Kültür çalışmalarının yereldeki halkla, belleğiyle, geçmişiyle bağının zayıfladığını belirten sanat kuramcısı Ezgi Bakçay, yerelleşmenin neoliberal politikalara karşı bir direniş imkânı verdiğini söyledi
‘Amed’de 18 Temmuz’da kuruluşunu ilan ettiği Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi’nin destekçisi bağımsız küratör ve sanat kuramcısı Ezgi Bakçay, Türkiye’de sansür kapanının nasıl kırabileceğine dair çalışma yürüttüğünü söyledi.
Mezopotamya Ajansı’na konuşarak sanat ve kültürde yerellik kavramının önemli olduğunu vurgulayan Bakçay, “Aslında yerelliği öncelikle yerle, içinde bulunduğumuz mekanla, toplumla ve bağlamla kurduğumuz ilişki çerçevesini ele almaya çalıştım. Kültür ve sanat çalışmalarında merkeziyetçi bir anlayış hakimdir. Sanat müzelerde, büyük sergi salonlarında ya da büyük film gösterim mekanlarında icra ediliyor. Bu merkeziyetçiliğe karşı sanatın yerelleşmesi önemlidir. Kültür sanat pratiklerinin yerelle ilişkisinin zayıfladığını, yerelden kastım hem mekânda yaşayan halkla hem de geçmişiyle, belleğiyle, hafızasıyla ilişkisinin zayıfladığını görüyoruz. Bu bağın güçlendirilmesinin hem tarihsel dayanışma ilişkilerinin tekrardan hatırlamak hem de sansür ve oto-sansürün yarattığı hafızasızlaşma ile mücadele etmek için çok değerli olduğunu düşünüyorum. Kültür endüstrileri bugün yereli sömürüyor. Yerel değerleri ve kültür mirasını kendi öz sermayesi haline getirmeye çalışıyor. Buna karşı yerelde hala mücadele eden kendi bağımsızlığını ve kendi hafızasını korumaya çalışan direniş biçimleri var. Bunlardan ilham alacağımızı düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
‘Tekrar bağ kurmak mümkün’
Bakçay, sanatta yerelleşmenin neoliberal politikalara karşı bir direniş imkânı verdiğini ifade ederek, “Kültür yerelleşirse neoliberal politikaların kurmaya çalıştığı rekabet ilişkisi, emek sömürüsü hatta duyguların sömürüsü rejiminde, oto-sansür rejiminde direniş imkanlarını, yerelde kurduğumuz dayanışma ağlarından, komşuluk ilişkilerinden, hemşerilik bağlarından çıkartabiliriz gibi geliyor. En azından bizi birbirimize karşı rekabet ilişkilerinde yalnızlaştıran, bireyleştiren, hücre hücre bizi birbirimizden ayıran sistemin karşısında tekrar bağlanmak, bağ kurduğumuz yerden güçlenmek mümkün olabilir” diye konuştu.
Özgürlük sanatla bağlantılı
Sanatın, sansür ve otosansüre karşı kendini korumasına dair bazı metotlar veren Bakçay, gündelik hayat içerisinde sanatın varlığını “gözeneklik (geçirgenlik)” kavramı üzerinden açıklayarak, “Farklı kültür sanat pratiklerinde olduğu gibi gündelik hayatta da geçirgen olan bir sanat pratiğine ihtiyacımız var. Gündelik hayatın içerisinde akmakta olan pek çok dinamik var. Sanat sadece büyük harfle yazıldığı zaman değil, kendi bulunduğu o tahtından inip sansür ve oto-sansüre karşı tasarımla, zanaatla, ekonomiyle, ekolojiyle, bilimle, felsefeyle birlikte kendine bir cephe açabilir” dedi.
Özgürlüğün sanatla doğrudan ilişkisi olduğunu belirten Berkçay sözlerini şöyle tamamladı:
“Özgürlük aslında doğrudan doğruya sanatla ilişkisel bir mesele. Özgürlük etimolojik olarak Hint-Avrupa dillerinde ‘free ve friend’ kelimeleri yani arkadaş kelimesiyle akrabadır. Yani arkadaşlarının arasında olmaktır özgürlük. Dolayısıyla eğitimde olmaktır. Kalabalıkların, farklı, öteki, beklenmedik olanın içerisinde bulunabilmektir. Kendi içimizde yalıtıldığımız yerde, kendi içimizde kapandığımız yerde özgürlüğün mümkün olmasından bahsedemeyiz. Özgürlük ancak dışarıda, kendimizden dışarı uğradığımız ve başkasıyla karşılaştığımız o çoğulluğun mecrasında mümkün. Dolayısıyla sanat pratiği de aynı şeyi yapıyor. Sanat da bir eylem biçimi, sanat da yeniyi, ötekiyi, başkasını arayan bir özgürlük eylemi. Dolayısıyla sanat ve özgürlük akrabalar. Bunu unuttuğumuz yerde belki de biz kendimizi kapana kısılmış hissediyoruz.”
İSTANBUL