Sancar, iktidarın reform söylemlerinin ‘içi boş’ olduğunu söyleyerek, ‘İçinde bulunduğumuz kriz, Kürt sorununda izlenen çözümsüzlük, şiddet, inkâr politikası ve demokrasinin ve hukukun askıya alınmasıdır’ dedi
Gündemin anlık değiştiği Türkiye siyasetinde AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “reform” söyleminin ardından tekrardan “Kürt sorunu yoktur” noktasına geldi. Ekonomide yaşanan sıkıntılar, yargıda yaşanan belirsizlik, muhalefetin erken seçim çağrıları, Kürt sorunundaki çözümsüzlükte ısrar, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı cezaevlerinde yeniden başlayan açlık grevleri siyasetin başlıca gündemlerini oluşturuyor.
Partisinin programları kapsamında Mardin’de bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Ahmet Kanbal’ın sorularını yanıtladı.
Siyasette reform açıklamalarının ardından Bülent Arınç, sarf ettiği sözlere Erdoğan’ın tepki göstermesi üzerine YİK üyeliğinden istifa etti. Ekonomide Berat Albayrak’tan sonra dümenin teslim edildiği isimler, yaşanan krizi hafifletme çabasında. Bir taraftan da partinize dönük gözaltı ve tutuklamalar sürüyor. İktidar cenahında nasıl bir politika izleniyor şu sıra?
Reform söyleminin içi boş, önce bunu belirtelim. Reform dedikleri şeyden neyi kastettiklerini açıklamıyorlar. Mesela bir hukuk ve yargı reformundan bahsediyorlar ama bunun içeriğinin ne olduğunu söylemiyorlar. Ekonomide reform diyorlar ama attıkları adım pek de öyle yenilik içeren bir hamleye tekabül etmiyor. Zaten siyasi kriz alabildiğine derinleşmiş durumda. Siyasi kriz şu demek: Hükümet ekonomide, sağlıkta, toplumsal hayatta ülkenin sorunlarını çözecek bir yol bulamıyor. Mesela deprem gibi önemli bir meselede, ekolojide ortaya çıkan sorunlar gittikçe büyüyor ve bütün bunlar bir araya geldiğinde kriz hali oluşturuyor. Kriz haliyse ciddi bir yönetim kabiliyeti gerektiriyor. Ciddi bir yönetim olmadan krizleri çözmeniz mümkün değil.
Türkiye’deki bütün bu krizlerin temelindeyse çok önemli bir kaç mesele var. Bunlardan en önemlisi Kürt meselesidir. Kürt sorununda bu iktidar 2015’te çözüm sürecini terk ettiğinden beri şiddet yöntemlerine, güvenlikçi politikalara yönelmiştir ve asıl hedefi HDP’yi siyasal alanda tasfiye etmektir. Kürt halkının taleplerini şiddetle bastırmaktır. Ama bu yöntemin bir sonuç alamayacağını biliyoruz. Aslında bunu hükümetin de Cumhurbaşkanı’nın da diğer bakanların ve parti temsilcilerinin de bilmesi gerekir. Çünkü aynı yöntemler yıllarca uygulandı, on yıllardır deneniyor ama hep aynı sonuç alınıyor.
O sonuç da şudur; Kürt sorununda şiddeti esas alan güvenlikçi politikalar izleyen iktidarlar bir süre sonra tıkanıyor, tıkanıklık giderek siyasal çözülmeye dönüşür, çözülme ise çöküşle noktalanıyor.
Bu arada yaşanan çözülme, tıkanıklık ve çöküş sadece iktidarlarla sınırlı kalmıyor. Toplumsal alanda, ekonomide ve başka meselelerde de çok derin tahribatlar yaratıyor. Şu anda Türkiye tam da bu durumu yaşıyor. 2015’ten bu yana içine girilen durum, Temmuz 2016’daki darbe girişimi, ardından olağanüstü hal, olağanüstü hal süresince uygulanan amansız baskılar, insafsız zulüm, kendilerinin giderek daha derin bir çıkmaza sürüklenmesine yol açtığı gibi ülkeyi de derin krizlere sürükledi. Esas mesele bu iktidarın krizleri çözebilecek zihniyete, kabiliyete ve kudrete sahip olmamasıdır. Sahip olmadığı için de kriz derinleşiyor, krizin yarattığı tahribatlar da büyüyor.
Reform söylemlerinin konjonktürel mi olduğunu düşünüyorsunuz? Özelikle Kürt sorununa dair bir adım atılması söz konusu mu?
