İnsanlar ister istemez böyle bir gelişme bekliyor. 1999 Gölcük depreminin açtığı yaralar karşısında çok haklı eleştiriler yöneten o zamanın muhalefeti AKP’nin iktidar olduktan sonra çok daha büyük bir depremle karşılaşınca kendi eleştirileriyle tutarlı bir davranış göstermesi gerekmez miydi? Bu ülkede siyasetle ilgilenen herkes böyle bir beklentinin “saflık” olduğunu bilir. Siyasetin yapısı kimseyi yanıltmadı. Öncekilerle kıyaslanmayacak ölçüde bir rezalet yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Rantla, yolsuzlukla, imar aflarıyla hazırlanan cinayetler ortada, ancak sorumlular yok!
Kurtarma çalışmalarının nasıl bir bencillikle yürütüldüğü bütün ayrıntılarıyla ortaya döküldü. Hataların kaynakları konusunda saklı gizli bir şey kalmadı. Saray yönetiminin sahaya neden ancak üç gün sonra o da çok yetersiz bir şekilde müdahale ettiği konusunda farklı söylentiler ortalıkta dolaşıyor. Eğer deprem yönetiminin kusurluları bir gün yargılanırsa, bunun Saray’ı da kapsaması kaçınılmaz görünüyor. Elbette ülkedeki “cezasızlık” veya “yapanın yanına kâr kalması” alışkanlığı değiştiği takdirde böyle bir yargılanma olabilir.
Deprem sonrası yaşananlara bakıldığında Saray’ın kurtarma çalışmalarını iyileştirmek bir yana, sürece tamamen seçimi nasıl kurtarabileceği yönünden baktığı hemen bütün çirkinliğiyle sırıttı. Seçim tarihi ile ilgili Arınç eliyle bir nabız yoklaması yapıldıktan sonra göründüğü kadarıyla deprem öncesi açıklanan tarihte karar kılınmıştır. Aynı zamanda Erdoğan’ın ağızından bir yılda şehir inşa etme sözü veriliyor.
Saray hiç vakit kaybetmeden iki günde 8 ihale yapmıştır. Elbette hepsi kapıların ardında gerçekleşen bu ihalelerin tutarı 6 milyardır. 3700 konut yapılacağı basına sızmıştır. Çiğdem Toker’in “ulaşabildiği” rakamlar bunlardır. “Ulaşılan” bilgilerin kapı arkalarında olanların tümünü yansıtmadığını tahmin etmek zor değildir.
Saray’ın olanlardan zerre kadar ders almadığı açıktır; aslında ders almasını beklemek büyük hata olurdu. Olanlardan ders çıkartmak demek bugüne kadar üstünde yükseldiği rant ekonomisinden vazgeçmek, bir anlamda kendini inkar etmekle aynı anlamlıdır. Hızla başlatılacak inşaatlarla hem ekonomiyi biraz canlandırmak hem de seçime doğru propaganda çalışmalarında Saray’ın nasıl bir kurtarıcı olduğunu göstermek AKP’nin iyi bildiği bir yoldur. Alelacele yapılanların depreme uygunluğu, yeterince ön çalışma yapılıp yapılmadığının hiçbir önemi yoktur. Bugünkü felaketi hazırlayan mantık seçim kazanma uğruna bir yenisini hazırlamaktan kaçınmıyor.
Son yaşanan deprem, gözü dönmüş rant ekonomisinden insanın yaşam, barınma, beslenme haklarını teminat altına alan bir sosyal ve ekonomik düzene geçiş için bir hareket noktası olabilir. Yaşanan depremle birlikte siyasal mücadele alanına önemli bir konu girmiştir. Ülkemiz bir deprem kuşağında olduğuna göre ve ne yazık ki yeni depremlerin kaçınılmazlığı ortadayken bu konuda alınacak tedbirlerin ve uygulamaların kapı arkalarında değil, kamuoyuna açık ve onun denetiminde yürütülmesi en sağlıklı yoldur.
Devlet depremin üçüncü gününde ortada görünmezken halkların dayanışması ilk saatlerden beri varlığını sürdürüyor. Bu inisiyatif yeni bir dönemin kapısını açabilir. 1999 depreminde bu olmadı. Olmayışın bedeli çok acılı ve yıkıcı oldu. Artık kimsenin görmezden gelemeyeceği yeni bir mücadele alanı kendini ortaya koymuştur. Saray’ın aldığı tedbirler ve hazırlıklar enkazın altında kalan Cumhur İttifakı’nın çöküşünü durdurmak için kısa vadeli bir fırsat olarak ele alınıyor. İnsanı, insanlığı seven, eşitlikçi bir sosyal düzen yaratmanın yoluna çıkmış olanlar bölgesel, mahalli örgütlenmeleri, meclisleri ile yaşam ve barınma hakkını korumak için iradelerini birleştirmelidirler.
Nasıl ki küresel ısınma tüm insanlık için mücadele edilmesi gereken bir sorun seviyesine geldiyse; ülkemiz için deprem tehdidiyle yaşamanın sonucu olarak, bu konuda bütün hazırlık ve uygulamaların halkların inisiyatifi eliyle yapılması kaçınılmaz hale gelmiştir.
Bu çalışma çeşitli halk örgütlenmelerinin, derneklerin, meslek odalarının işbirliği ile büyük bir güce dönüşebilir. Gezi hareketi bunun en güçlü kanıtıdır.