İktidara yaranmak adına her türden yalakalığın zirve yaptığı bir dönemden geçiyoruz. İnsanı en çok yaralayan buna sanat erbabının da katılıyor olması. Bunun bir örneğini Altın Portakal Film Festivali ödül töreninde sahnede Nihal Yalçın ödül konuşmasını yaparken ona yönelik yaptığı mimiklerle, hareketlerle sabote etmeye çalışması ve olay sonrası açıklamalarıyla Tamer Karadağlı gösterdi.
İktidara yaranma -ve bundan nemalanma- adına yapılan bu tür davranış ve açıklamalar, sanat ve sanatçı kimliği açısından büyük şanssızlık. Konu sadece bu olaya ilişkin değil elbet, geneldir ve sanatçının aydın kimliğiyle ilintilidir. Asıl onu konuşmak gerek.
***
Gerçek sanatçı -aydın kimliğinde; biat etme, yaltaklanma ve nemalanma olamaz. Hangi alanda ve hangi sebepten olursa olsun sanat doğası gereği güdüm kabul etmez. Çünkü sanat yapısı gereği, her türden baskı ve sömürüye karşı tavrını esirgemeyen, özgürlük kavramına sevdasıyla, barış içinde bir dünya özlemiyle vardır.
Sanatçı muhalif bir kimliktir, eleştirel bakış açısıyla bakmasını bilendir. Böyle bir bakış, sadece benimsemediği iktidarı değil, kendi dünya görüşüne yakın bir yapı iktidar olduğu zaman da yanlış gördüklerini eleştirmekten geri durmayan bir bakıştır.
İnsanı insan kılan değerlerin başında vicdan geliyorsa, vicdan safında olmak en çok da sanatçıya yakışandır. Bu sanatçının aydın kimliği ve kişiliğinden kaynaklı bir özelliktir.
Türkiye tarihi itibariyle sanatla, yazarla, düşünürle hep sorun yaşamış bir ülke oldu. Bu alanda devlet geleneği olarak sicili hayli kabarık olan Türkiye’de bugün otoriterleşme yönündeki reflekslerin daha fazla ortaya çıktığı bir süreç yaşanıyor. Bu durum yaşamın her alanına yansıyor.
Hiçbir biçimde şiddet içermeyen, tam aksine şiddetin durdurulmasını talep eden, özgürlükten, haktan, hukuktan, adaletten söz edenler hakkında eldeki tüm aygıtlar kullanılarak; soruşturmalar, davalar açılıyor, linç kampanyaları başlatılıyor.
Kimse gerçekleri konuşmasın, yazmasın, karşı çıkmasın isteniyor. Muhalif güçler sindirilmeye, toplum tepkisizleştirilmeye çalışılıyor.
Düşünce farklılığı ve hak arama, hesap sorma düşmanlığa dönüştürüldü bu ülkede. Toplumsal ve siyasal sistemi denetimi altında tutanlar, mevcut sistem çarkının meşruluğunu benimsetmek ve onu sürekli kılmak için ülke içindeki tüm bilgi alışveriş ve kitle iletişimini de denetimi altına alıyor. Böylelikle tek tip düşünen her sunulanı kabullenen, her türlü yalan-yanlış bilgiyle manipüle edilmiş bir toplum oluşturulmak isteniyor.
Oysa bilim insanının, sanatçıların ve her meslekten aydının bir işlevi de çok sesliliği, farklı görüşleri seslendirmek, olaylara eleştirel bakabilmektir. Düşünce ve ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazıdır. Düşünceyi hapsolmuş karanlıklardan aydınlığa ulaştırmaktır. Birçok alanda olduğu gibi bilimin ve sanatın da doğal ortamı özgürlüktür.
***
Bütün bunlara karşı durmak bilim insanının, sanatın ve sanatçının boynuna borçtur. Çünkü gerçek sanat; zulmün, şiddetin, insani olmayan her davranışın karşısındadır.
Toplumu ve toplum hayatını kıskaç altına alan zihniyete ve toplumsal muhalefet üzerindeki baskılara karşı, uyanık ve uyarıcı olmak, cesur ve mücadeleci olmak zorundayız.
İnsanı asıl rahatsız eden şey; zalimlerin güce dayalı iktidarlarına itiraz etmesi, adaletten, barıştan ve sevgiden yana olması gereken kimi sanatçıların da zalimlerin zalim olmasını sağlayan düşüncelerini benimser bir tutum içinde olmalarıdır.
Oysa Julien Benda’nın da dediği gibi sorumluluk var ve bu konuda misyon nettir: “Sanatçı ve aydının misyonu, dünyanın efendisi haline gelmiş haksız ve yanlış karşısında cümle alem diz çökerken bile ayakta kalıp ona insanlık bilinciyle karşı çıkmaktır.”