Eğer kastedilen Kürt sorununda yeni bir yöntemin benimseneceği ise, bu gerçeklerle uyuşmuyor, doğruyu yansıtmıyor. Bu iktidarın Kürt sorununda demokratik siyaset yoluyla bir çözüm arayışına gireceğine dair herhangi bir işaret yok. Esasen krizlerin çözümü, nedenlerine bakılarak bulunabilir. İçinde bulunduğumuz kriz, Kürt sorununda izlenen çözümsüzlük, şiddet, inkâr politikası ve demokrasinin ve hukukun askıya alınmasıdır.
Öte yandan ekonomideki en önemli mesele ise rant, saray ve savaş alanlarına çok büyük kaynakların aktarılmasıdır. Yani sorunların tümü birbirine bağlıdır. Savaş, rant ve israf edilen kaynaklar aynı zamanda bu sistemin bir sonucudur ve bu iktidarın zihniyetinin bir ürünüdür. Bütün bunları değiştirmediğiniz takdirde soyut söylemlerle herhangi bir rahatlama yaratmanız, herhangi bir çözüm aradığınıza dair ikna edici bir mesaj vermeniz veya toplumun verdiğiniz mesajdan ikna olması mümkün değildir.
Peki, düşünülen tarzda bir reforma girişilmesi çözüm sağlar mı?
Ben meselenin bir sistem krizi olduğunu birkaç konuşmamda söyledim. Sistemi değiştirmeniz gerekiyor. 2017’de kabul edilen 2018’de yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye’de tıkanmış durumda ve işlemiyor.
Bu tıkanıklık son gelişmelerle çok daha belirgin hale gelmiştir. Şimdi ekonomide bir rahatlama sağlamak için bakan değişikliğinin çare olduğunu söylüyorlar ya da en azından böyle bir algı yaratmaya çalışıyorlar ama ekonomideki politikaların baş sorumlusunun Hazine ve Maliye Bakanı değil, esasen en tepedeki kişi olduğu da ortada. Yani politikaların esas sorumlusu Cumhurbaşkanı’dır. Çünkü tek adam yönetiminde kararları ve kurumları bizatihi Cumhurbaşkanı belirliyor. O halde Hazine ve Maliye Bakanı’nın ondan habersiz, ondan bağımsız bir politika yürütmesi mümkün değil. O ismi değiştirdiğinde bir bakıma sorumluluğu kendi üzerinden atmış olmayı hedefliyor, attığına dair bir algı yaratmayı planlıyor. Peki yeni gelen Hazine ve Maliye Bakanı yeni atanan Merkez Bankası Başkanı bağımsız bir politika mı izleyecekler? Cumhurbaşkanı ekonomi politikasını mı değiştirdi veya bu iktidar ekonomide yeni bir politika arayışına mı girdi? Hayır. Sadece palyatif tedbirlerle biraz zaman kazanmaya çalışıyorlar.
Bunun nedeniyse muhtemelen yeni arayışlar. Bu arayışların biri iç politika, diğeri dış politikayla bağlantılı iki tane önemli kaynağı vardır. İç politikada zaman kazanma ihtiyacı, yeni iktidar formülleriyle ilgili olabilir. Yani özellikle AKP ve Erdoğan, iktidar içinde yeniden yapılanma yollarına girmeyi deneyebilir veya yeni iktidar formüllerinin peşinde olabilir.
Yeni iktidar formüllerinden kastınız ne?
Bu sistemde iktidar, bu krizi yaratan politikaların sahibidir. Eski politikalardan biraz ayrılacak bazı düzeltmeler yapacak olsalar güvencesi ne? Bir güvencesi yok. Çünkü yarın öbür gün yeniden diyebilir ki; “Efendim ben vazgeçtim, reformları askıya alıyorum.”
Yeni iktidar formüllerinin ne olabileceği konusunda fazla spekülatif konuşmak istemiyorum ama bunu bir başlık olarak kaydetmekte fayda var. Önümüzdeki zamanlarda eğer mevcut iktidar bileşimi sorun yaşarsa kendi içinde muhtemelen yeni arayışlara girecekler. Bu yeni arayışlar da büyük ihtimalle mevcut sistemde bazı kozmetik değişiklik teklifleriyle muhalefetteki bazı partilere yönelebilir. Yani muhalefet partilerinin kapısını çalabilirler. Belki bazı muhalefet partileri ile sistemde kozmetik veya kısmi değişiklikler karşılığında başka mutabakatlara varılabilir. Böylece zaman kazanabilir, en azından kendi hareket alanlarını biraz genişletecek yeni seçenekler yaratmaya çalışabilirler.
