Hediye Yaşar, bir hemşire ve ressam. Diyarbakır’da 15 kadınla kurdukları kolektif, ilk meyvesini verdi. Yaşar, ‘Günümüzün en büyük problemlerinden biri olan göçü, kadın teması ile işlemek istedik
Selman Çiçek/Diyarbakır
Kolektif bir hikayenin karakterlerini sıralayacak olursak kimisi anne, kardeş, öğretmen, hemşire gibi pek çok meslek guruplarından kadınlar. Tekdüze işlerinin yanı sıra üretmek için sanatın kapılarını aralayan 15 kadın. Her birinin ayrı bir hayat hikayesi olsa da onlar kadın ve yaratıcılık paydasında buluşuyorlar.
Kadınlar olarak kolektifleşmek ve üretmek. Hiçbir erk gücüne dayanmadan kendi öz güçleri ile kendi hayal ettiklerini bir forma dönüştürmek. İşte Metal Kolektif, bu şiar ile doğdu. Kolektifin ilk doğuşu yine bir kadın ressam olan Hediye Yaşar’ın 2017 yılındaki ilk bireysel sergisinde oldu. Sergide Yaşar’ın “Ve kadın” adlı heykel ve hikayesinden etkilenen kadınlar, bu hikayenin devam etmesi ve kadınların ortak bir üretimle bir kolektivizme dönüştürülmesi gerektiğine inandılar. Bu inançlar hareket eden kadınlar ilk olarak 30 kadın olarak çalışmalarına başladı. Daha sonra bu sayı 15 kadın olarak devam etti.
Diyarbakır’da atölye olarak kiraladıkları yerde hiç kimseden destek talep etmeden kurdukları kumbarada kiralarını ve malzemelerinin ücretlerini karşıladılar. Yaşar’ın dışında hiçbirinin heykeltıraş deneyimi olmamasına rağmen çalışmalarını ısrarla sürdüren kadınlar, “sanat düşünceyi nesneye aktarmanın ve nesneye anlamlı kılmanın yoludur” diyerek ürettiler. Eylül ayının son haftasında bir tarım arazisinde sergilenen eserler büyük bir beğeni aldı.
Kolektifte yer alan kadınlardan biri de Hediye Yaşar. Gruptaki tek heykel deneyimi olan Yaşar, aynı zamanda 21 yıldır hemşire. Devlet hastanesinde 21 yıldır çalışan Yaşar ile kolektifin oluşumunu, kadınların bir araya gelişlerini, üretim sürecini ve bundan sonraki hedeflerini konuştuk.
- Metal Kolektif oluşumu nasıl başladı? Kadınlar nasıl bir araya geldi?
Sanat hayatımda hep vardı. 2011 yılında bir atölyede çalışmaya başladım. Sonra atölyemiz kentsel dönüşüm kapsamında yıkılınca 2017 yılında eğitim aldığım yerde yağlı boya dersi almaya başladım. İlk kişisel sergimi 2017 yılında yaptım. Sergide izleyici “Ve Kadın” adlı heykelden çok etkilendi. Sonra bunun üzerine düşünmeye başladım. Serginin bütün teması kadınlardı zaten. Gelen kadın izleyiciler buna çok ilgiliydiler. Sonra sohbet ettik. “Ne yapabiliriz. Bunu çoğaltabilir miyiz?” Ardından bu projeyi bir grup kadın olarak yapmaya karar verdik. İki kişi ile başladık. Ben sağlıkçıydım, o öğretmendi. O kendi öğretmen çevresine ben de kendi çevreme söyledim. Tanıdığımız, ulaşabildiğimiz her kadına teklifte bulunduk. Sayı olarak kafamızda daha büyük rakamlar vardı. 30 kişi ile başladık. İlk 15 kişi sürdüremediği için ayrıldılar. Kadınlar hiçbir zaman görünür olmadı. Ve belli alanlara sıkıştırıldık. O alanlardan çıkmamız gerekiyor. Süreç ilerledikçe herkeste özel duygular oluştu. Bazıları heyecana ortak olmak için başladı. Herkesin başlangıç noktası vardı. Böylece aramızdaki iletişim de güçlendi. İletişimimiz artıkça sanat üretmeye başladığımızı gördük.
