1 Mayıs Dünya işçi sınıfının “dayanışma ve mücadele günü” olarak 130 yılı aşkın bir süredir tüm dünyada kutlanıyor. Geçen yıl kutlamalar Covid-19 Salgını gerekçe gösterilerek Türkiye’de yasaklanmıştı. Bu yıl da aynı gerekçeyle, 1 Mayıs günü “tam kapanma” yasaklarına denk getirilerek bir kez daha yasaklandı.
Aslında traji-komik bir durum söz konusu. Çünkü 17 gün sürecek olan kapanma sırasında işçilerin en az yüzde 60’ı çalışmaya devam edecek, yani kapitalizmin kâr çarkları dönmeyi sürdürecek. Buna karşılık işyerindeki yetersiz önlemler yüzünden ciddi riskler altında patronlar için kâr yaratmayı sürdürecek olan işçiler yasaklar yüzünden meydanlara çıkamayacak, yılda bir gün olan bayramlarını kutlayamayacak.
Üstelik de iktidar partisi kongrelerinin lebaleb doldurulduğu, vefat eden cemaat liderlerine kalabalık cenaze törenlerinin yapıldığı, turizm beldelerinin yerli ve yabancı turistle doldurulduğu bir anda işçilere, yasalarla güvence altına alınmış olan haklarına rağmen, Salgın gerekçe gösterilerek izin verilmiyor.
Salgın bir işçi sınıfı sorunu
Son iki yıldır 1 Mayıs çok farklı bir tarihsel ana denk düştü. Öyle ki Salgının üzerinden geçen bir yıl Salgının aslında bir işçi sınıfı sorunu olduğunu ortaya koydu.
Bu durum kendini, işçilerin Salgında yeterli güvenlik önlemi alınmadan çalıştırılmaya devam ettirilmesinde olduğu gibi, Salgından en çok hastalanan ve ölenlerin işçi sınıfının üyeleri olması, Salgının neden olduğu ekonomik yıkımdan en fazla zarar görenlerin, en fazla işsiz kalanların ve en fazla yoksullaşanların açlık sorunuyla yüz yüze olanların da işçiler olduğu gerçeğinde kendini gösteriyor.
Ayrıca Salgın egemen sınıfların sorunu olmadığından, egemen sınıflar ve onların sözcüleri konumundaki iktidarlar işçileri korumak için önlem almaya yanaşmadıkları gibi, kamu bütçesini büyük sermayeye destek vermek için kullanıyorlar.
Sayıları 50’yi ancak bulan; kamu özel işbirliği projeleri altında yapılan Şehir Hastanesi, köprü ve hava limanı müteahhitlerine, enerji şirketinin patronlarına bu süreçte 54 milyar 600 milyon liralık kaynak aktarılırken (1), bu 17 günlük kapanma sırasında işçiler çalıştırılmaya devam ettirildikleri gibi, evlerine tıkılan milyonlarca yevmiyeli çalışana, küçük esnafa, gence, her hangi bir destek verilmiyor.
Devlet bütçesinden halka sadece yüzde 1,9’luk pay
Bu tutum uluslararası örgütlerin raporlarında Türkiye’nin milli gelirinin sadece yüzde 1,9’u oranında bir destekle, dünyada halkına Salgın sırasında en az destek veren ülkeler arasında yer alan bir ülke olarak kaydedilmesiyle sonuçlandı. (2)
Üstelik de ülkede bu yıl bütçe açığının sadece yüzde 3,5 ve devlet borcunun yüzde 40,6 olmasının beklenmesine (3), yani dünyanın pek çok ülkesine göre kamu maliyesi açısından daha iyi durumda olmasına rağmen siyasal iktidar bu tercihi yapmadı, yapmıyor.
Emeklilere yılda iki kere verdiği bayram ikramiyesini ise sadece 100 lira artırarak 1,100 liraya çıkartıyor. Keza yoksul ailelere sadece bir kereliğine verdiği yardımı da 100 lira artırarak 1,100 lira yapma sözü veriyor.