Bu arayışlar içerisinde “Kürt sorununda yeni bir politika” mevcut değildir. Bütün işaretlere, verilere baktığımızda bizim gördüğümüz tablo budur.
Kimi mecralarda bu iktidarın Kürt sorununda da yeni bir politikaya yöneleceğine dair yorumlar, spekülasyonlar yapılıyor. Ama buna cevabı apaçık bizatihi Erdoğan verdi ve “Kürt sorunu yoktur” dedi. Bu nedenle Kürt halkı içinde belli kesimlerde beklenti yaratmaya yol açacak manipülasyonlara prim vermemek gerekiyor. Kürt sorununda demokratik çözüm, güçlü bir mücadele ile mümkündür; iktidarlardan veya belli partilerden beklenecek bir şey değildir. Sistem partilerinden bunun beklenmesi yanıltıcı olur. Bazı başka sıkıntılar da yaratır.
İktidar reform mu yapmak istiyor? Açıklasın reform programını, görelim. Bizim kendi reform programımız var. Daha önce üzerinde çalıştığımız ayrıntılı bir reform önerimiz mevcut. Adalet alanında, yargı alanında özellikle de siyasal alanda bunları güncelliyoruz ve bunları kamuoyu ile paylaşacağız. Eğer, gerçek anlamda bir şeyler yapmak istiyorlarsa buyursunlar bu programdaki taleplere, önerilere baksınlar. Eğer, adım atmak istiyorlarsa atsınlar. Ama biz biliyoruz ki bugün reform diye yapabilecekleri bazı düzeltmeler varsa bile onların bir güvencesi yoktur. Bu sistemde iktidar, bu krizi yaratan politikaların sahibidir. Eski politikalardan biraz ayrılacak bazı düzeltmeler yapacak olsalar güvencesi ne? Bir güvencesi yok. Çünkü yarın öbür gün yeniden diyebilir ki; “Efendim ben vazgeçtim, reformları askıya alıyorum.”
Bu sistemde güvence yoktur. Bu sistemde tek adam iradesine bağlı bir işleyiş vardır. Kurumlar çökmüştür. Denge denetleme mekanizması işlememektedir. Kuvvetler ayrılığı artık yoktur. Yargı bağımsız değildir. Kamuoyu denetimi engellenmektedir. Çünkü basının çok büyük bir kısmını kontrol ediyorlar. Peki topluma nasıl bir güvence verecekler? Bu sistem içinde vermeleri mümkün değil. Bu sistemin değişmesi gerekiyor.
Bu sistem değişince her şey kendiliğinden çözülmeyecek ama çözüm için bir kapı açılmış olacak. Bununla da yetinemeyiz; bu iktidarın zihniyeti de değişmelidir. Gelişmelerden, bu zihniyetin de değişmeyeceğini görüyoruz. O halde bir, sistem değişmeli; iki, iktidar değişmeli. İşte ancak o zaman bu toplumun, Türkiye halklarının, en başta da Kürt halkının beklentilerini karşılamanın yolu açılabilir.
Hem HDP’den hem de diğer muhalefet partilerinden yükselen erken seçim çağrıları var. Muhalefet olası bir erken seçime hazır mı?
Biz bu krizleri aşmak için sistem ve iktidar değişikliğinin gerekli olduğunu söylediğimize göre erken seçimi de istiyor olmamız lazım ve istiyoruz da. Bu çağrıyı yapıyoruz; çünkü biz bu iktidarı seçimle değiştireceğiz. Tabii ki seçimlere kadar mücadeleyi askıya alacak değiliz. Her türlü hukuksuzluğa, baskıya, antidemokratik uygulamalara karşı mücadelemizi gün be gün yeniden güçlendirerek sürdürüyor ve büyütüyoruz. Ama iktidarı değiştirmek için bir seçime ihtiyaç vardır. Muhalefetin ne kadar hazır olduğunu bilemem ama biz hazırız.
Benim şöyle bir çağırım vardı; Bütün muhalefet partileri erken seçim konusu da dahil olmak üzere yeni dönem için bir diyalog mekanizması yaratmalıdırlar, birbirleri ile görüş alışverişinde bulunmalıdırlar, birbirleri ile müzakere etmelidirler. Erken seçimin tarihini partilerin bu müzakere sonucunda belirlemek mümkün. Daha doğrusu erken seçime nasıl gidilebileceğini, erken seçime gitmek için nasıl bir politika izlenmesi gerektiğini muhalefet partileri müzakere etmelidirler. Muhalefet partilerinin böyle bir müzakerede varacakları mutabakatı topluma mal etmek için de çalışmaları gerekiyor. Çünkü erken seçimin daha güçlü bir talep haline gelebilmesi için bir toplumsal sahiplenme şart. Toplumsal sahiplenme, aynı zamanda iktidar üzerinde bir toplumsal baskı ve basınç yaratma sonucu doğuracaktır. O nedenle biz kendi alanımızda bu çalışmaları yürütüyoruz, yürütmeye devam edeceğiz.
