Demokrasi, insanlığın siyasal arayışının odağında sürekli yer alan bir kavramdır. Bu bakımdan tarihseldir. Bu kavramın da bir tarihi vardır. Devlet eksenli bir tanımı olduğu gibi, toplum eksenli bir tanımı da mevcuttur. Bu mana ile demokrasi kavramının açılımını yapmakta fayda vardır.
Eski Yunanca’da “Demos” (halk) ile “Krotos” (iktidar) kelimelerinin birleşmesi ile oluştuğu tanımı genel tanım olarak kabul edilmiştir. Terim olarak “halkın iktidarı” anlamına gelmektedir. Ama tarihsel topluma baktığımızda daha kadim bir karşılığı vardır.
Demokrasi kavramı, tarihsel süreçte; niteliksel değişime uğramıştır. Hakim sınıflar için iktidarın egemenliğini simgeler. Ezilen, sömürülen sınıflar için, halklar, kadınlar için; eşitlik, özgürlük arayışıdır.
Demokrasi kavramı her ne kadar Yunanca bir kavram olarak sözlüklerde yer alsa da, tarihsel topluma baktığımızda daha kadim bir karşılığı vardır. Toplum, temelinde demokratik ve komünaldır. İlk toplum olan klan toplumsal formunda “ikrar ve rızalık” ilkesi esastı. Bu ilke aynı zamanda bir “konsensus” ilkesiydi. Klanın bileşenleri ortak akıl ile kendi kendini yönetir bir bilince sahiptiler. Doğal toplum olarak da tanımlanan rıza toplumu süreklerinin başlangıç evresinde tamamen eşitlikçi ilişkiler vardır. İktidar, tahakküm, devlet süreç içerisinde oluşmuştur. İnsanlık tarihi doğal toplum değerleri ile başlayıp, bu değerlerle iktidarcı anlayışlara karşı, varoluşsal gerekçesini hakikat ve özgürlük arayışı ile anlama kavuşturmuştur. Bu arayış güçlü direnişlerle bugüne devriye olmuştur.
Doğal toplum, rıza toplumu, demokratik toplum, komünal toplum olarak kavramsallaştırılan toplum esasta, tüm iktidarcı, hiyerarşik toplum modellerinin dışındaki toplum modellerini ifade eder.
Klan toplumunda yaşamın anlam hakikati “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” söyleminde karşılık bulmuştur. Bu ilke ahlaki – politik bir ilkedir. Toplumun barınma, üreme, beslenme, eğitim gibi temel varoluş ilkeleri bir düzenlemeye tabidir. Bunlar yapılırken aralarındaki ilişki iktidar ilişkisi değildir. Bu model aynı zamanda bir toplum modeli olduğu için örgütlenme tarzında meclislerin önemine dikkat çekmektedir. Türkiye gibi farklı halkların, inançların birlikte yaşaması için önemli bir referanstır. Hele hele “yerel meclis” seçimlerinin yapılacağı bu günlerde üzerinde durulması gereken bir konudur. Cümle canın hakkı için toplumda paylaşma, düzenleme ve ortak karar verme ilkesi esas alınmıştır. Bu anlayış aynı zamanda demokratik siyaset anlayışıdır. Demokratik siyaset anlayışında esas olan halkın irade, bilinç ve karar gücü olmasıdır. Demokratik yerel yönetimler bu gücün merkezini oluşturmaktadır.
Üçüncü dünya savaşının etkilerinin en yoğun yaşandığı ülke olan Türkiye’de bir sistem oluşturma süreci de söz konusudur. Sistemin ekonomik olarak gelişme dinamiğini yitirmesi, dinciliğin, cinsiyetçiliğin, ırkçılığın dibe vurduğu, doğanın rant alanına dönüştüğü, doğa ve toplum dengesinin bozulduğu, tarımsal ve hayvansal üretimin bitme noktasına geldiği, karşıtlığın her gün körüklendiği, farklı kimliklerin, inançların, tercihlerin sürekli baskıya uğradığı, açlık, yoksulluk ve sağlık sorunlarının her gün artış gösterdiği, erişilebilir eğitim ve sağlık hakkının zorlaştığı, ekonomik, politik, siyasi alanın giderek erilleştiği, insanın topluma, doğaya giderek yabancılaştığı, çarpık kentleşme, sanayileşme, kimyasal, biyolojik atıkların yaratmış olduğu yıkımların doğa ve toplumu tehdit eder duruma geldiği, Kürtlerin, Alevilerin, emekçilerin demokratik taleplerinin baskı ile karşılık bulduğu, halkın irade beyanında bulunduğu seçilmişlerin sürgünde, zindanda ya da göz hapsinde olduğu, kriz ve kaosun yoğunca yaşandığı bir dönemde yerel yönetimler seçimine gidilmektedir. Bu sorunlar mevcut iktidarı, resmi muhalefeti ve üçüncü alan olarak kendini tanımlayan DEM Partisi’ni de ilgilendiren sorunlardır. Kısacası sistemin krize girmesine neden olan sorunlar tüm sosyal kesimleri ilgilendiren sorunlardır. Birlikte, ortak akıl ile demokratik siyaset anlayışı, demokratik yerel yönetimler anlayışı ile mevcut sorunlara çözüm üretilebilinir. “Konsensüs ilkesi” değil de “iktidara gelme” ilkesi esas alınırsa sandık sadece ve sadece demokrasinin aksesuarı olur.
