Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte AKP iktidarında, devlet kurumlarında ve toplumda çok yönlü kaygı, karmaşa, tedirginlik giderek artmaktadır. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Selahattin Demirtaş için verdiği kararı hiçe sayarak hukuka aykırı bir kararla uluslararası sözleşmeleri tanımadığını gösterdi. Bilindiği gibi karara ilk tepki Saray’dan gelmiş ve “karar bizi bağlamaz, karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” denilmişti. Böylece, “Osmanlı’da oyun bitmez” anlayışının genel geçer olduğu bir kez daha görüldü.
Bu tür kararların verilmiş olmasının nedeni halkın bir kısmının halen “koyun” gibi olması olsa da özünde AİHM “Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması” kararını açıkladığında en yetkili devlet yöneticilerinin “biz bu kararı tanımayız” demeleri AİHM’e meydan okumaktan başka bir şey değildir. Her şeyden önce AİHM’in bu olay üzerinde düşünmesi ve hiç kıvırmaya mahal vermeden yaptırımlarını uygulaması kendi geleceği açısından bir zorunluluktur. Önümüzdeki günlerde AİHM’in bu zorunluluğu kavrayıp kavramadığını hep birlikte göreceğiz. Türkiye açısından ise yeni bir şey yok. Hep aynı uygulamalar ve bu uygulamaların gerekçelendirmeleri devam etmektedir. “Beka sorunu” her zaman her şeyin başında tutuluyor. AKP-MHP ittifakının “Terör tehdidi Fırat’ın doğusundan gelmektedir” paranoyası “beka sorununu” doruğa yükseltmiştir. Çünkü panik derinleşmektedir. AKP’nin dışa yönelik yayılmacı arzusu kırılmıştır. “Emevi camisinde namaz kılma” ham hayalleri Türkiye’yi bataklığın girdabına çekmiştir. “İçerde” yaşanılan her başarısızlık büyük bir panik yaratmaya devam etmektedir. AKP, yaklaşan yerel seçimlerde kimi kayyımları yeniden aday göstererek “yandaş Kürtleri” bile aday göstermekten korkar duruma geldiğini göstermiştir. Türkiye’nin “geo-politik” ve “geo-coğrafik” durumu bile bir avantaj olmaktan çıkmaya başlamıştır. Dünya kamuoyu ve Avrupa hukuk kurumlarının kararları Kürt halkına ve onun politikacılarına yapılan hukuk dışı keyfi uygulamaları deşifre etmiştir. AKP yöneticilerini tedirgin eden ve yargıya baskı yapmasını sağlayan bu gelişmelerdir.
Bizler bu uygulamalara yeni tanık olmuyoruz. Gerek Kürt halkı ve gerekse tek tek olarak bizler hep bu tür uygulamaların nesnesi olduk. Bir zamanlar Lice’nin Derkam köyünde “hazineye” ait toprağı köylüler ekip biçiyordu. Araziler değer kazanınca bölgenin “ileri gelen ailesi” araziye el koymak istiyor. Köylü direnince jandarma gelip olaya el koyar ve arazileri “ileri gelen” aileye teslim eder. Bu baskı karşısında ezilen köylülerden biri arkadaşına “biz de gidip kanuna şikâyet edelim” deyince, arkadaşı, “ulan Heso kanun dediğin nedir ki, biri söylüyor, diğeri yazıyor onun için ona hiç güvenme der”. Benzer bir olay benim de başımdan geçti; 12 Eylül döneminde Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından yargılandım ve cezaya çarptırıldım. Mahkeme heyeti verdiği “kanıtsız” ceza ile yetinmedi, cezayı “mahkemeye saygı” göstermediğim için 1/3 oranında artırdı. Mahkeme hüküm verdiğinde o vahşet saçan cezaevinde tutukluydum. Hızını alamayan mahkeme cezayı artırarak “tutukluluk halinin devamına” karar verdi. Tutukluluk haline itiraz edip tahliye talebinde bulundum. O dönemin “meşhur” hâkimlerinden ve bizim davanın da “dosya hakimi” olan Ülkü Coşkun tahliye talebim üzerine bana “karara itiraz etme, dosya yargıya gitmesin, o zaman üç ay sonra çıkarsın” demişti. Beni politik olarak da esir almak istiyorlardı. Karara itiraz ettim. Dosya yargıtaya gitti. Yargıtay ancak 17 ay sonra karar verdi. Yargıtay dosyayı onayladı. Ama ben dosyaya itiraz ettiğim için 14 ay verilmiş cezadan “hukuksuz” olarak fazladan yattım. Kanunları ve nasıl uyguladıklarını buna benzer sayısız uygulamalardan gayet iyi bilmekteyiz.
Yaklaşan seçimlerde Kürt halkını geriletmek ve bölgede yeni serüvenler peşinde koşan AKP iktidarının paniği ve korkusu sonucu olabilecek kararlara bir gösterge olduğu için Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi kararının önemine dikkat çektim. Değişik kulvarlardan koşarak Kürt halkına karşı kışkırtmalar yaratan her boydan ve soydan ırkçı “aydınların” yazdıklarına baktığımızda da yargısız infaz görülmektedir. Kimileri “Bölgede istenmeyen insanlar belediye başkanı seçilseler bile en fazla üç ay içinde görevden alınacak” derken, bir kısmı da Kürt halkından yana görünerek halkı seçimleri boykot etmeye çağırmaktalar. Ancak çabaları boşuna olacaktır. Kürt halkı, “Köylünün tarihini köylülerle yapamayacağını” çoktan öğrenmiştir.