Cervantes, iki zıt karakterin, Sanza Panza ve Don Kişot’un çatışmalarıyla kendi iç dünyasındaki çelişkileri ustaca Don Kişot romanında göstermiştir… Teryy Gliam da romanı 21. yüzyıldaki kapital çağa uyarlamıştır
Fırat Erez
Sanat tarihçileri; sanatın, ilk insanlarla beraber mağara duvarlarına çizilen mağara resimleriyle ortaya çıkmaya başladığını kabul ederler. İnsanlık, kendi tarihi boyunca her dönemde sanatla uğraşmış ve her dönem sanatı icra eden sanatçı bireyler yetiştirmiştir. Bu sanatçıları ve sanat eserlerini dönemin ruhu yani sanatçının içinde bulunduğu toplumun siyasal, kültürel ve ekonomik koşulları biçimlendirmiştir. Aynı şekilde bu gelişimler sanatçıya ve sanata ivmeler vermiştir.
Biz de bu yazımızda roman-film karşılaştırması ve incelenmesi yapacağız. Edebiyat ve sinemanın karşılıklı olarak birbirinden etkilendiği günümüz dünyasında bu iki sanat dalının nerede birleşip nerede ayrıldığını örnek bir uyarlama film olan Terry Gliam’ın Don Kişot’u Öldüren Adam ve uyarlanan eser olan Cervantes’in Don Kişot romanı üzerinden değerlendireceğiz.
İletişim biçimi olarak sanat
Kuşkusuz sanatın insandan başka alıcısı ve tüketicisinin olmadığını bilmekteyiz. Kimse ‘ben yaptığım sanatı insan dışı varlıklar için yapmaktayım’ dememiştir. Örneğin ‘resim yapıyorum ama bu resmi hayvanlar ya da bitkiler için yapıyorum’ diyen birileri de olmamıştır. En azından şimdiye kadar böyle bir cümleyle karşılaşmış değiliz. Özünde sanatı icra edenler insanlardır ve sanat, insana hitap etmektedir.
Peki insanlık sanatı icra etmeye nasıl başladı? Bu soruya biraz değinmekte fayda var. Biz insanlar, insan olmadan önce yani sapiensten önce doğadaki besin piramidinin ortalarında yani doğada hem avcı hem de av konumundaydık. Doğada, avcı ve av olma statüsü insana düşünme becerisini kazandırdı yani insanda bilişsel devrimi gerçekleştirdi. Bu bilişsel devrimle birlikte insan besin piramidinde büyük sıçramalar yaptı. Öncesinde doğada hem avcı hem de av olan insan, bilişsel devrimle beraber hızlıca besin piramidinde en tepeye gelmiş bulunmaktaydı. Artık sadece avcı konumunda olan insan doğadaki hayvanlar âleminde krallık tahtına oturmuştu. Ama hala korktuğu, yenmediği ve ne olduğunu da bilmediği bir güç vardı. Bu bilmediği ve korktuğu güç de doğanın ta kendisiydi. İnsan, doğal afetlerden, orman yangınlarından, şimşekten ve gök gürültüsünden korkuyordu. Doğa kanunlarının nasıl işlediğinden habersiz olan insan evladı tüm bunları ilahi güçlere bağlıyordu. Tüm bunlarla beraber yaşam ilerliyordu. Yaşamla beraber insan da biyolojik, fizyolojik ve bilişsel olarak ilerledi. Bunca ilerlemeye karşın hala anlamlandıramadığı birçok şey vardı insanın. Korunmak için heykeller, kabartmalar yapmaya; barınmak için de mimariye başlamıştı.
