31 Mart yerel seçiminin stratejik bir seçim ve AKP’yi geriletmek için son şans olduğundan bahsediliyor. Bu “stratejik seçimde” CHP’nin ardında saf tutmamız öğütleniyor. AKP kaybettiğinde zaten hepimiz kazanmış olurmuşuz! Dünün AKP-MHP’lilerinin CHP’den aday yapılmasını sorun etmemeli, rantçı, talancı zihniyete sahip adayları “oyları bölmemek adına” desteklemeliymişiz! Bunları desteklerken de fazla ortada görünmemek, “ittifak-ilkeler” vb. sözler etmemek önkoşulmuş! AKP’yi yenmek için sistem muhalefetinin mikrodalga fırında ısıtılmış bayat planı sadece bu kadar. Demokrasiyi yerelden kurmak, halkçı yerel yönetim, ekolojik yaklaşım, toplumsal cinsiyet eşitliği tabii ki sistem muhalefetinin gündeminde yok.
Başta CHP olmak üzere sistem muhalefetinin Saray Rejimi’ni yenmek bir yana, AKP-MHP’nin kötü birer kopyası olma durumu, son kullanma tarihi çoktandır geçmiş olan AKP’nin ömrüne ömür katıyor. 31 Mart yerel seçimine giderken, büyük kitleler iktidarın yaratmış olduğu ekonomik-siyasal yıkımı iliklerine kadar hissetse de sistem muhalefetinin içine düşmüş olduğu keşmekeşi de görüyor. Bu koşullarda önümüzdeki yerel seçimin “stratejikliği” kazanılan belediye sayısıyla değil, gerçek bir demokratik muhalefet yaratma olanağını taşımasından geliyor. “Kazanılma ihtimali olmayan” yerlerde aday çıkarmaya da buradan bakmak gerekiyor: Gerçek bir demokratik alternatifin kitlelere gösterilmesi, iktidar ve sistem muhalefetinin çöküşü esnasında kitleleri yönsüz ve umutsuz bırakmamak adına stratejik bir hamle olarak görülmeli.
Saray ve sistem muhalefetinin yerel seçimde çeşitli illerde gösterdiği adaylara baktığımızda “CHP kaybederse AKP kazanır” umacasının anlamsız olduğu ortada. Fikir ve zikir ortaklığına sahip rantçı-ırkçı adaylardan AKP’li ya da CHP’linin seçilmesi sadece çıkar grupları açısından bir önem taşıyor. Hatay, Antalya, Bolu… gibi birçok şehirde muhalif görünümlü rantçı madrabazların belediye başkanı seçildiği durumda halkın Saray’a direnme iradesi akamete uğratılıyor.
DEM Parti ve demokrasi güçlerinin Saray Rejimi’ni geriletme, kayyım gaspını geri püskürtme hedefi özellikle önümüzdeki yerel seçim için yeterli bir hedef değil. Saray Rejimi’ni geriletilme hedefi, Saray’a sürekli meşruiyet sağlayan sistem muhalefetinin kitleler üzerindeki etkisinin kırılması ve gerçek bir muhalefet bloğunun oluşturulması hedefiyle birleştirildiği ölçüde etkili olabilir. İstanbul’da, Ankara’da AKP’nin kazanmasını önlemeyi DEM Parti’ye “ödev” olarak dayatanlar, Kars ve Iğdır’da AKP’nin kazanmasını önlemek için kıllarını kıpırdatmaktan imtina ediyorlar. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Biz Saray’ın kaybetmesi için her türlü fedakârlığı yaptık, sorun bizim yapmadıklarımız değil, CHP’nin seçim kazanmak için hiçbir şey yapmamasıdır” sözü Saray’a karşı kimin nasıl konumlandığını özetliyor.
Bu tartışmalar ekseninde, Bolu Belediye Eş Başkan Adayları olarak DEM Parti’nin beni ve Birsen Bal’ı aday göstermesi “kazanılması mümkün olmayan yerde” sembolik bir tavır asla değil. AKP rantçı zihniyeti ile CHP adayı Tanju Özcan’ın ırkçı politikalarına “DUR” denilmesi, yıllardır ağır şovenist propagandaya maruz kalan Bolu halkına gerçek demokratik alternatif sunulması önemli bir adım. DEM Parti’nin Bolu adaylarını açıkladıktan sonra ortaya çıkan heyecan, “oyumuzu bölüyorsunuz” serzenişleri yerine her kesimden gelen tebrikler AKP-CHP tarafından yıllardır oynadığı orta oyununun sonuna gelindiğine delalet.
31 Mart gecesi için “Saray Rejimi yenilecek” diyemiyoruz. 31 Mart seçimleri, 14 Mayıs seçiminin gölgesinde ve Saray’ın kurduğu hileli sandık koşullarında gerçekleşecek ne yazık ki. Kürt illerine yönelik devasa oy kaydırma hileleri kimi yerlerde AKP lehine sonuçlar verecek. Fakat bunlar tali şeyler. Esas olan 1 Nisan’da AKP-CHP’nin kayıkçı kavgasının gürültüsünden kurtulmak, gerçek bir halk muhalefetini güçlendirmek olacak.
Saray’ın seçim tuzaklarıyla sistem muhalefetini baş başa bırakmanın zamanı geldi. Siyaseti seçim sandığının dışına çıkaracak bir “sandıkta röveşata” hamlesi artık farz oldu.