Oysa işçi sınıfı but düzenin belkemiği. Öyle ki bu Salgın işçiler olmaksızın hayatın sürdürülmesinin mümkün olamayacağını gösterdi. Bu dönemde büyük patronlar, üst düzey yöneticiler evlerinde, malikanelerinde dinlenirken, işçiler çalışmak zorunda bırakıldılar. Yani sermaye kesiminin toplumun ayakta kalabilmesi için gerekli olan mal ve hizmet üretiminde gerçekte hiçbir rollerinin olmadığı ortaya çıktı.
Salgının hatırlattığı işçi sınıfı gerçeği
Öncelikle, Salgın dünya işçi sınıfının ve emekçi halklarının gerçek dostlarının, sadece onların sınıf kardeşleri ve dünyanın halkları olduğunu gösterdi. Zira bu salgında burjuvazi ve onun kontrolündeki devletler işçi sınıfının karşılaştığı sıkıntıları çözmek yerine büyük patronları kurtarmanın, hatta onları daha da zengin etmenin derdine düştü. Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede dahi geçen yıl 26 dolar milyarderinin servetlerini 15 milyar dolar daha artırmaları (4) ya da İstanbul havalimanı işletmesinin 2020 yılına ait kira borcunun silinmesi (5) başka ne anlama gelebilir?
Alternatif dayanışma ağları büyüyor
Buna karşılık dünyada halkın kendi içinde sosyal dayanışma ağları kurulup geliştiriliyor. Bizim gibi, giderek otoriterleşen yönetimlerde belediyelerin dahi gıda, maske ya da diğer hijyen malzemesi dağıtımı fiilen önlenirken, dünyanın başka ülkelerinde topluluk meclisleri, kooperatifler ve komünler aracılığıyla hem salgın ile başarıyla mücadele ediliyor, hem de halkın bu sırada duyduğu gıda, içecek, ilaç, sağlık hizmeti gibi zaruri ihtiyaçlar etkin bir şekilde halka sunulabiliyor. Çin, Venezüella ve Hindistan’ın Kerela Bölgesindeki bu tür örgütlenmeler (6) başarılı Salgın yönetimi uygulamaları olarak tarihe geçtiler bile.
İkinci olarak, işçi sınıfı olmadan yaşamın da olmadığı, dünyanın da dönmediği ortaya çıktı. Salgınının zirve yaptığı hem geçen yıl, hem de bu yılki dönemlerde dahi işçilerin çalıştırılmaları, başta Emek-Değer Yasası ve Sermaye Birikimi Yasası olmak üzere Marksist Ekonomi Politik Yasalarının hala geçerli olduğunun ve bu yasaları ortaya çıkartan Marx’ın bir kez daha haklı çıktığının bir kanıtı.
İşçiler durursa hayat durur
Bu yasalar, kapitalist sistemde üretimin, doğrudan insan ihtiyaçlarını karşılamak yerine, (asıl olarak) sermaye birikimi ve kâr yaratılması için yapıldığını, sermaye birikiminin kaynağında kârın olduğunu ve onun da temelinde artı değer sömürüsünün bulunduğunu, ortaya çıkan değerin onun için harcanan toplumsal emek tarafından yaratıldığını, bu nedenle de bu emeğin sahibi işçi sınıfının toplumun en temel unsuru ve dönüştürücü öznesi olduğunu bilimsel olarak kanıtlayan yasalar.
Marx’ın bundan 153 yıl önce dediği gibi (7): “Bırakın bir yılı, birkaç hafta süresince çalışmayan bir ulusun yok olacağını çocuklar dahi biliyor. Yine her çocuk farklı ihtiyaçları karşılamak üzere üretilmiş bulunan ürünlerin farklı miktarda toplumsal emeği gerektirdiğini anlıyor. Bilim ise değer yasasının tam olarak geçerliliğini ortaya koyuyor”.