Doğal afetler düşünebilen insan için büyük felaketlerdi. Bu büyük afetlerin ardındaki gücün ne kadar büyük olduğu korkusuna kapılmış olacak ki bu büyük gücü sinirlendirmemek için ona heykeller yapmaya, güzel sözler söylemeye ve benzeri eylemlerde bulunmaya başlamıştı. Böylelikle yapılan heykeller, mağara duvarlarına çizilen resimler ve söylenen güzel sözler… Tüm bunlar ortaya sanatın ilk örneklerini çıkarmıştı. İlk sanat eserleri böylelikle ilahi bir gücü tatmin etmek için yapılmış, bununla beraber sanatın doğuşu gerçekleşmişti. Böylelikle ilk sanat eserleri ilahi güç ile insan arasındaki iletişimi sağlamak amacıyla ortaya çıkmış bulunmaktaydı. İlahi güçle sağlanan bu iletişim metodu daha sonra insanların kendi aralarındaki iletişimi için de kullanılmaya başlanmıştı. İnsanlar, ilahi gücü ve kendi aralarındaki iletişimi daha da güçlendirmek ve ilerletmek için yeni farklı sanat dallarını ortaya çıkarmışlardı. Bu durum özellikle sözlü anlatı ve bu anlatının yazıya evrilmesiyle her geçen gün ilerleyip gelişti. Mitolojik masal ve destanların anlatım formlarıyla evrilip gelişen bu anlatılar, roman öncesi sözlü edebiyatın içeriğini belirleyen ilahi veya bilinmeyenin etkisinden çıkamayıp o ana kadar anlatı formlarının çoğunun değiştirilmesi güç görünen bir dış gerçekliğin kendisini değil görünümünü değiştirmeyi üstlenmiş idi. Bu anlatı formu, değişen ve gelişen yeni bir dünyanın yeniden dizayn edilmeye başlandığı bir çağdan başka bir çağa geçiş sürecinde olan Batı Avrupa dünyasında İspanyol bir yazar olan Cervantes Don Kişot romanıyla değiştirecekti.
Cervantes’in iç çelişkisi
Evrendeki her şey hareket halindedir ve bu hareketin ortaya çıkardığı bir enerji vardır. Bu enerji, değişim ve dönüşümü tetikler. Bu değişim ve dönüşüm eski ile yeninin arasındaki çatışmadan ortaya çıkar. Bu çatışma yeninin kazanmasına kadar devam eder. Yeninin kazanmasıyla çatışmayı başlatan başka bir yeni ortaya çıkar ve çatışma devam eder.
İnsanlık tarihi de bu çatışmalardan ibarettir. İnsanlık tarihinin en büyük ve hala devam eden çatışması, insan doğa çatışmasıdır. Sınıflı toplumlara geçiş yapıldıktan sonra, bu çatışmalar sınıflar arasında da görülmeye başlanır.
16. yüzyılın sonlarına doğru Batı Avrupa’da toplumsal, siyasal ve kültürel boyutta birçok değişim ve yenilikler yaşanmaktaydı. Bu değişimler ve yenilikler sanatta da kendini göstermekteydi. Özellikle edebiyat alanında ilkler yaşanıyordu. Bu dönemde ilk modern roman örneğini Cervantes Don Kişot’la verecekti.
Bugün Don Kişot’u neredeyse bilmeyen yoktur. Sokağa çıkıp rastgele birilerine Don Kişot’u bilir misin diye sorulduğunda deli bir adamın yel değirmenlerine saldırmasından bahseder. Peki, Don Kişot’un ve yazarı Cervantes’in edebiyat dünyasında bu kadar bilinir hale gelinmesinin nedeni ne olabilir? Bu soruya cevap verebilmek için Cervantes’in yaşadığı döneme bir göz atıp dönemi nesnel bir şekilde tanımlamak gerekir.
O dönemde orta çağ yaşanılıyordu. Orta çağa feodal sistem hâkimdi. Avrupa’da bitmek bilmeyen savaşlar, İspanya’nın girdiği bütün savaşları kaybetmesi, savaşlar sonrasında yaşanılan krizler ve bunalımlar… Osmanlı Avrupa’yla Güney Asya arasındaki ticaret yollarını kontrolü altına almış ve bu durum Batı Avrupa devletleri için büyük sorun teşkil etmekteydi. Avrupalı devletler için durum böyleyken başta İspanya olmak üzere yeni ve ücretsiz ticaret yollarını bulmak için coğrafi keşiflere başlandı.
Bu keşifler sonrası denizcilikte ve birçok bilim dalında gelişmeler yaşandı. Bilime büyük önem veren Avrupalılar daha sonra bazı reformlar yaptı. Bu reformlarla Avrupa birçok bilimin gelişmesine önayak oldu. Bilimin gelişmesiyle toplum nezdinde kilise ve teokratik yönetimler güvenini kaybetmeye başladı. Bilimle gelişen Avrupa, ticarette de hızla ilerliyordu. Ticaretin gelişmesiyle yeni bir sınıf ve bununla beraber yeni bir toplumsal altyapı oluşmaya başlamıştı. Ticaretle ortaya çıkan burjuva sınıfı yani Avrupalı tüccarlar zamanla güç kazanıp yönetimi kilise ve derebeylerden alıp feodal üretim tarzına dayalı toplumsal yapıyı yıkarak hızla ilerledi. Avrupa artık bilimde, sanatta ve birçok konuda ilerleme yaşıyordu. Feodal döneme göre daha yeni ve ilerici olan bu yeni dönem yani kapitalist dönem toplumda karşılığını almış ve düzenini oturtmuş bulunmaktaydı. Bu dönemin temel dinamiği bir geçiş süreci olmasıydı. Cervantes böyle bir geçiş döneminin içinde yer alıyordu.
