Mollalara kâbusu yaşatıyor.
İran Molla rejimi son isyanla birlikte sarsılmış olsa da hala ayakta durabilecek güce sahip. İsrail’in Siyonist bölgesel politikaları Molla rejiminin kendine meşruiyet yaratmasına vesile oluyor. İran’da başlayan laiklik talepli isyanına “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganını tekrarlamaktan öte bir pratik sergilemeyenlerin sessizliği, diğer yandan geçmişte “başörtüsüne özgürlük” kampanyası yapan siyasal İslamcıların Jina Mahsa Amini’nin katledilmesine karşı iki çift sözcükten imtina eder halde olmaları sitemin laik-dindar kanatlarının gerçek özgürlük anlayışından fersah fersah uzaklığını ortaya seriyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temeli sayılan Türk-İslam-Sünni sacayağı “seküler-laik” paşalar tarafından da itinayla koruma altında tutuldu. Ulus devlet, milliyet-din-mezhep +serbest piyasa toplamından inşa edildiği için laiklik, Fransız Devrimi’nden kalma bir kenar süsü, din ise halkı uyutmanın, şükür ettirmenin ve savaşa seferber etmenin kullanışlı aracı oldu. Devletin gerçekten laik-demokratik olmasını talep eden demokratlar ve faşist tekçiliğe itiraz eden dindarlar eşit derecede tehlikeli görüldü. “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman” ve devletin belirlediği çerçevede laik olmayanlar “Milli Güvenlik Sorunu” olmaya devam ediyorlar.
Laiklik, Türkiye devletinin ilanından bugüne devlet elitlerinin sınırlarını çizdiği, Müslüman ve Sünniliğin “ehlileştirilerek” resmi inanç haline getirildiği, diğer inançların ya da fikirlerin yok hükmünde görüldüğü “elitist laiklik” biçiminde uygulandı. Zorunlu din dersleri, imam hatip okulları, Diyanetin memuru imamlar ordusu, dini cemaatler “laikliği rehber edinmiş” devletlûlar tarafından itinayla tahkim edildi. 12 Eylül faşist darbecileri “maneviyatı güçlü toplum yaratmak” söylemiyle siyasal İslamcılığı yeniden kurguladılar, 12 Eylül darbesine bizzat iştirak eden paşaların yıllar sonra 28 Şubat post modern darbesi, siyasal İslamcılara yeni mevziler kazandırmak dışında bir işe yaramadı. Kürtlere, Alevilere, azınlıklara eşit yurttaşlık, emekçilere örgütlenme özgürlüğü fikrine düşman olmak AKP’de vücut bulan “yeşil sermaye” garabetini ortaya çıkardı. Devlet olanaklarıyla semiren, OYAK ile sermayedar olan, her emekli paşanın bir holdingde köşe kaptığı koşullarda “Beyaz Türk” laikler -“yoksul dindarlar” karşıtlığını körükledi. İşte tam da bu koşullarda “sadece bir yüzüğe sahip” olan RTE, yoksul dindarların duygularıyla oynamayı başararak Saray sahibi olabildi. Bugünler de ise, “Şeriat lazımsa onu da biz getiririz” diyen devletin eski seküler sahipleri ve “çocuk da olsa, kadın da olsa gereği yapılır” diyen siyasal İslamcılar “Saraylara laik” milliyetçi-mukaddesatçı bir koalisyon kurdular.
İran Molla rejimi ve Türkiye’de derin devlet – siyasal İslamcı koalisyonundan oluşan Saray rejiminin ortak özelliği özgürlük düşmanı olmaları. Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik fikrinden azade bir laikliğin, dindarlığın ya da cumhuriyetin halklara prangadan başka bir şey vermediğine Molla rejimi ve Saray rejimleri açık kanıt oldular.
Hülasa; Laiklik tartışmasını, “Allah’ın varlığı-yokluğu” tartışmasından çıkarıp, “özgürlüğün varlığı-yokluğu” mücadelesine dönüştürüldüğünde Mollalar, Saraylılar tutunacak dal bulamayacaklar.