DEM Partisi seçim ittifakını mı esas almalı yoksa bir demokrasi ittifakını mı? Yukarıda kısaca sıraladığımız sorunlar seçim ittifakı ile çözülür mü? “Yüzyıllık cumhuriyet modernitesi kendini neye göre meşrulaştırmıştır?” sorusunun cevabı, aynı zamanda demokrasi mücadelesinin, demokratik yerel yönetimlerin nasıl olması gerektiğinin yol haritasını da belirlemektedir. Türkiye’de yüzyıldır devam eden, dönem dönem karşıtlık oluştursalar da sürekli simbiyotik ilişki içinde olan iki hegemonik güç mevcuttur. Birincisi İttihat Terakki ile başlayan ve günümüze devriye olan ulusalcı – milliyetçi gücün hegemonyasıdır. Diğeri ise, Türk- İslam anlayışı ile temsilini bulan günümüze kadar devriye olan belirleyici güçtür. Bugüne kadar seçime katılan partilerin çoğunun birinci önceliği iktidarı ele geçirme olduğu için, demokrasi fonksiyonunu yitirmişlerdir. Partiler, toplum taleplerini devletle dengeleme misyonuna sahip olmuşlardır. Toplumun istemlerini esas alma, toplumu bilinçlendirme, birlikte yaşama aklını esas alma, toplumu örgütlenme yerine, toplumu kontrol ve denetim altına almışlar. Bir türlü resmi ideolojiyi aşamayan partiler sorunları çözmekten ziyade, sorunlar üzerinden kendilerini meşrulaştırmışlar. Özellikle söz konusu “ötekiler” olunca siyasi partiler politika üretmekten çok sorun üretmişlerdir.
Demokrasinin enstrümanları var: “sandık”, “baraj”, gizli oy”, “açık sayım.” Reel sosyalist dönemde dahil bugüne kadar demokrasi sandık ile ölçülür oldu. Peki sandık demokratikleşebildi mi? Demokratik sandığın ölçüleri nelerdir? Sandığın demokratikleşmesinin zemini hazırlandı mı? Demokratik siyaseti yürüten organlar kadar bu organların içinde demokratik ilkelerin esas alınması, araçların ahlaklı olması, demokratik yönetimlerin oluşması, halkın karar alma aşamalarında doğrudan yer edinmesi gibi konular demokratik siyasetin özellikleridir. En nihayetinde demokratik bir sandıkta esas olan, bir sandıkta iradesini görünür kılmak isteyen, rıza gösteren, tercihte bulunmak isteyen canların birbirleri ile ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak ikrarlaşmaları gerekiyor. Yüzbinlerce insanın sandığa gitmesi, oy kullanması demokrasinin olduğu anlamına gelmiyor. Asıl önemli olan yüzbinlerce insanın aracılarla değil, direk cemal cemale gelerek, birbirleri ile doğrudan iletişim kurabilmeleridir. Meclis örgütlenme tarzıyla milyonlar birbirlerine temas edebilir. Mahalle meclisi, köy meclisi, işyeri meclisleri.. vs. Bu tarzda bir iletişim aynı zamanda öz iradenin tecelli etmesidir ki buna özgürlük denir.
Özgürlük ise öz irade ile seçim yapma, irade beyanında bulunma, tercihini görünür kılma demektir. Milyonlarca seçmenin aracı kullanmadan yapacakları bir irade beyanı muazzam bir etki yaratır. Bu şekilde yapılacak bir seçim, seçimde bulunan güçlerin mücadele düzeylerini, hakikat arayışlarını, demokratik kimliklerini ve kaostan çıkışın düzeylerini belirler. Kriz ve kaosun yoğun olduğu dönemlerde böyle seçimleri gerçekleştirmek güçlü tercihlerde bulunmak anlamına geliyor.
Yerel seçimler yaklaşırken DEM partisi yüzbinleri yüz yüze getirerek, temas ettirerek, temsili kaldırarak, doğrudan seçim yapmaktadır. Yoğun tartışmalar, konferanslar, öneriler, kararlar sonrasında ortaya konulan sandıkta güvenlik sorunu oluşmadı. Silahların gölgesinde ön seçim yapılmadı. Kimse parmağına mürekkep sürmedi. Televizyonlarda propaganda yapmadılar. Milyon dolar para harcamadılar. Herkes herkesi gördu, dokundu, dinledi. Her kesin iradesi karşılık buldu.
Şu Kürtler var ya şu Kürtler! Kart kurt sesinden meydana gelen Kürtler. Komünter raporlarında feodal, gerici aşiretci olarak kayda geçen Kürtler! Okuma yazma bilmeyen, bir dönemler seçim pusulasındaki partilerinin yerini ip ile ölçen Kürtler! Bütün dünyaya demokrasi dersi veriyorlar. Kürtler, daha fazla demokrasi, daha fazla komünalite, daha fazla toplum; daha fazla toplum ise daha az iktidardır tespitini yaparak tarihe iz bırakıyorlar.