Oğlu Agit İpek’in cenazesi kargo ile bir paket içinde kendisine verilen anne Halise İpek, yaşadığı süreci anlattı
Reyhan Hacıoğlu
Kayıplar ülkesi bir coğrafyada, Kürdistan’da ve Türkiye’nin birçok yerinde onlarca anne, aile çocuklarından bir iz ya da onlara ait bir mezarları olsun diye yıllardır direniyor. Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri derken bir hayli uzun bir süredir de Sur anneleri, Cizre anneleri katıldı kayıplarını arayan insan sayısına. Zulüm ve baskının hüküm sürdüğü tüm topraklarda olduğu gibi bu ülkede de neresi kazılsa aslında insan kemiği bulmak mümkün ancak öyle ki bazı arayışlar bir ömür sürse ne bir iz ne de adalet yerini bulabiliyor…
Ailelere bitmeyen işkence
Katledilen onlarca kişi, nereye dahi gömüldükleri bilinmeden bir gün ailelerinin kemiklerini bulmasını bekliyor. Birçok cenaze ise DNA işkencesi ile bitmeyen bir ATK süreci sonucu “Kimsesizler Mezarlığı”na gömülüyor. Bugün Kürdistan’da onlarca mezarlıkta onlarca cenaze ailelerine verilmeyi bekliyor. Cenazeye saldırı ve ölüye saygısızlığın bir politikaya dönüştürülmesiyle birçok cenaze ise insanlık onurunu hiçe sayan bir şekilde ya ailelere kargo ile gönderiliyor ya da bir kutu içinde ailelere teslim ediliyor.
Anlamlı bir çalışma
İşte bu saldırılar altında her ölü bir onurdur ve saldırı insanlık suçudur diyerek uzun bir süredir çalışma yürüten Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, 8-9 Ekim’de İstanbul Şişli Cemil Candaş Kültür Merkezi’nde “Ölülere Yönelik Şiddete Karşı Mücadeleyi Örgütleme Konferansı” düzenledi. Onlarca ailenin katıldığı konferansta gazeteciler, insan hakları savunucuları, avukatlar ve yurt dışından birçok kişi katılarak deneyimlerini, mücadelelerini ve acılarını anlattı.
Garzan’dan Sur’a…
O katılımcılardan biri de artık herkesin “Agit İpek’in annesi” diye tanıdığı Halise ana (İpek). HPG’li Agit İpek 2017 yılında Dersim’de çıkan bir çatışmada hayatını kaybettikten sonra ailesine 2 yıl sonra cenazenin bulunduğu bilgisi verildi. Aile Diyarbakır’dan Dersim’e giderek kan örneği verdi. Ve uzun bir beklemenin ardından Nisan 2020’de DNA testi sonucu cenazenin İpek’e ait olduğu kesinleşti. Tunceli Başsavcılığı, Adli Tıp’tan gelen cenazeyi PTT Kargo yoluyla Diyarbakır’a gönderdi. Ardından cenaze, anneye çağrıldığı Adli Emanet’te koli içinde verildi. Ve bir annenin kucağında oğlunun kemiklerinin olduğu kutunun fotoğrafı da böylece bir dönemin sembolüne dönüştü… İnsanlık bir kutu içinde yok edilmişti. Sonrasında Garzan Mezarlığı’ndan çıkarılan cenazelerin Kilyos’ta asfalta üst üste gömülmesi ve ailelere plastik kutu ile verilmesi ve son olarak Sur’da 2015’te hayatını kaybeden Hakan Arslan’ın cenazesinin 7 yıl sonra bir torba içinde babasına verilmesiyle tarih bir kez daha Kürtlere yaşatılan barbarlık karşısında utandı.
Kuşkusuz acılar ağırdır hele evlat acısı denilen acı en ağırı olsa gerek. Kürtçe’de “jan” denilen derin bir acıyı ifade eden kelime tam olarak bu acıya denk gelir. Yüzyıllardır süren bir zulme karşı verilen direnişte annelere kalan bir jan olsa da bazı annelerin bu acıya yanıtı öyle onurluca ki. İnsanın bakıp durası geliyor. Onlardan biri de başında beyaz tülbenti eksik olmayan Halise ana. Panel için geldiği İstanbul’da kırmadan ve hayır da diyemeden görüşmeyi kabul etti.
O suyu içmem…
Zor olsa da o günü, Agit’in cenazesini aldığındaki duygusunu soruyorum…
“Cenazeyi bana verdiklerinde sanki dünya başıma yıkıldı ama kendime dedim burada düşme Halise. Başım döndü biri; ‘Teyze iyi misin?’ dedi. ‘Bugün hiç olmadığım kadar iyiyim’ dedim. Bir kadın polis de ‘Su vereyim mi?’ dedi. ‘Sizin suyunuzu da içmem’ dedim. Ama düşmemek için bir sandalye vardı oturdum, şimdi kendime kızıyorum diyorum keşke o sandalyelerine de oturmasaydım. Agit’e bunu yapanlara karşı dimdik çıksaydım oradan” diyor.
