“Umduğumuzdan da güzel bir tablo bizi bekliyor.” Koronavirüs salgını sonrası için verilen bu “müjde”nin içeriğini incelemeye almadan yaşamakta olduğumuz anı anlamlandırmak mümkün değil. Krizden fırsat üretme beklentisi ve bu beklenti nedeniyle halk sağlığını tehdit etmeye varan hamleler, meclis içi ve dışı siyasal muhalefetin eleştirilerine konu olmaya devam edecek. Ama verilen “müjde”den kastın bu taktik kazançlarla sınırlı değil de makro ölçekli ve uzun vadeli stratejik adımlara işaret ediyor olma ihtimalini unutmamak gerekiyor.
“Şok doktrini”ne sarılarak imha, yıkım ve kolektif travma üzerine yeniden-inşa perspektifi ile hareket edildiği gözlemini hatırlayalım. Siyasal İslamcı AKP, on sekiz yıl önce seçimleri kazandığında, ülkeyi bu kadar uzun bir tek parti iktidarı sürecinin beklediğinin kimse farkında değildi. Ne de Erdoğan’ın devlet mekanizmasını bu ölçüde şahsi kontrolü altına alabildiği bir otoriter rejim öngörüsü mevcuttu. Geçen zaman içinde gerçekleşen anayasa tadilatları ve kapsamlı “güvenlik operasyonları” ile var olan devlet geleneğinin hukuki ve politik kolonları birer birer söküldü. Bugünden bakıldığında anlaşılıyor ki Erdoğan 2010 referandumuna kadar giymeyi sürdürdüğü demokrasi havariliği hırkasından kurtulduğu momentte artık kendini Türkiye devleti ve toplumunu Türk-İslam sentezi ideolojisi ile neoliberal ekonomik doktrinin ortak harcıyla karılmış bir zemin üzerinde yeniden inşa sürecine sokmaya hazır görüyordu.
2015 ile 2017 yılları arasında topluma yaşatılan kaos, şok ve kolektif travmalar silsilesi, bu yeniden-inşa ya da “formatlama” faaliyetinin ön koşulu ya da zemin temizliği olarak okunduğunda anlam kazanıyor. Bu dönüşüm hamlelerine rağmen oturmamış bir başkanlık sistemi ile meşruluğu tartışıldığı ölçüde geçici ve kırılgan olduğu düşünülen bir otoriter rejim portresi, siyasal ve toplumsal muhalefetin imgelemini meşgul etmeyi sürdürüyor.
Başka bir ifadeyle, her ne kadar tren rayından çıkarılmış olsa da yeniden rotasına çevrilebilir çünkü geri döndürülemez bir makas değiştirme vakası henüz yaşanmış değil. İşte virüs krizinin sağlayacağı “fırsat”ın, o “umduğumuzdan da güzel tablo”nun niteliği, belki de bu geri dönüşü olmayan makas değişikliğini mümkün kılma potansiyelinde yatıyor.
Giorgio Agamben’in bütün dünyada covid-19 salgını nedeniyle insanlığın içine düştüğü durumu açıklamakta kullandığı “istisna hali” kavramı, bir boyutuyla bu potansiyeli algılamaya yardımcı olacaktır. Sıkıyönetim, Doğu ve Güneydoğu Bölge Valiliği, OHAL, sokağa çıkma yasağı gibi çeşitli biçimleriyle toplum olarak yabancısı olmadığımız durumların genel adlandırması olarak “istisna hali”, bir egemen tarafından hukukun kısmen ya da bütünüyle askıya alınması durumudur. Agamben’in gözlemi, askıya alınmış olan hukukun geri dönmesi yerine istisnanın süreç içinde hukukun yerini alarak kural ya da norm hatta yeni hukuk olarak kendini tesis ettiğidir.
İstisnanın kurala dönüşmesi, Agamben’in küresel salgının olası sonuçları üzerine analizinin yalnızca bir boyutunu oluşturuyor. Sırf bu kadarıyla bakıldığında bile, var olan otoriter rejimlere panoptik kontrol ve gözetleme tekniklerini uygulama meşruiyeti ve dolayısıyla daha fazla mutlak güç kazandırdığı, liberal devletlerde ise yine özellikle iletişim ve sağlık alanındaki teknolojik ve tıbbi gelişmelerin sonuçlarının otoriterleşme yönelimlerine zemin hazırladığı görülebilir. İstisna hali, Çin’de kişisel tıbbi hatta genetik bilgilerin devlet kullanımına bütünüyle açık olduğu bir istisna halini normalize etme sonucuna yol açarken, Rusya’da her yurttaşın hareketlerinin akıllı telefon çipi üzerinden takibinin kurallaştırılması durumunu, olağanüstü bir halk sağlığı tedbiri olarak meşrulaştırmış bulunuyor. Öte yandan Macaristan’da Başbakan Victor Orban’ın aldığı ilk ve en önemli anti-viral tedbirin kendisine ömür boyu olağanüstü yetkiler tanımak olduğunu görüyoruz.
İstisna halinden Türkiye’de beklenen stratejik kazancın bu pratikleri içerdiğine kuşku yok. Bunlarla birlikte İslamcı otoriter rejimin konsolidasyonu, besbelli ki temel stratejik kazanım olarak Erdoğan’ın ufkunu aydınlatmaktadır. Ülkenin rayından çıkarılarak sapmış olduğu rota, artık bir istisna değil geri döndürülemez bir makas değişikliği, yeni bir rota, egemenin yeni hukuku anlamında bir “norm” halini almaktadır.
Toplum virüs dehşeti ve ekonomik depresyon içinde hayatta kalmaya çalışırken sandığımızdan da “güzel bir tablo” sanatkarının hünerli ellerinde aşama aşama canlanmaktadır.