Beyaz Vatandaşlar Konseyi Başkanı Paul Farmer, konseyin birkaç üyesi ve Ku Klux Klan ile birlikte sokağın ortasında duruyordu. Louisiana eyaletinin Bogalusa kasabasında 1966 sonbaharıydı. Silahlıydılar. Sokağın başında duran sivil haklar lideri berber Royan Burris, niye orada olduklarını biliyordu: Bogalusa Ortaokulu’nda kapıların açılmasını bekliyorlardı. Okulda bir süredir beyaz öğrenciler, siyah öğrencileri gaddarca dövüyor ve en hafifinden yüzlerine tükürerek aşağılıyorlardı. Bu onlar için çok eğlenceliydi, çünkü siyah çocuklar karşılık vermiyordu.
Ama o gün farklıydı. Her zaman siyah öğrencilere şiddete başvurmamalarını tavsiye eden Burris, bu kez şöyle demişti: “Sana kim vurursa, sen de vur. Sana tüküren olursa, yüzüne tükür.” Burris’in yeni tavsiyesi işe yaradı. Okulda gün boyu siyah beyaz öğrenciler arasında kavga çıktı. Paul Farmer ve Ku Klux Klan çetesi de silahlanıp bunun için gelmişti zaten, kara maymunlara haddini bildirmek! Ama bu kez küçük bir sorun vardı. Sokakta, bir düzineye yakın siyah adam da vardı ve hepsi de daha önce ırkçılarla silahlı çatışmaya girmiş olan siyah öz savunma örgütü ‘Savunma ve Adalet Diyakozları’nın üyeleriydiler. Artık işler farklıydı!
Sabır taşı çatladığında
Bu olayın Güney eyaletleri boyunca defalarca tekrarlanmasına neden olan güç, Savunma ve Adalet Diyakozları, siyah tarihin dönüm noktalarından biriydi. Kendilerine neden ‘papaz yardımcısı’ anlamına gelen ‘Diyakoz’ ismini taktıkları sanırım ırkçılığın yaygın olduğu Güney eyaletlerinin jargonuyla ilgili bir şey. Ama pek dinsel bir anlamı varmış gibi görünmüyor.
Kuşkusuz grubun ortaya çıkışı, ırkçı beyazların siyah nüfusa karşı yıllardır sürdürdüğü saldırıların bir sonucuydu. Ku Klux Klan’ın saldırılarına yeterince sabır gösterilmişti aslında. Sivil Haklar Hareketi (NAACP) ve Şiddetsiz Öğrenci Koordinasyon Komitesi (SNCC) gibi örgütler uzun süre şiddet içermeyen yöntemlerle ırk ayrımcılığına karşı mücadele etmişler ve ağır kayıplarla da olsa başarılar elde etmişlerdi. Ama yerelde işler öyle yürümüyordu. Her gün haç yakan, özellikle siyah kadınlara saldıran, evleri ateşe veren Klancılar günlük hayatı cehenneme çeviriyordu.
Korku ve saygı
Sonunda, Louisiana’nın Jonesboro kasabasında ırkçılar siyahlara saldırarak kiliseleri yaktığında, Kasım 1964’te sivil haklar çalışanlarını, ailelerini ve siyah toplumu korumak için Deacons for Defense kuruldu. Earnest Thomas ve Frederick Kirkpatrick yirmi kişilik bir grup örgütlediler ve silahlı devriyeleri başlattılar. Diyakozların çoğu, Kore Savaşı ve II. Dünya Savaşı’ndan kalma savaş tecrübesine sahip gazilerdi. Örgütün katı bir tüzüğü vardı. Sadece 21 yaş üstü erkekleri kabul ediyorlardı ve “öfkeli” olmakla ün yapmış kişileri asla aralarına almıyorlardı. Tüzüğe göre, yalnızca nefsi müdafaa halinde silah kullanabiliyorlardı. Gün boyunca, silahsızdılar ama geceleri, Klancıları caydırmak için sokaktaydılar.
Doğrudan şiddet kullanmaları da gerekmiyordu bazen. Polis ve beyazların önünde pompalı tüfeklerini sergilemeleri, herkese pabucun pahalı olduğunu gösteriyordu. Genelde kimliklerini de gizlemiyorlardı. Ancak örgütün asıl başarısı, ırkçıların ve polisin kendilerine direnen herkesi Diyakoz sanmasından kaynaklanıyordu. Diyakozların Bogalusa Birimi Başkanı Charles Sims, o günlerde verdiği bir röportajda, “Bir silahın gösterilmesi birçok şeyi durdurur. Herkesin canı tatlıdır, değil mi? Burada, Bogalusa’da, gerçekten Diyakoz olan birkaç kişiden biriyim aslında ama ben ortaya çıkıyorum, sonra on, on iki adam daha ortaya çıkıyor, Diyakoz olsun ya da olmasın, fark etmez. Bu, beyaz adamın bize daha fazla saygı duymasını sağlıyor, bu kadar basit!”
Etkisi kendinden büyük
Sims aslında böylece bir işleyişi de anlatmış oluyordu. Polisin himayesinde şımarmış ırkçı Klan üyeleri, artık siyah mahallelerine girerken ya da kadınları taciz ederken her an bir öz savunma birliğinin ortaya çıkabileceğini biliyorlardı.
Bu arada, Diyakozların şiddet içermeyen diğer sivil haklar gruplarıyla ilişkileri vardı. Bu silahlı destek, NAACP gibi sivil örgütlerin çalışmalarını koruyor ve bölgede güven içinde dolaşıp ilişkiler kurabilmelerini sağlıyordu. Yaptıkları mütevazı bir işti ama her gün taciz edilen siyah halkın kahramanları gibiydiler. Örneğin, Jonesboro’da Ku Klux Klan haç yakma kampanyası başlattığında, Diyakozlar, haç yakan herkesi öldürmekle tehdit eden bildiriler yayınladılar ve bu bildiriler siyah ev işçileri tarafından beyazların malikânelerine kadar sokuldu. Sonuç, haç yakma eylemlerinin durması olmuştu! Eylemci Roy Innis’in şaka yollu söylediği gibi, Diyakozlar, “Klan’ı eylemlerini yeniden değerlendirmeye ve pislettikleri iç çamaşırlarını sık sık değiştirmeye” zorluyordu!
Tarihsel bir zincir
Tabii ki bütün bunlar, ünlü Edgar Hoover’ın başında olduğu FBI’ın dikkatinden kaçmamıştı. FBI, büyük ölçüde örgüte yakın olan veya örgüte sızmış olan çok sayıda muhbir aracılığıyla Diyakozlar ve faaliyetleri hakkında bin 500 sayfadan fazla kayıt tuttu, yüzlerce siyah defalarca sorgulandı ve gözdağı verildi ama bu pek işe yaramadı. Diyakozlar, güç ve gururun sembolü olarak hizmet ettiler ve siyahlardaki boyun eğme klişesini paramparça ettiler. Asıl önemli olan da buydu zaten. Siyahlar, ilk kez sokaklarda devriye gezen kendi çocukları sayesinde evlerinde rahat uyuyabiliyorlardı!
Örgütün ömrü çok uzun sürmedi aslında. 1968’e doğru yavaş yavaş sönüp gitti. Bir süre sonra ortaya çıkacak olan Black Panters hareketinin esin kaynağı kuşkusuz Diyakozlar’dan başkası değildi.