16. ve 17. yüzyıllar arasında yaşayan Cervantes, genç yaşlarda edebiyatla ilgilenip ortaya eserler çıkarır. 1570’te 2. Selim, Kıbrıs’ı ele geçirince Papa V. Pius, Osmanlılar’a karşı birlik çağrısında bulunur. Çağrıya İspanya karşılık verir. Cervantes de Roma’daki İspanyol birlikleriyle beraber savaşa katılır. Ekim 1571’de Osmanlı donanmasıyla İnebahtı Körfezi’nde yapılan İnebahtı Deniz Savaşı’nda Cervantes yaralanır ve bir top güllesiyle sol elini kullanamaz hale gelir.
26 Eylül 1575’te Akdeniz’de Cezayir korsanları tarafından esir alınan Cervantes, 1575-1580 yılları arasında Cezayir’de yaşamının sonlarına doğru ünlü eseri Don Quijote (Don Kişot)’u hapishanede kaleme alır. Bu eseri sayesinde tüm dünyada tanınır hale gelir.
Çelişki ve çatışmalar sadece insan doğa veya sınıflar arasında olmaz, hayatın her alanında ve döneminde olur. Nicel değişimler nitel sıçramaların ön koşuludur. Bütün bu çelişkiler arasında Cervantes’in de içinde muhakkak çelişkiler olmuştur. Papa’nın çağrısı üzerine bir parçası olduğu savaş ve savaşın ondan aldığı bir kol parçası, bütün bunlar mutlak bir çelişkinin içine düşürmüştür kendisini. Nicel olan bu çelişkiler nitel çelişkilere ulaştırmıştır kendisini. Feodal dönem ve kapitalist dönem arasında yaşanılan çelişki ve çatışmalar Cervantes’in kendi içinde de görülmüştür. Bu iç çelişkisinin bir tarafında feodalizm bir diğer tarafında da feodalizme karşı olan yeni sistem mevcuttur.
Cervantes, iki zıt karakterin, Sanza Panza ve Lamaçyalı Don Kişot’un çatışmalarıyla kendi iç dünyasındaki çelişkileri ustaca Don Kişot romanında göstermiştir. Romanın başarısının ve hala güncelliğini korumasının en büyük nedenleri, bir geçiş döneminde yazılması ve tabi ki geçiş dönemini çok iyi tahlil edip bir romana sığdırmasından kaynaklıdır.
21. yüzyıl saplantısı
Her dönemin kendine has toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel özellikleri vardır. Doğallığında 21. yüzyılın da kendine ait bazı özellikleri ve iç dinamikleri mevcuttur. 21. yüzyılda yani günümüzde Vladimir Lenin’in belirttiği gibi kapitalizmin en üst noktası olan emperyalizm aşamasına gelmiş bulunmaktayız. Emek sermaye çelişkisi bütün çıplaklığıyla gözler önünde. Sermayedarlar içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde evlerine çekilip ‘’Evde Kal’’ çağrıları yaparken milyonlarca işçi ve emekçinin kendisi ve ailesinin yaşamını sürdürülebilmek için fabrikalara ve tarlalara gidip çalışmak zorunda kalmaları emek sermaye çelişkisinin en açık ve net biçimidir.
Bütün bu süreç -kendi içindeki çelişkileri de gözlemlediğimizde- şüphesiz, topyekûn başka bir evreye geçiş yapacak, niteliksel bir değişimin -buna yeni bir çağ da denilebilir- önayağı olacaktır.
21. yüzyıl gerçeği böyleyken biz bir de 21. yüzyılın sanat anlayışına bakalım.
21. yüzyılda ilk örneklerini vermiş olan hareketli görüntülülerle anlatım tekniği yani sinema günümüzde de hala etkisini devam ettirmekte ve bu çağın realitesini yirmi dört kareyle kayıt altına almaktadır. İçinde yaşadığımız çağa artık görüntü çağı da denilmektedir. Gündelik hayatımızın büyük bir bölümünü televizyon, bilgisayar, tablet ve cep telefonlarımızın sınırsız içeriklerle dolu olan ekranlarını seyrederek tüketiyoruz. Bu gündelik pratiklerimiz, içinde bulunduğumuz çağa görüntü çağı denilmesini de doğrular niteliktedir.
Teryy Gliam da 21. yüzyıldaki kapital çağı Cervantes’in Don Kişot romanını sinemaya uyarlayarak anlatmaya çalışmıştır.