Ama sadece HDP’nin çalışmasıyla erken seçimi gündeme getirmek ve gündemde tutmak kolay olmayabilir. Diğer muhalefet partilerine ve bütün toplumsal demokrasi güçlerine de önemli görevler düşüyor. Biz bütün toplumsal demokrasi güçleriyle bu diyaloğu yürütmek için çalışmalar yapıyoruz. Başından beri bizim parti politikamız budur. Bu noktada diğer muhalefet partilerinin de daha somut ve net tavırlar ortaya koyması lazım.
Daha somut ve açık tavırlar derken 31 Mart ve 23 Haziran’da olduğu gibi olmaz mı demek istiyorsunuz? Aksi halde nasıl bir yol sergileyeceksiniz?
Herkes açık olsun. 31 Mart ve 23 Haziran özel bir dönemdi. Bu seçimlerin yerel seçimler olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmayalım. Biz yerel seçim gerçeğine uygun olduğunu düşündüğümüz bir demokrasi politikası izledik. İktidara kaybettirmenin demokrasi güçlerine alan açacağı düşüncesiyle hareket ettik. Nitekim haklı çıktığımız da görüldü. Biz diğer partilerin tabanları ile toplumsal zeminde son derece iyi bir etkileşim içine de girerek tabanlar arası diyaloğun da işlediği bir dönem yaşadık. O dönem hiçbir siyasi parti ile pazarlığımız olmadı. Şu anda böyle bir dönemin tekrar yaşanmasının şartları mevcut değil. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri, doğaları gereği yerel seçimlerde izlediğimiz politikaya birebir uygun da değildir. Türkiye’nin sorunlarının çözümü açık tavır alma, demokratik diyalog ve olabilecek en geniş demokratik mutabakatı aramaktan geçiyor. Hangi parti buna yanaşır, hangisi yanaşmaz, bu bizi pek ilgilendirmiyor ama bir şartımız var: Hiç kimse bize ön şart dayatmasın. Bizimle diyalog kurmak isteyen herkes eşit şartlarda bu diyaloğa açık ve hazır olmalıdır.
Çünkü bizim bir derdimiz var; Türkiye’de demokrasi. Bizim bir derdimiz var; Kürt sorununda demokratik çözüm. Bizim bir derdimiz var; Yoksulluğa, doğa talanına ve rant, yandaş, israf, savaş ekonomisine karşı çıkmak… Diyalog derken de bizim bütün politikalarımızın diğer muhalefet partilerince benimsemesini bekliyor değiliz. Ama bazı temel noktalarda ve belli bir çerçeve üzerinde bir müzakere, diyalog ve tartışmanın Türkiye’nin önünü açacağını düşünüyoruz. Söylediğimiz budur.
Diğer muhalefet partileri ile bu konuda aranızda hiç temas oldu mu?
Özel bir görüşme yapmıyoruz. Biz söyleyeceğimizi kamuoyunun önünde söylüyoruz. O nedenle herkese dürüstlük ve açıklık öneriyoruz; çünkü biz böyle yapıyoruz. Öte yandan muhalefet partilerinin bize karşı tavır geliştiriyor olmaları da işin açıkçası biraz tuhaf. Biz Türkiye’nin 3’üncü büyük partisiyiz. Bizim kadar oyu olmayan kesimler, Türkiye’nin 3’üncü büyük partisine ‘mesafe koyuyoruz ya da bir araya gelemeyiz’ dediklerinde bu işin içinde bir tuhaflık olduğu aşikar. Bu tuhaflığı kamu vicdanına, halkın değerlendirmesine havale ediyoruz.
Bakın HDP’nin önemi sadece aldığı oy oranından kaynaklanmıyor. HDP, bu ülkede gerçek anlamda demokratik dönüşüm için vazgeçilmez şart olan Kürt sorununda demokratik çözümü en kapsamlı şekilde savunan partidir. Bu çözümün savunucusu olan partidir. İkincisi, biz Kürt halkından çok büyük bir destek alıyoruz. HDP’nin yer almadığı çözüm arayışları aynı zamanda Kürt halkının çok büyük bir bölümünün dışlanması anlamına geliyor. Siyaseten böyle bir işlevi olan bir partiyi diyalog kanallarının dışında bırakmaya çalışmak veya kriminalize etmek anlamına gelen ithamlarla karalamak, aynı zamanda Kürt halkının büyük bir bölümünü çözüm arayışının dışında bırakmayı kabul etmek demektir.