Üçüncü olarak, Salgına rağmen çalıştırılmaya devam eden işçilerin yanı sıra, sağlık emekçilerinin, gıda üreten işçilerin, hijyen-temizlik işçilerinin, süpermarket işçilerinin, fırın işçilerinin, tarım işçilerinin, kamyon ve otobüs şoförlerinin, eczane çalışanlarının, evlerimize fedakarca gıda vb getiren kuryelerin ve dağıtım işçilerinin canları pahasına bu işlevleri yerine getirmelerinden, toplumsal yeniden üretimin asıl sağlayıcısının işçi sınıfının bu kesimi olduğunu daha iyi anladık.
Dünyayı kadın emeği döndürüyor
Dördüncü olarak, kapitalizmin, sermayenin yeniden üretimi olduğu kadar, yaşamın yeniden üretiminin de kadınlar tarafından gerçekleştirildiği bu Salgınla çok daha net bir biçimde ortaya çıktı. Dışarıda çalıştığı kadar, Salgı yüzünden evde çalışma sırasında da evin işlerinin büyük ölçüde kadınların üzerine yıkıldığı görüldü. Yani dünyayı aslında kadın emeğinin döndürdüğü tezi haklı çıktı.
İnsan yavrusunu yetiştiren, evi çekip çeviren, evdeki hastaya, yaşlıya, çocuğa, engelliye bakan kadınların bu Salgından en fazla etkilenen kesim olduğu açık. Ayrıca Salgında ilk işten çıkartılanlar, gündelikçi işlerini kaybedenler, istihdamdan en fazla çekilenler de kadınlar oldu. Bu nedenle de artık Covid-19’un neden olduğu resesyon yerine, bu krizin kadın işçiler üzerindeki tahribatını daha iyi anlattığı gerekçesiyle “she-cession” terimi (8) kullanılmaya başladı.
Sonuç olarak, bu Salgın ücretli, ücretsiz, kayıtlı, kayıt dışı, erkek, kadın olmak üzere; sağlık kurumlarında, hastanelerde, okullarda, alt yapı işlerinde, evlerde, AVM’lerde, bankalarda, tarımda ya da sanayi üretiminde, fabrikalarda, kısaca hayatın her alanında çalışan işçi sınıfının hayatın merkezinde olduğunu gösterdi.
Bugün işçi sınıfı hamlamış bir maraton koşucusu gibi
“Bu kadar büyük bir öneme sahip olmasına rağmen işçi sınıfı neden sahnede yok” sorusu yanıtlanması gereken ama yanıtı kolayca verilemeyecek de bir soru. Bunun ekonomik, politik, kültürel, tarihsel, ideolojik nedenleri var.
Ancak bu durum sınıfın sahneye bir daha çıkmayacağı anlamına gelmiyor. Bugün işçi sınıfı hamlamış bir maraton koşucusu gibi. Uzun zamandır antrenman yapmadığı için koşmakta zorlanıyor olabilir, ama nesnel koşullar onu pistlere tekrar çıkartacak gibi görünüyor.
Aslında 1 Mayıs 1886 tarihi de bunun bir kanıtı değil mi? Çok kötü çalışma koşullarına, uzun saat çalıştırılmaya karşı ölümü göze alarak 8 saatlik işgünü için greve, direnişe giden işçiler bu sınıfın ataları, anaları değil mi? Kısaca sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadele ve direniş ruhu dünya işçi sınıfını terk etmiş değil.
Salgında işçi eylemleri
Nitekim geçen yıl dünyada, başta ABD ve Hindistan’da olmak üzere, çok sayıda işçi ve çiftçi eylemi, grev ve boykot yaşandı. Hatta bu sadece işçilerin grevleriyle sınırlı kalmadı, başta ezilen etnik kimlikler, kadınlar olmak üzere toplumun diğer kesimlerinin mücadeleleri gündemi uzunca bir süre meşgul etti.
