Cumartesi insanlarının 700. hafta çağrısı sonrası İstanbul’da yaşananlar önümüzdeki süreç açısından oldukça ciddi verilerin bir kere daha ortaya çıkmasına vesile oldu. 699 haftadır devam eden oturma eyleminin 700. haftada yasaklanması ve anneler dâhil herkesin vahşice hedef alınması, onlarca kişiyi gözaltına alarak ve nerdeyse İstiklal Caddesi’ni gaza boğarak etkinliğin engellenmeye çalışılması bir yanıyla iktidarın baskıcı karakterini sergilerken, öte yanıyla korkularını da ortaya çıkardı. Saldırı bir kere daha siyasal iktidarın zora dayalı karakterini ortaya çıkarırken, bu zoru henüz fütursuzca uygulama kapasitesinin sınırlarını da gösterdi.
Kitlenin büyüklüğü ve kararlılığı polisin hareket alanının sınırlanmasını sağladı. Bir kere daha görüldü ki meşru kararlı direnişin koşulları hala var ve bu sınırlar zorlanabilir. Bizzat iktidar tarafından engellenerek dağıtılmak istenen eylem kitlelerin direnme kapasitesini görmesine ve göstermesine tekrardan vesile oldu. İstiklal Caddesi eylem alanına dönüşürken polis saldırısı öfkenin büyümesine yol açtı. İnsanlar dağılmak bir yana kararlı bir şekilde tekrar tekrar toplanıp gözaltına alınanları kurtarmak için hareket etti ve eylemi sürdüren kitleler henüz polisi geriye püskürtecek bir konumda olmasalar bile bu konuma ulaşabileceklerini gösterdiler. İktidarın her yerde hazır ve nazır olması, dip köşe her yere nüfuzunu göstermesi “hegemonya” kavramı ile tarif ediliyor.
Gramsci hegemonyayı ek olarak rıza üretim kabiliyetiyle tanımlıyor. Hegemonik iktidar, yönetilenlerin ve ezilenlerin bir kısmının da rızasını kazanmayı başaran bir iktidardır. Onlar arasında da ittifak bağları kurabilen, onların gönlünü kazanabilen iktidardır. Rıza üretimi, propagandanın yeni yöntemlerini uygulayarak, halkın istemediği bir şeyi halka kabul ettirmek için kullanılan tekniktir. Toplumsal rıza üretimi kavramı ise, iktidar sahiplerinin kitle iletişim araçları vasıtasıyla meşruiyetini temellendirmek ve bunu sürekli kılmak adına ikna temelli rıza oluşturma çabasına vurgu yapar. Buradan bakıldığında toplumsal rıza sadece kendi taraftarlarının desteğinin sağlanması değil ötekilerin sesli ya da sessiz onayının alınması ile sağlanır ki bu durum verili iktidarın meşruiyet kaynağını oluşturur. Rıza üretimi siyasal iktidarın devamı açısından kritik bir duruma tekabül eder.
AKP’nin zayıf yanını bu durum oluşturuyor ve saray artık toplumsal anlamda bir rıza üretme pozisyonunu yitirmiş bulunuyor. Bu durumda, ötekileştirilmiş kitlelerden toplumsal onay alma kabiliyeti son bulduğu için oraya sadece baskıcı yüzüyle müdahale edebiliyor. Zira onay alamadığı kitleleri bastırarak sessizliğinden, teslim olmuşluğundan bir onay çıkarmak istiyor. Yani baskı aygıtlarına dayanarak ötekileştirilmiş kitleleri, onay vermediği durumu teslim olarak, zorla kabul etmeye zorluyor.
Bir rıza söz konusu olmadığı için ötekileştirilmiş kitleleri kendisine bir tehdit olarak algılıyor ve düşman hukuku uyguluyor. Cumartesi yaşananlar düşman hukukunun çıplak yansımasıdır. Bu hukuk yüzünden polis ihtiyar acılı insanlara, sivil halka ve vekillere fiziksel saldırıda bulunmakta bir sıkıntı görmüyor. Çünkü bu saldırının düşmanı hedef aldığını, cezalandırılmak bir yana ödüllendirileceğini çok iyi biliyor. Cezasızlık durumunun son bulması, faillerin yargılanması için sürdürülen eylem yeni ve güçlü bir cezasızlık durumunun saldırısıyla karşılaşıyor. Tüm baskı ve şiddet politikalarına rağmen saray, kendi karşısındaki geniş halk kitlelerine diz çöktürmeyi başarabilmiş değil. Bunun farkında olması ve kendi ittifak ilişkilerinin kayganlığı onu büyüyecek bir halk hareketinden korkar hale getiriyor. Bu psikoloji nedeniyle saray politikalarına karşı her eleştiri bir çeşit saldırı algısı ile karşılanıyor. Saray sonu gelmez bir savaş psikolojisi ile davranıyor. Kendinden olmayan herkes ona düşmandır perspektifi ile hareket ediyor ve saldırıyor. Gezi’nin hayaleti hala sarayın rüyalarını kâbusa çeviriyor ve bu nedenle büyüme potansiyeli olan her etkinliği zor yoluyla sonlandırmak için saldırıyor.
Sarayın korkusu ona karşı mücadele edenlerin direnme umudunun başlangıç noktası olarak kavranabilir. Kendisini yasal sınırlar içerisine hapsetmeyen meşru mücadele çizgisi çok hızlı bir şekilde karşılık bulma ve siyasal iktidarı zorlayacak şekilde kendini aşma potansiyeline sahip hale gelmiştir. Saraya ve baskı politikalarına tahammülü kalmamış kitleler meşru eylemin arkasına geçiyor ve tepkisini bu kanal üzerinden dile getiriyor. Durumun bu görüntüsü müdahale ederken polisin hareket alanını da sınırlıyor. Zira eylemin meşruluğu ve kitlenin öfkesi, saldırı karşısında daha da artıyor ve eylemi kendi doğal boyutlarının ötesine taşıyor.
Gezi ayaklanması da buna benzer bir yerden hareket etmişti. 3-5 ağaç halkın büyüyen öfkesinin dile gelmesinin zemini haline dönüşmüştü. Sarayın en güçlü olduğuna inandığı yerdeki zayıflığı yani kendi karşıtlarının sadece öfkesine yol açması onu korkular içerisinde hareket etmeye bu nedenle de baskıyı daha da arttırmaya yöneltiyor. Cumartesi eylemi aynı zamanda nasıl yapılması gerektiğini de göstermiş oldu. Meclis’in işlevsiz hale geldiğinin söylendiği bir aşamada HDP vekillerinin doğrudan eylemin içerisine girmesi ve bir direnç noktası oluşturması bundan sonrası için yol açıcı oldu.
Sokaktan gelenler sokakta durarak ve direnerek Meclis’teki mücadeleyi kitlelerle buluşturmayı başardılar. HDP vekilleri cumartesi günü kendilerine oy ve destek verenlere doğru bir iş yaptıklarını göstermiş oldular. Eylem aynı zamanda sınırları da göstermiş oldu bundan sonrası bu sınırları zorlayacak bir hattın ve örgütlülüğün zorlanmasına kalmış bulunuyor.