Cervantes’in Don Kişot’u bir çağdan başka bir çağa geçiş evresinde yazdığını belirtmiştik. Bu geçişin de niceliksel birikimlerle niteliksel sıçramalar yarattığını bilmekteyiz. Bu tür geçiş süreçlerinin toplumların ve bireylerin fikirlerini ve dünya görüşlerini etkilediğini de biliyoruz. Cervantes’in de kendi yaşadığı çağı iyi tahlil etmesinin sonucunda, tıpkı yaşadığı çelişkiler gibi iki çelişik karakterle içeriğini belirttiği Don Kişot’u kaleme alması, kendisinin ve yazmış olduğu eserin bugün bile kendisinden hala söz ettirme başarısını getirtmiştir.
Don Kişot romanında, iki zıt ana karakter vardır. Bu iki zıt karakter aslında Cervantes’in kendi iç çatışması ve çelişkileridir.
Don Kişot’u Öldüren Adam
Cervantes’in Don Kişot romanında iki zıt ana karakterden birisi romana da adını veren Don Kişot’tur. Don Kişot, yaşlı bir adamdır ve eskiyi (feodaliteyi) temsil eder. Materyalist düşüncelerden tamamıyla uzak; perilere, cadılara, efsunlara, devlerin varlığına inanır ve amacı bu kötü cadılara, devlere kötü ruhlara karşı savaşıp sevdiceği Dulsineya’ya kavuşmaktır. Don Kişot böyle bir karaktere sahiptir.
Diğer ana karakter de Sanza Panza’dır. Sanza Panza, fakir bir köylüdür aynı zamanda Don Kişot’un da komşusudur. Don Kişot’un aksine daha dünyevi istekleri vardır, yeni dönemi temsil etmektedir. Don Kişot gibi perilere, cadılara, efsunlara ve devlerin varlığına inanmamaktadır. En büyük isteği bir vilayetin valisi ve varlıklı biri olmaktır.
Bu iki ayrı karakter aynı zamanda iki farklı dönemi de temsil etmektedir. Romanın ilerleyişinde başta ön planda Don Kişot karakteri var iken romanın sonlarına doğru Sanza Panza karakteri daha çok ön plana çıkmakta ve roman Don Kişot’un ölümüyle bitmektedir. Romanda birçok yönüyle birbirinden farklılıkları olan karakterlerin çevreyle, birbirleriyle ve içsel çatışmaları konu edilmiştir
Teryy Gliam’ın yönetmenliğini yapmış olduğu ve aynı zamanda Don Kişot romanından serbest bir uyarlama çalışması olan ‘Don Kişot’u Öldüren Adam’ filmi de 21. yüzyılın kendi dinamizmine uygun bir şekilde çekilmiş. Film bugünün özgün çelişkileri ve sorunlarıyla işlenmiştir.
Don Kişot hikâyesi
Film, gençliğinde İspanya’da Don Kişot’u uyarlayarak başarılı bir öğrenci filmi çekmiş olan Toby’nin, daha sonra reklam şirketleriyle büyük projeleri yönetmeye başlamışını konu almaktadır. Yıllar sonra Toby tekrardan İspanya’ya bir reklam işi için gelir. Gençlik yıllarında çekmiş olduğu Don Kişot filminin DVD’si eline geçince geçmişi hatırlar. Ayakkabıcı olan Javier’i, onu Don Kişot olmaya nasıl ikna ettiğini ve hancı kızı olan genç Angelina’nın aklına meşhur olma hayallerini nasıl soktuğunu anımsar. Bir şekilde reklam setinden ayrılıp 10 yıl sonra tekrar geldiği o küçük yerleşim yerinde hiçbir şey eskisi gibi değildir. Angelina büyük şehirlere gitmiş ve babasının tabirine göre kötü yola düşmüştür. Sanzo Panza’yı oynayan adam ölmüştür. Don Kişot’u oynayan Javier de kendisini gerçekten Don Kişot sanmaktadır. Toby, Javier’i görmeye gittiğinde, Javier onun efendisini kurtarmak üzere geldiğini sanması üzerine işler sarpa sarar ve 21. yüzyılın macera dolu Don Kişot hikâyesi başlamış olur.
Filme, her ne kadar serbest uyarlama desek bile aslında büyük pencereden filme bakıldığında filmin Don Kişot romanına sadık kaldığı görülmektedir. Evet film, 16. yüzyılda geçen bir dönem filmi değildir ama filmdeki karakterlerin içsel çelişkileri, bu dönemin sorunları, toplumsal altyapı ve üstyapıların işlenişi ve özellikle psikolojik yönüyle çok başarılı bir 21. yüzyıl gerçeğinin filmi olmaya hak kazanmıştır. Terry Gliam, 16. yüzyılın realitesine hâkim olan Cervantes’in, 21. yüzyılda Don Kişot’un anlatı formunu çağa uygun bir şekilde ‘Don Kişot’u Öldüren Adam’ filmiyle işleyen başarılı yönetmendir.