Örneğin ABD’de Salgın sırasında grevlerde bir patlama yaşandı. Bunlar kira grevleri, cezaevlerindeki açlık grevleri, üniversite öğrencilerinin boykotları ve işçilerin grevleri biçiminde kendini gösterdi. Yürüyüşler, iş bırakmalar, kira ödemelerinin reddedilmesi, alışverişlerin durdurulması gibi ortak eylemler zoom gibi uygulamalar üzerinden örgütlenerek yapıldı
Bu grevlerin temel nedeni yüksek işsizlik, artan yoksullaşma ve artan sosyal adaletsizlikler, Salgına karşı yeterli önlemlerin alınmaması, işçilerin riskli koşullarda çalıştırılmaları karşısında ek ücret taleplerinin yerine getirilmemesi, devletler tarafından yeterli Salgın desteğinin sağlanmaması gibi son derece haklı nedenlerdi.
“Haksızlıklara , adaletsizliklere karşı isyanın kendi bir zaferdir”
Geçen yıl 1 Mayıs’ta Amazon, Instacart, Target, Walmart ve Whole Foods işçileri ABD’de ülke çapında greve giderken, Siyahilerin sokak direnişleri uzun bir süre devam etti.
Türkiye’de Salgın sırasında kargo işçileri, sağlık çalışanları ve eğitim emekçileri, fabrika işçileri eylemler yaptılar. Bunun yanı sıra işten çıkarma serbestliğine karşı: Migros Depo, Sinbo, Baldur, Döhler, Ekmekçioğlu, PTT, TÜVTÜRK, Yasin Kaplan Halı ve Güven Boya, Mapfre Sigorta Tur Assist, Bayrampaşa Belediyesi, SML Etiket, Cargill, Uzel, CPS Otomotiv Tekstil ve Bel Karper olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında süren tüm işçi direnişleri Kod-29 gibi 170 bin civarında işçinin atılmasına neden olan uygulamalara ve diğer emek karşıtı politikalara karşı mücadele ediyorlar. (9)
Yani ABD’li “halkların tarihçisi” H. Zinn’inde dediği gibi (10): “ Gelecek, bugünlerin sonsuz halefi ve bugün insanlığın yaşaması gerektiğini düşündüğümüz gibi yaşaması için, çevremizde kötü olan her şeye başkaldırmanın kendisi fevkalade bir zafer.”
Kısaca, bugün dünya işçi sınıfı 19’uncu yüzyıldakinden daha güçsüz değil. Sayı olarak 3,5 milyara dayanıyor. Ayrıca kapitalizmin bugünkü gelişim çizgisi orta sınıfları da erittiğinden sınıfın sayısal gücü daha da artıyor. Üstelik bu kez sınıf kapitalist toplumun diğer ezilenleri olan ötekileştirilmiş etnik kimlikler, kadınlar, ekolojistler, gençler ve göçmen ve mültecilerle çok daha güçlü bir konumda.
İşçi sınıfının bu sayısal gücünün politik arenaya yeterince yansımamasının asıl nedeni ise; hala kendisi için bir sınıf olduğunun, yani kendi sınıfsal çıkarlarının tam olarak bilincinde olmaması ve buna uygun olarak da ekonomik ve politik olarak örgütlenmemesi.
Yine Zinn’in dediği gibi: “Kötü zamanlarda iyimser olmak sadece aptalca bir romantizm değildir. Bu, insanlık tarihinin sadece gaddarlık tarihi değil, aynı zamanda merhamet, fedakârlık, cesaret ve şefkat tarihi olduğu gerçeğine dayanır. Bu karmaşık tarihte üzerinde durmayı seçtiğimiz şey yaşamlarımızı belirleyecektir. Eğer sadece en kötüsünü görürsek bu bizim eyleme kapasitemizi yok eder. İnsanların onurlu davrandıkları zamanları ve yerleri hatırlarsak –ki bunlar çok sayıdadır- bu bize eyleme enerjisi ve en azından dünya fırıldağını farklı bir yöne sevk etme imkânını verir”.