- Temanızı göç ve kadın üzerine belirlediniz. Bu temayı neden seçtiniz, seçmenizdeki amaç ve vermek istediğiniz mesaj neydi?
Günümüzün en büyük problemlerinden biri olan göçü, göçte kadın temasını işlemek istiyorduk. Göç denilince ilk olarak savaşta göç edenler akla geliyor ama göçün bir sürü boyutu var. İklim göçleri var. Tamamen geçim kaygıları nedeniyle göç eden insanlar var. Ve bu göçlerde kadın pek görülmediği için bu temayı seçtik.
- Neden sadece kadın figürü çalıştınız?
Sadece 400 tane erkek heykeli olsaydı. Bu size savaşları asker-savaşçı figürünü çağrıştıracaktı. Evet, göçte bütün bireyler etkileniyor ama kadın göç esnasında çok görünür değil. O yüzden erkek teması çalışmak istemedik. Çocuk neden çalışmak istemedik. Çocuk biraz işin duygusal tarafı. İnsanlarda duygusal bir travma yaratmak istemiyoruz. Amacımız sadece göçte kadını görünür kılmaktı.
- Bize biraz heykellerin üretim süreçlerinden bahsedebilir misiniz? Hiçbir kurumdan ya da erkek bireyden destek almadan tamamen kadınların öz gücüne dayanarak bir üretim gerçekleştirdiniz. Ne gibi zorluklarla karşılaştınız, bu zorlukları nasıl aştınız?
Bir araya geldikten sonra kendi aramızda bir iş bölümü yaptık. Öncelikle atık malzemeleri toplamaya başladık. İstanbul’da alçı fabrikalarıyla görüştük. Oradaki atık alçı bezlerini bize gönderdiler. Atölye için yer kiraladık. Her ay bir kasa oluşturduk. Kasada topladıklarımız paraları kiramızı ve ihtiyacımız olan malzemeleri karşıladık. 10 aylık bir süreç boyunca atölyemizde heykellerimizi yaptık. Benim sadece bir heykel deneyimim vardı. Diğer kadınların hiçbirisi bilmiyordu. Sadece yarım saat birlikte çalıştık sonrasında ise herkes kendi estetik kaygısıyla bir şeyler yaratmaya başladı. Herkes her aşamasında bulundu. Mesela sanayi aşaması en zorlu süreçti. Polyesterle çalışıyorsunuz. Polyester cildinizi değdiği anda yakıyor. Hiç erkek eli değsin istemedik. Bu onlara karşı olduğumuz için değil ama kadınlar da bir şeyler yapabilir. Erk yardımı olmadan bir şeyler sürdürebilir olduğunu göstermek istedik. Atölye çalışmasını bitirdikten sonra boya ve diğer teknik kısımlar için atölyeyi metal sanayiye taşıdık. Yani kadınlar 10 aylık sürede birçok alana girdiler.
- Yarattığınız heykellere dışarıdan baktığımızda hepsinin birbirine benzediğini görüyoruz. Bu benzerlik bilinçli bir tercih miydi? Bu benzerlikle ne mesaj vermek istediniz?
Dışarıdan baktığımızda her çalışma tıpatıp birbirinin benzeri aslında. İnsanlara da dışarıdan baktığımızda birbirine benzemiyor mu? Ama insana yaklaştığımızda, onları tanıdığımızda onların bir ismi ve hikayesi var. Nesnel yapılar da öyledir dışarıdan baktığımız zaman aynıdır. Ama yakından baktığınızda farkları görebilirsiniz. Tıpkı insanlar, böcekler vb. canlılar arasındaki farklar gibi… Ama doğada hiçbir şey birbirinin benzeri, aynısı değildir. Çok yakın şeyler olabilir ama her şey kendi içerisinde çok özeldir. Heykellerimizin hikayesi de böyle. Her heykele yaklaştığınızda ayrı bir hikaye görebilirsiniz.
