Sinsi bir sessizlik yayılmış her tarafa ve tüm çevre, çeper müstahak davranıyor. Enkazlar arasında herkes birbirinden kaçıyor. Bir tufan, bir kıyamet unufak edebilir hayatlarımızı ama hayır; bir toz, bir zerre yeter de artar bizim çaresizliğimize. Ötesi berisi hep düşündüklerimiz, sürekli düşlediğimiz ama hep düştüğümüz.
Dişe diş ıstıraplar, kana kan heder etmeler aşkta bile yuva kurdu. Artık kimsenin mutlu olma hakkı kalmadı. Döndü devran, geçti kervan denilen bir yolun başındayız. Dönmek götürür mü, nerede bırakır, ıslak rüyalar hangi raylarda insanı sürükler, bilinmiyor ve beklenmiyor.
Kıytırık anlarla teselli, kırımlarla tembihler biriktirip bir köşemize çekiliyor, unutuşun vahasında kayboluyoruz. Bize dahası lazım, yetmiyor bunca keder ve elem ve korku duvarları, tereddüt çığları. Mevsimler değişir, umutlar bahaneler bulur, zaman acımadan geçer. Sonra anılar teyit edilir, şahit aranır ve yalnızlıktan öte köy görünmez.
Birer kurşun gibi hayata karışmış kehanetler, her adımda tuzaklar döşeyen kuşkular güzergahında yol alıyoruz. Derin çukurlar, serin avuntular mezarlığı, çöl yalnızlığı. Kendini gösteren ve yazdıran kahırlar kuşağı. Önceleri de vardı, onları imha ettik el birliğiyle, birileri aramaya çıkmıştı, onlar da gitti.
Aşka hapishaneler yakıştırdık, sevinçlere gamlı dallar bulduk, bir daha da kimse birbirini bulamadı. Eşikler var, mezarlar ve hayatlar bırakır insanın önüne, oralarda bir yerlerde dolanıyoruz. Zaman ve mekân bir başka saldırıyor, yaşamayı sıra dışı bir yere götürüp bırakıyor ve terk ediyor. İnsanlar artık yan yana değil, karşı karşıya geliyor.
Buralarda nihayet diye bir şey yok, her şeyin devamı var, her şey devamlı. Uğursuz kabuslardan, zehir gibi günlerin içinden hep bir sonra çıkıp geliyor. Tane tane azaldı sevinç, birden hükmetti çöküş. Yıkımlar, kıyımlar, kahırlar önce sıraya dizildi, ardından çullandı hep birden. Kalanlar, kaldıkları yerleri yoklar oldu, rüzgâr esip geçti, gölgeler güneş aradı. İllaki bir yerlerden birileri bir şeyleri alıp getirecekti.
Hemen hepsi umuttu, insanı hep bir şeylere tamah ettirip kırılmadık yer bırakmazdı. Efsane sanılırdı, masal sayılırdı, eskiden denilerek tarihe fırlatılırdı. Geldi işte, gitti işte ve aslında yokluğunu armağan edip kayıplara karışmadan varlığını inkar etti. Umut işte, insanı insanlıktan, insanı dünyadan, insanı bir başkasında kovup giderdi, gitsindi.
Histerik gülüşler, fevri beklentiler, veryansın eden dualar ve beddualar, tek tek salvolar atıyor. Hemen herkesin bilmek istediği, varmayı hayal ettiği o yerler de kirlendi. O denli bahar, o kadar kışa döndü. Soruların sorunları çağırdığı, cevapların yer bulamadığı burada, herkes ya içeride ya da dışarıda.
Yitirilen zamanlar ve kaybolan mekanlar dünyasında herkes için bir kayıp ilanı lazım. Dünyaya ve insana yepyeni her şey lazım. İnsana insan da lisan da lazım. Değer vermek ceza sebebi, sevmek suç ağırlığında, insan kendine uzak, başkasına yakın. Sürgünler, dönmeler, gitmeler, yitirmeler peş peşe gelir ve hiçbir şey kalmaz.
Unutuluşun denizinde, hatırlamanın dağlarında, bir şeyler arıyoruz, birilerini belki de ya da birisini. Uçurumlar ve kıyılar buluyoruz nihayet, ölmek için yerler, yaşamamak için kabahatler. Herkes anımsamaya mahkumdur bir gün, hem de birinin rüyasında.
Haftanın kitap önerisi: Robert Musil, Aptallık Üzerine / Çeviren: Ersen Üldes-Amy Spangler, Sel Yayıncılık