Agamben’in uyarısı, Zizek’in rüyası
Çağdaş filozof Agamben Covid-19 Salgını sonrası kapitalist devletlerin korku iklimi yayarak günlük yaşantımıza müdahale etmeyi meşrulaştıran otoriter bir stratejiyi yaygınlaştırmaya yöneldiklerini ileri sürüyor.
Bir diğer filozof Zizek ise mevcut gelişmeleri özgürlüklerimizi, hareketlerimizi kısıtlayan bir bakış açısından değerlendirmiyor. Tersine mevcut gidişatı, yeni dayanışma biçimlerinin ortaya çıkışına imkân veren, halkın iktidarları eleştirme eğiliminin artabileceği bir süreç olarak yorumluyor. Hatta milliyetçi bir izolasyondan daha ziyade küresel bir dayanışmaya doğru gidilebileceğini ileri sürüyor. Ona göre “normale dönmek” yerine hayata ilişkin bütün tavrımızı değiştirmeyi düşünmeliyiz. Çünkü bu süreç “yeniden keşfedilen bir komünizme” doğru ilerleme potansiyeli taşıyor. Bu komünizm herkesin küresel olarak birbirine olan bağımlılığının kurumsal olarak ve yasal olarak kabul edildiği bir dönem olabilir. (11)
Özetle, daha fazla otoriterleşme ve daha fazla otonomi kazanma biçimde bir yol ayrımındayız. Birbirinden kopuk olmayan bu iki görüşü sentezleyerek, otoriterliğe karşı bir perspektif oluşturabiliriz. Bu bağlamda mevcut topluluk temelli dayanışma inisiyatiflerini daha fazla otonomi kazanmak için politikleştirebiliriz.
Yani Zizek’in rüyasını Agamben’in uyarıları ile gerçekleştirebiliriz. Bizi birbirimize daha fazla yabancılaştıran mevcut sosyal trendlere karşı direnç geliştirebiliriz, olabildiğince çabuk sokaklara geri dönebiliriz. Bir yandan düzeni eleştirirken, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçi halklara ve tüm topluma gerçek seçeneğin ne olduğunu anlatabiliriz, direnebiliriz, mücadeleyi yükseltebiliriz.
Yaşasın 1 Mayıs!
Anahtar sözcükler: 1 Mayıs, Agamben, Covid-19, Grev, İşçi sınıfı, Kadın emeği, Mali destek, Marx, Zinn, Zizek.
Dip notlar:
-
- “ Muhalefet destekleri yetersiz buldu… 30 Nisan 2021 Selçuk Tepeli ile FOX Ana Haber”, https://www.youtube.com (30 Nisan 2021).
-
- IMF, Fiscal Monitor Database, April 2021, https://www.imf.org, s. 29.
-
- The World Bank, Turkey Economic Monitor, April 202:, Navigating the waves, www.worldbank.org, s. 101.
-
- DİSK-AR, “Covid-19 döneminde Türkiye’de dolar milyarderlerinin serveti 15 milyar dolar arttı!” , http://arastirma.disk.org.tr (8 Nisan 2021).
-
- https://www.birgun.net/haber/yurttaslara-geri-odemeli-kredi-muteahhitlere-mucbir-sebep (12 Mart 2021).
-
- Ying Chen, “Community Infrastructure and the Care Crises: An Evaluation of China’s COVID-19 Experience”, https://www.indiachinainstitute.org (28 March 2021).
-
- Marx-Engels Correspondence 1868, “Marx To Ludwig Kugelmann In Hanover” (London, 11July1868, https://marxists.architexturez.net/archive/marx/works (30 Nisan 2020).
-
- “Working-Class Mothers and the COVID-19 Shecession”, https://cepr.net/working-class-mothers-and-the-covid-19-shecession (28 April 2021).
-
- Evrensel Gazetesi.
-
- http://www.zmag.org/zvideo (13 December 2009).
- “https://www.haberturk.com/zizek-insanligin-hayatta-kalabilmesi-icin-kuresel-komunist-tedbirlere-ihtiyac-var (26 Mart 2020).