Cenazesini alamamak bir dert, defnetmek bin dert olmuş Halise ana için. Ve aslında farkında da cenazelere katılımın engellemesinin amacını.
“Bu halk bu değerleri unutmaz ama. Cenazesine gelmese de, mezarına gelmese de unutmaz, acısı da onuru da öyle kolay değil atmak. Korkutmak istiyorlar, başka ne olacak ki. Barbarlık yapıyorlar ama insan sıcaktır ve ne mücadelesinden ne şehidinden vazgeçer” diyor Halise ana ve ekliyor; “Hakan geldi ya, babasının elinde gördüm ya onun kederi beni de aştı. Onu görünce çığlık attım. Ki Agit’im için bile atmamıştım. Ne adliyede ne evimde ağladım. Aldım ya oğlumu eve geldim. Verdim kucağıma, doya doya sarıldım, dediler ‘niye ağlamıyorsun’ o zaman iki damla döktüm çünkü ağlamak istemedim Agit için. Ama içim öyle bir rahatladı, dedim Agit evine geldi ve kan duracak. Onu böyle yollayanlar duracak artık. Çünkü dünya yıkılacak bundan sonra… Ama Kürtler için aynı işkence devam etti ve o yüzden bir olmamız lazım. Kaybedecek neyimiz var ki. Çocuklarımızı her gün alıyorlar, her gün tutukluyorlar, işkence de her gün var. Ne kaldı ki denemedikleri. Eğer biz öncülük etmezsek çocuklarımızı alacaklar yine.”
Çocuklarımız onurumuz
Ve soruyorum yeniden Hakan demişken; Görünmüşsündür Hakan’ın cenazesini, verilmek istenen masaj neydi? “Mesaj neydi biliyor musun; korku ve baskı salmak ama işe yaramıyor. Biz korkmuyoruz. Korksaydık yüzyıldır zulüm örüyoruz, anne babalarımızın çektiği yeterdi bize ama belli ki korkmuyoruz” diyor büyük bir cesaretle; “Demek ki baş eğmiyoruz, değil çocuklarımızı paketle yollamak ne etseler de başımızı eğmeyiz ki. Ölümse bu zaten ölüm ve bu onur ölümdür. Yani paketle yollasalar da yollamasalar da onlar bizim onurumuz. Ama ağır… Çocuğunu öyle almak. Öyle bir ateş ki hem acı hem tatlı. Ve düşman da bilsin; değil bizi yaralamak parçalasalar da tatlıdır çocuklarımızın onuru. Biz direneceğiz bunun için.”
Dünya duracak sandım
Bir ‘kaybı’ aramanın zorluğunu anlatıyor Halise ana; “Bazı aileler korkuyor ama çocuklarımızı onlara bırakmayın. Ben de çok yaşadım, akrabalar, köylülerimiz ben gece-gündüz ararken, artık bırak bir yerde dediler. Dediler seni de alacaklar, sana da işkence yapacaklar. Ama insan nasıl yerinde dursun ki. Düşün sürekli yarana tuz basıyor ve acın her gün aynı, asıl insan o zaman dayanmaz. Agit’in kemikleri gelene kadar benim acım da öyleydi. Zaten dediler al Agit’in kemikleri, önce yerin yedi kat dibine girdim, sanki dünya karardı. Ses falan da duymadım. Herkesin sesi öyle uzak geliyordu ki ama başımı eğmedim yine de ve ağlamadım da. Tek damla gözyaşı dökmedim. Ama Allah var dedim dünya duracak yani Agit öyle verildi ya paketle. Ama bir şey değişmedi, devlet aynı zulüm ve işkenceye devam etti. Ve kaç cenaze verildi sonrasında. Mesele Kürtler olunca bütün dünya gözlerini kapatıyor. O zaman Kürtler ayağa kalkmalı ve buna izin vermemeli ve sadece onlar değil bu bir mücadele ve direniş illa ki kendileri olmasa çocukları, çocukları olmasa torunları yaşayacak böyle bir şeyi. Çünkü bu bitmeyen bir dava. Mesela korucuların çocukları bile gerilla oluyor çünkü bu bir halk davası. Biz zulüm altındayız, baskı altındayız. Bunu bilmemiz lazım, çocuklarım içinde değilken de ben öyleydim. Ben şimdi hiçbir yere gidemiyorum ya diyorum çocuklarıma ihanet ediyorum. Çünkü yüküm ağır ve buna rağmen elimden geleni yapıyorum ve desinler şurda ateş var git Kürtler için, gider kendimi atarım… Geri adım atmayacağım, kızlarımız ve oğullarımız için. Öyle bir hal ki, halkımızın çocukları, eroin, uyuşturucu ve fuhuşa batıyor, her batağa, her pisliğe bulaşıyor; iyi ama söz konusu mücadele olunca onlara kötü geliyor. O zaman kalkın, hem kendinizi hem çocuklarınızı kurtarın. Mesele din imansa onu da kurtarın. Eğer çocuklarımızı, tanıdıklarımızı parçalayıp paket yapıyorlarsa ve ailelerine veriyorsa ve ben evimde sırt üstü yatıyorsam, ben sabaha kadar namaz kılsam da kurtulamam diyeyim sana.”