Romanda Don Kişot kendi eceli ile ölür, filmde ise Don Kişot’un ölümüne Toby karakteri yani Sanza Panza neden olur. Filmde Don Kişot öldüğünde filmin sonlarına doğru o meşhur yel değirmenine saldıran Don Kişot yerine bu sefer Don Kişot’u öldüren Sanza Panza saldırır. Sanza Panza Don Kişot’a dönüşür ve onunla beraber olan Angelina’ya Sanza Panza diye seslenmesiyle film biter.
Sinema edebiyat ilişkisi
Cervantes, yaşadığı dönem itibariyle ve yazmış olduğu Don Kişot romanıyla şunu göstermiştir; kendi iç dünyasında bir dönem Don Kişot’u bir dönem de Sanza Panza karakterlerini yaşamıştır. Roman Don Kişot’un ölümüyle sonlanır, Sanza Panza ölmez ama ne olacağı meçhuldür. Romandaki karakterlerin her ikisinin de farklı birer dönemi temsil ettiğini, Don Kişot karakterinin eskiyi ve Sanza Panza’nın da yeniyi temsil ettiğini, Cervantes’in, romanı yazdığı dönemin tam da bir geçiş evresinde olduğunu belirterek bu iki karakterin kendi iç dünyasının çelişkisi sonucundan kaynaklı varlığından bahsetmiştik.
Terry Gliam da kitapta olduğu gibi Don Kişot’u öldürür. Aynı zamanda Don Kişot’u öldüren Sanza Panza, Don Kişot’a karşı kazanmış olur, bunu -yeninin eski karşısındaki zaferi- olarak da tanımlayabiliriz. Fakat Terry Gliam filmde Cervantes’ten farklı olarak eskiye karşı yeniyi temsil eden Sanza Panza’nın yeni bir yeninin ortaya çıkışıyla bunu karşılayamaz duruma gelmesi ve eskinin temsilcisi olma durumuna geldiğini gösterir. Sanza Panza’ın Don Kişot’a ve onunla beraber olan Angelinaya da Sanza Panza’ demesi, kendisinin Don Kişot olup yel değirmenlere karşı savaşması sonsuz bir çelişki döngüsünün varlığını tanımlar. Bu tanıma da Don Kişot kuramı denilebilir.
Tozlu raflar
İçinde bulunduğumuz evren ve evrenin içinde barındırdığı her şey bir hareket içindedir. Galaksilerden atomaltı parçacıklara kadar uzanan her şeyde sürekli bir hareket hali bulunmaktadır. Bu hareket, aynı zamanda bir enerji ortaya çıkarmaktadır. Hareketin ürettiği bu enerji de, evreni ve evrenin içinde bulunan her şeyi sürekli değişime uğratmaktadır. Bu değişim ve gelişimden insan evladı da payına düşeni, biyolojik ve toplumsal evrimle beraber şüphesiz almış bulunmakta ve almaya devam etmektedir.
Tarih boyunca yaşanan gelişmeler, toplumsal hareketler, olaylar ve olgular bazı yenilik ve değişimleri beraberinde getirmiştir. Bu yenilik ve değişimler bazı yeni fikirlerin çıkışında da büyük roller oynamıştır. Bu hareketler ve fikirler toplumla beraber bireyleri de etkilemiş ve değiştirmiştir. Bu değişim ve etkileşim bireylerin ve toplulukların sanatlarına da yansımıştır. Bu gelişmeler devam etmekte ve elbette gelecekte edebiyatta ve sinema sanatında olduğu gibi hayatın her alanında değişimlere ve gelişmelere yol açacaktır. Bizlere düşen görev de bu enerjiyi elimizden geldiği kadar daha yaşanılır bir dünya, daha barışçıl toplumlar, daha doğayla uyumlu bireylerin yetişmesine -belki üstatların söyledikleri daha yakışık olacak- ‘suları kirletmeden yaşamayı öğrenmek’ sözüne eşdeğer bir hayatı geriden gelenlere bırakmak için kullanmaktır.
Peki sizce de artık eskimiş, bunamış, efsunlara ve yel değirmenlerinin koca devler olduğuna inanan içimizdeki eski Donkişot’u öldürüp yeni Donkişotlarla mücadele etme zamanı gelmedi mi?