Kürt halkının işin içinde olmadığı hiçbir girişim çözüm üretemez. Kürt halkının bizatihi özne olmadığı, HDP’nin aktör olarak eşit bir şekilde muhatap alınmadığı hiçbir girişimden çözüm çıkmaz.
Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar eden bu tutum ile birlikte PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecride karşı cezaevlerinde yeniden açlık grevi başlatıldı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Çözümsüzlükte ısrarın çok büyük tahribatlar yarattığını belirteyim. Bu ısrar kamu vicdanında toplum vicdanında ve bizatihi toplumsal siyasal hayatın çeşitli alanlarında ciddi yaralar açıyor, acılar üretiyor. Bu acıların, bu yaraların birikmesi çok daha ağır faturalar ortaya çıkarıyor. Şimdi çözümsüzlük politikalarının terk edilmesi için cezaevlerinde açlık grevlerine yeniden başlanmış olması, bu çerçevede değerlendirilmeli. Kişisel olarak böyle bir durumun yaşanmasını elbette arzu etmem. İsterim ki; siyasal alan daha güçlü bir çözüm üretme dinamiğine kavuşsun. Böylece cezaevlerindeki insanlar açlık grevine girmesinler.
Öte yandan İmralı’ya yönelik tecridin Kürt sorununda çözümsüzlük politikaları ile özdeş olduğu da ortada. Çözüm arayışlarında İmralı’nın hesaba katılmamasının da bu arayışları ciddiyetten uzaklaştırdığını görmek gerekiyor. Yani ciddi bir çözüm arayışının İmralı’yı mutlaka hesaba katması ve devreye sokması gerekiyor. Eğer bu yapılırsa açlık grevlerine zaten gerek kalmayacak. İnşallah açlık grevlerinde acı durumlar yaşanmaz. Bunun için de bizlerin çözüm için çok daha etkili, güçlü bir siyasal mücadele yürütmesi gerekiyor. Bu siyasal ve toplumsal daha da büyütmeliyiz. Bunun farkındayız.
Son olarak, yerel seçimlerden bu yana 49 belediyenize kayyım atanmış durumda. Bunlardan biri Mardin Büyükşehir Belediyesi. Kentte neler olup bitiyor?
Evet, her şeyden haberdarım. Arkadaşlarımız ayrıntıları ile raporlar hazırlıyorlar ve bütün gelişmeleri yakından takip ediyorlar. Özellikle hem Mardin’de bulunan ve halihazırda partide çalışan arkadaşlarımız hem de daha önceki dönemde Ahmet Türk ve Figen Altındağ eş başkanlarımız döneminde belediyede çalışan arkadaşlarımız gelişmeleri hassasiyetle takip ediyorlar.
Biliyorsunuz 2018 yılında müfettişler bir rapor hazırlamışlardı. “Kayyımlıkta Mardin Modeli” demişlerdi ve bu modeli her yere önermişlerdi. Görüyoruz ki o model her yerde uygulanmış! Sözünü ettikleri model, dibine kadar kirli, sonuna kadar yolsuz ve ahlaksız bir modeldir. Talana ve hırsızlığa dayanan bir modeldir. Bunları yıllarca belirttik fakat iktidar bizim sözlerimizi farklı yollarla etkisizleştirmeye çalıştı. Ama şimdi iktidarın kontrolündeki müfettişler yaptıkları soruşturmalar sonucu önceki dönem kayyımı Mustafa Yaman’ın ekibinde bulunan tüm üst düzey yöneticileri hakkında soruşturma başlattı. Soruşturmaların hepsi yüz kızartıcı suçlardandır. Hırsızlık var, yolsuzluk var, ihaleye fesat karıştırma var. Her türlü rant, kirli, yolsuz yöntem var.
Kayyım yönetimi gerçekten bir organize suç örgütü gibi çalışmış. İşte bu kayyım modelini bütün Türkiye’ye önermişlerdi ve maalesef bütün Türkiye’de öyle ya da böyle bu modeli yaygınlaşıyor. Bunu durduramazsak sadece siyasal alanda değil, toplumsal alanda da büyük bir ahlaki çöküş yaşanacak. Bunu durdurmak için mücadelemizi sürdürüyoruz, durduracağımıza dair de inancımız tamdır.
HABER MERKEZİ