Dört parçayadır sesim
“Acılarımız bitmiyor ki” diyor Halise ana ve son olarak Süleymaniye’de Nagihan Akarsel’in katledilmesine sözü getirerek; “Kürtlerin içinde gelip öldürdüler. Buradan zulümden kaçtı orda kendi içimizde vurdular. Dört parçayadır da sesim; siz bugün Nagihan’ı orda şehit ettiniz, izin verdiniz sizi de şehit edecekler. Biz kan istemiyoruz. Hatta kimsenin çocuğu ölsün istemiyoruz, Kürt, Türk fark etmiyor. Artık çocuklarımız ecelleriyle ölsünler olmaz mı? Mesud Barzani bilmiyor mu üstümüzdeki zulmü, ama düşmanın elini tutuyor. Bunlar kendi cenazelerini bile bırakıyor ve buna da üzülüyorum. Onların da aileleri var diyorum. Tüm zulme rağmen diyorlar ya asker cenazelerini çürümeye bırakmışlar ben üzülüyorum. Onlar da merhamete gelsin biz ölüm istemiyoruz ki…”
Zor olsa da Agit’i soruyorum nasıl biriydi diye. 2010’da katılmış PKK’ye ve 7 yıl sonra da hayatını kaybetmiş. Uzun uzun daldıktan sonra ağzından dökülen tek kelime “güzel bir çocuktu” oluyor. Bir gazeteci için en zor anlardan oluyor bazı an’lar ve orda da bırakılmalı…
Kürtler bir olsun ki Agit’leri ölmesin…
Panelin nasıl geçtiğini merak ediyorum: “Çok güzel geçti. Hem güzel geçti aslında hem de acılı oldu biraz. Yüreğimi yaktı acıları dinlemek. Annelere dedim öyle bir durum ki aslında bizler için kutlu bir gün ne yazık ki. Çünkü biz buraya çocuklarımızın adı ile geldik diye. Demeyin bugünü nasıl kutlar diye çünkü büyük de bir onur bizler için dedim. Mardinli bir anne vardı, İzmir’de oturuyordu. 7 yıldır oğlumu arıyorum diyordu. Baktım tüm acılarımız aynı bir farkı yok aslında, dışardan gelenler de duysun istedik. Zaten biliyorlardı ama istedik ki bir daha dinlesinler acılarımızı. Neyin anladım biliyor musun bütün diktatörler aynı. Yabancı ülkedeki anneler anlatınca dedim zulüm aynı zulüm, acı aynı acı. Şunu da anladım onlar acıları karşısında ortak bir direniş de örmüşler ve dedim keşke biz de acılar karşısında bir olsak. Ellerimizi kenetlesek de bir daha acı yaşamasak. Bu halde olup, çocuklarımız kaybolmazdı. O yüzden heyecanla kalktım ve inan ne dedim aklımda bile değil şu an ama şu var sadece aklımda; ‘Agit’lerin annesi çok burada ve hepsi Agit’lerini arıyor. Ve yeter artık çocuklarımız kaybolmasın, onları aramak zorunda kalmayalım. Bu kanın önünde set olalım, durduralım artık. Artık acılar olmasın ve annelerin canı yanmasın’. Konuşmak rahatlattı, konuşmasak insan nasıl dayanır ki…”
Aklında ne kaldı Halise ana diyorum; “Asfalttaki arkadaşların cenazeleri, Sur anneleri, en çok da çocukları kayıp olanlar… Ben en azından çocuğumu gömdüm, içim rahatladı. Ama kayıpları aramak çok ağır. Çünkü ben de yaşadım sabaha kadar insanın gözüne uyku girmiyor. Bazı akşamlar uyanıyordum; Agit acaba kemiklerin nerde diyordum… Diyordum annen burada yatağında acaba sen neredesin, nerde kaldın diye. Kızım misafirliğe geliyordu ertesi gün gidiyordu, diyordu sen hep ağlıyorsun, huzurum kalmamıştı yani. 3 yıl Agit’im onlarda kaldı, ben üç yıl uyumadım… Aklımda yoktu, namaz kılıyordum kaç rekât kıldığımı bile bilmiyordum inan. Ağlayınca nefes alıyordum işte anneler deyince o günlerim geldi aklıma hele bir anne 7 yıldır deyince dedim ben o işkenceyi biliyorum…”
Son olarak bir şey demek ister misin?..
“Kürtler bir olsun, olsun ki Agit’leri, Hakan’ları, Nagihan’ları ölmesin…”