- Kadın olmanızın yanında anne, meslek kimlikleriniz de var. Erkin bu denli güçlü ve baskın olduğu bir dünyada sadece kadın kimliği üzerinden üretmeyi özel kılan nedir?
Genel olarak kadınların anne, eş, kardeş ve meslek gibi kimlikleri de var. Bunlardan zaman oluşturup bir şeyler yaratmak gerekiyor. Biz mevcut hayatlarımızda sürekli üretmek zorundayız. Hayatlarımız sadece işe gelip gitmekten ibaret değil. Ya da bize verilen kimlikleri yürütmek zorunda da değiliz. Çünkü birçok kimlik size yükleniyor. Anne olma, kardeş olma, hemşire olma gibi bir sürü kimlik yükleniyor. Kendiniz bir kimlik yaratmak istiyorsunuz. Kendi yaratmış olduğunuz kimlik sizi dünya ile daha anlamlı karşılaştırıyor. Erkin güçlü olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunlarla ilgili de çok zorluk yaşadık. Bu süreçte ben kadınların ne kadar güçlü, zeki ve yapıcı olduğunu keşfettim. Kolektif bir yapıysanız hayata karşı birçok bakış açınız oluyor.
Hayatlarımızda sanat olmalı, doğa olmalı. Sanatın güçlü bir yanı var, mevcut yaşadığınız hayatı harmanlayabileceğiniz bir alan. Felsefe her şeye dokunuyor, sanat ise bunu aktarmanın rolüdür. Sanat düşünceyi nesneye aktarmanın ve nesneye anlamlı kılmanın yoludur. Kadınlar her alanda olmalıdır.
- Çalışmalarınız bir yıl önce bitmişti. Sergilemede neden geciktiniz?
Evet, çalışmalarımız bir yıl önce bitmişti. Pandemi süreci bizi biraz durdurdu. Ürünlerimizi depoda koruyorduk. Çağrıcılığını yitirmemesi için herhangi bir kurum ve kuruluşla görüşmedik.
Sokak sergisi yapmak istiyorduk. Bunun için kurumlara başvurmanız gerekiyordu. Ama kurumlar da kendine mal etmek istiyordu. Bunun çok kirlenmesini istemedik. Çünkü biz bunu sahiplenmiyoruz. Bütün kadınlara adanmış bir çalışma. Bunu 15 kadın sürdürdü ama aslında biz milyonlarca kadın bu çalışmayı yürüttü. Pandemi sürecinde bunları sergilemek daha da zorlaşınca bunları depoya koyduk. Sonra A4 atölye ile iletişime geçtik. Dicle Beştaş küratörlüğünü üstlendi. Başladığımızda hedefimiz şuydu, bunu bir sokakta, caddede sergilemek herkese görünür kılmak istediğimiz bir an yaratmaktı. Ve sonrasında bunun satışını gerçekleştirmek. Elde edilen geliri göç bürolarına aktarmak istiyorduk.
Tarım arazisinde sergi
- Bir tarım arazisinde bir sergi yaptınız, neden bir tarım arazisini sergi alanı olarak seçtiniz?
Sergileme mantığı sürekli değişiyor. Aslında nesneler kendi alanını tercih etmeye başlıyor. Bir süre sonra siz onları dinleyip siz onların arkasından gidiyorsunuz. Neden hiçbir yapının olmadığı bir tarım arazisini seçtik? Bir yere göç etmek zorundasınız ama bu yeri hafızanızda belirleyemiyorsunuz. Nasıl bir yer ve nasıl yaşayacağınızı bilmiyorsunuz. Geldiğiniz yerin bir hikayesi var ama gideceğiniz yerin bir hikayesi yok. Orada bilinmezlik boşluğu var. O yüzden böyle bomboş bir arazide sergiledik. Ekinler biçilmiş, hiçbir şey yok sadece yalın, net hali ile toprak var. Göç duygusu da böyle bir duygu.