“Sendikalarımızın ilk ve asli görevi, ister kamu ister özel sektör olsun, emeği, emekçinin hakkını, alın terini ve hukukunu savunmaktır. Kuruluş ve işleyiş tarzı itibarıyla birer sivil toplum örgütü olan sendikalar aynı zamanda demokrasinin vazgeçilmez aktörlerinden biridir.”
Sendikalara ilişkin yukarıdaki tanımın “birer sivil toplum örgütü olan” ifadesi dışında kalan kısmına imzamı atarım. Sendikaların neden sivil toplum örgütü olmadığı konusunu ayrıca tartışmak üzere bir kenara bırakalım ve yazının neden bu alıntıyla başlamış olduğuna değinelim.
İnanmakta zorlanabilirsiniz belki ama sendikalara yönelik bu tanımlama Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aittir. Öyle on yıllar öncesinde, grev gözcüsü önlüğüyle poz verdiği dönemlerde de değil, Memur Sen’in 3 Ocak’ta düzenlediği “Sözleşmeliye Kadro Şöleni”nde yaptığı konuşmasında bu sözleri sarfetmiştir. Erdoğan’ın bu konuşmada sendikalara yönelik ifadeleri bununla da sınırlı değildir. Aynı konuşma içinde demokrasi kültürünün gelişmesiyle sendikal hareketlerin etkinliği arasında doğru orantının bulunduğunu; demokratik teamül ve işleyişin güçlü olduğu sistemlerde sendikaların hak ve adalet mücadelesinin en ön safında yer aldığını söyleyen Erdoğan, “millet iradesine vesayet gölgesinin düştüğü toplumlarda sendikaların etkisiz eleman olmaktan, geri plana itilmekten kendilerini kurtaramayacağını” da vurgulamaktadır.
Erdoğan’ın sendikalara yönelik tanımlamalarıyla bu konuşmanın yapıldığı toplantıyı düzenleyen Memur Sen’in sendikal var oluşu tam bir ironidir. Erdoğan aslında bu konuşmasında Memur Sen’in neden gerçek bir “sendika” olmadığını da belirtmektedir. Zira AKP’nin 20 yıllık iktidarı döneminde üye sayısını tam 24 kat arttıran Memur Sen, “emeği, emekçinin hakkını, alın terini ve hukukunu savunmak” bir yana Türkiye’nin önce bir parti devletine, ardından da otokrasiye (tek adam rejimine) dönüşmesinde önemli bir aparat işlevi görmektedir.
Memur Sen’in dünyada eşi benzeri olmayan üye artışının hikmeti, kamu emekçilerinin atama ve yükselmesinde Memur Sen’e bağlı sendikalara üye olmanın temel koşul haline getirilmesidir. AKP’nin yan kuruluşu haline getirilen Memur Sen üyeliği vasıtasıyla kamu emekçileri arasında yaratılan ayrımcılık, kayırmacılık had safhaya ulaşmış; emekçilerin hakkı, hukuku değil, yandaşların çıkarını savunan, dolayısıyla yandaş olmayanın hakkını gasp eden bir örgüt çıkmıştır ortaya. Haliyle bu örgüt, demokrasinin bir aktörü olmak bir yana AKP’nin otoriter rejimi inşasında temel yapı taşlarından biri olmuştur.
Zaten Erdoğan da konuşmasının devamında, Memur Sen’in 20 yıllık iktidarına ve yeni rejimi inşa sürecine katkısını taktir etmekte ve geleceğe dönük beklentilerini açıkça ifade etmektedir.
“Memur-Sen, 28 Şubat başta olmak üzere tüm antidemokratik girişimlerde daima milletin ve millî iradenin safında yer almıştır. 27 Nisan bildirisinden Gezi olaylarına, 17-25 Aralık teşebbüsünden 15 Temmuz ihanetine kadar demokrasimize kast eden tüm saldırıların üstesinden Memur-Sen camiasıyla birlikte geldik… Her mücadelesinde yanında olduğum, her mücadelemizde yanımızda bulduğumuz Memur-Sen’le inşallah gelecekte de omuz omuza, yürek yüreğe yol yürümeye devam edeceğiz… Memur-Sen’in bugüne kadar olduğu gibi inşallah 2023 seçimlerinde de haktan, demokrasiden, kalkınmadan ve özgürlüklerden yana çok güçlü bir duruş sergileyeceğine inanıyorum. Bu noktada her ne olursa hangi sebeple olursa olsun birlik ve beraberliğimizden kesinlikle taviz vermememiz gerektiğinin altını özellikle çizmek istiyorum. Rabbim ‘muhabbetimizi, dayanışmamızı daim kılsın’ diyorum.”
2012’den bu yana en yüksek üyeye sahip konfederasyon sıfatıyla, tüm kamu emekçileri adına AKP hükümetleriyle toplu pazarlık masasına oturan Memur Sen, Erdoğan’ın konuşmasından da anlaşılacağı gibi emekçilerin hakkını, hukukunu koruyan bir sendika değil, AKP’nin organik bir aygıtıdır. Bu bağlamda otokratik rejimin inşasının yanı sıra yıllardır kamu emekçilerinin yoksullaşmasının da baş sorumlularındandır.
Yukarıda alıntılanan konuşmaların gerçekleştiği “şölen”de Memur Sen’liler Erdoğan’ın yüzde 200’lere varan enflasyon ortamında memur ve emeklilere müjde olarak açıkladığı yüzde 25 maaş artışını avuçları kızarana kadar alkışlaması da; kamu emekçilerinden ve emeklilerden gelen tepkiler üzerine Erdoğan’ın zam oranını yüzde 30 çıkarması üzerine bunu kendi mücadelelerinin sonucu olarak deklare etme yüzsüzlüğü de bu konfederasyon için şaşırtıcı olmamıştır.
Sendikalar Erdoğan’ın da belirttiği gibi “emeği, emekçinin hakkını, alın terini ve hukukunu savunan örgütlerdir ve demokrasinin vazgeçilmez aktörlerinden biridir.” Dolayısıyla sendikaların bu işlevini yerine getirebilmesi için sermayeden ve siyasi iktidardan bağımsız olması gerekir. Bunu yerine getirmeyen sendikalar emekçilere, işçi sınıfına ihanet halindedir ve bu tür sendikalar, sendika tarihinin utanç raflarında “sarı sendika” olarak anılırlar.