Kimi okurlar postama gönderdikleri mesajlarında, bu köşede yazdığım yazılar üzerine yorumlar yapar katkılar sunar tartışmak isterler. Bu durum okurun edilgen olmadığına dair son derece değerli bir göstergedir.
Ayrıca genç şair adayları zaman zaman çalışmalarını gönderir, eleştirilmesini, yorum yapılmasını isterler. Çoğunluğu işin ciddiyetini kavrayamamış, tezelden “şair” payesi peşinde görünse de arada gerçekten işin ciddiyetine varmış ve belli bir yetkinliğe ulaşmış gençlerin sayısı da az değil.
Postama gelen yazıları elden geldiğince cevaplamaya çalışırım. Buna rağmen her yılın sonunda genel bir değerlendirme de bir alışkanlık oldu bende.
Bu yazı da bu görüşlere eleştirel bir bakışın devamı mahiyetinde olsun istedim. Tabii ki ‘bence’ demeyi unutmadan.
***
Sanatın insan için ne ifade ettiği göreceli olsa da insan için gerekliliği tartışma götürmez bir gerçekliktir.
İmgelerle yürütülen, nesnel olanın yeniden üretim yoluyla öznel olandaki karşılığıdır.
İnsan dimağ ve düşüncesinin sürekli bitmez tükenmez bir arayışına tekabül eder. Odağında genelgeçer düşünce sistematiklerinin kalıp ve şablonlarını parçalama isteği vardır.
Sanat yapıtını bilimsel bir tez özelliğiyle oluşturmaya çalışan bir yazarın çıkmazı kadar ondan böyle bir şey bekleyen okuyucunun da çıkmazı sanatın en büyük yaralarındandır.
Sanat eseri bilimin kurallarının dışında sanatın kendi kurallarınca bir disiplindir. Bu yüzden ondan bilimsel bir tezden beklediğimiz bir şeyleri ispatlamayı bekleyemeyiz. Bu durum sanatın bilimden yararlanmasına ondan beslenmesine engel değildir. Valery’nin deyişiyle söylersek: “Sanat eserindeki düşünce, meyvenin içindeki gıda gibi erimiş olmalıdır.”
Sanatta diğer bir handikap onu folklorik ögelere indirgemektir. Böyle bir durum sanatın değil, evrensel olanı yakalaması, yerel olanı da zenginleştirmesi ve geliştirmesinden söz edilemez.
Kültür mirasına katkı, o kaynakları beslenerek yeniden üretilmiş kendi rengini ve kokusunu yapıta yedirebilmeyle mümkündür.
Sanatın kullandığı dil, doğal olarak belli bir kültüre bağlı oluşu da içerir. Bu anlamıyla dilin ulusallığı tartışma götürmez bir gerçektir. Bu anlamıyla da evrensel olanı yakalamaya engel değildir.
Sanatçı sadece kendi kültürünün değil, insanlık adına oluşturulmuş tüm kültürlerin de mirasçısıdır. Bundan yararlanmayan ve beslenmeyen bir yapıt yöresel ya da mahalli sınırlarını aşma şansına sahip olamaz. Yöresel ya da mahalli oluş dar bir çerçevedir. Halbuki sanat çerçevelere sığdırılmayacak bir edimdir. Mahalli oluşta tıkanıp kalmak da evrensele varmak da sanatçının bu birikimi, yaratıcılığı ve yetkinliği kullanabilmesine bağlıdır.
***
Sanatsal alanda göz ardı edilmeyecek başka bir konu, sanatsal faaliyette bireysellik olgusunun belirleyici bir faktör oluşuna ilişkindir. Sosyal yaşamda bireysellik, sanat yaratıcılığında olduğu kadar etkili olmazsa da sanattaki işlevi öznellik ve özgün oluşu yaratmada son derece önemlidir. Çoğaltma ya da benzerini üretmenin sanat açısından bir değeri yoktur. Değerli olan tüm mirası özümsemiş buna kendi rengi ve kokusunu katabilmekle ilgilidir. Gelenekten yararlanma da bu anlamıyla değer kazanır.
Yazıyı, Rilke’nin okurlarına verdiği çok değerli bir yanıtla bitirelim: “Şiirlerinizin iyi olup olmadığını soruyorsunuz. Bana yöneltiyorsunuz bu soruyu. Daha önce başkalarına yönelttiniz. Dergilere yolluyorsunuz şiirlerinizi. Onları başka şiirlerle karşılaştırıyorsunuz ve kimi dergilerin yazı }işleri kurullarının şiirleri geri çevirmeleri sizi tedirgin ediyor. Mademki bir öğüt için başvurdunuz bana, size bu gibi girişimlerden tümüyle el çekmenizi söyleyeceğim. Gözlerinizi dışarılara çevirmişsiniz; ama işte şu an, en başta vazgeçmeniz gereken şey. Kimse size akıl veremez ve yardım edemez, hiç kimse. Tek çıkar yol, gözlerinizi kendi içinize çevirmenizdir.”