Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ve genelgelerle inşa edilen tek adam rejiminin bir dökümü..
M. Ender Öndeş
Hayli tartışmalı 16 Nisan 2017’deki referandumla kabul edilen ve resmi olarak 9 Temmuz 2018’de uygulamasına geçilen Başkanlık Sistemi, zaman içerisinde muhalefetin eleştirilerinin çoğunu doğruladı. Bu sistemin giderek Meclis iradesini ortadan kaldıracağı, ‘tek adam’ rejimine yol açacağını söyleyenler haklı çıkarken, aslında o rejimin seçilmiş HDP belediyelerine el konulmasıyla çoktan kurulduğu gözlerden kaçtı ya da görülmek istenmedi. Seçmen iradesinin gaspı, 2016’daki kayyumlar furyası ve siyasetçilerin tutuklanması ile başlamış ve bir dikta rejiminin ilk adımları atılmıştı.
Temmuz 2018’den sonra ise rejimin tümden değiştirilmesi hamleleri üst üste geldi. Aradan geçen üç yılda, büyük bir hızla 12 Eylül cuntasını mumla aratacak yeni bir yasama-yürütme düzeni inşa edildi. Öyle ki, cunta şefi Kenan Evren bile kuklalardan da oluşsa, bir “Danışma Meclisi”ne ihtiyaç duyarken, 2021 itibarıyla AKP-MHP koalisyonu, Meclis’in yetkilerini o dönemden bile geriye götürmüş durumda. İlk iki yılda, kanunların sayısı yüzde 89 azaldı örneğin. 7 Temmuz 2018’de başlayıp halen devam eden 27. Yasama yılı itibarıyla, 600 kişiden oluşan Meclis 2 bin 110 maddeyi içeren yasa tekliflerini kabul ederken, Erdoğan tek başına 2 bin 311 maddelik yasal düzenlemeyi çıkarıp uyguladı bile. Üstelik bu, mart ayına ait veri; daha sonra neler olduğunu kapsamıyor.
Bir 12 Eylül mirası
Bugünkü birçok despotik uygulama gibi Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri de 12 Eylül Anayasası’nın bir ürünü. Danışma Meclisi’nin önerdiği taslak metinde yer almayan ama daha sonra 5’li Konsey’in inisiyatifi ile Anayasa’ya eklenen 107. maddede Cumhurbaşkanı’na bu yetki verilmiş ama Cumhurbaşkanlığı teşkilatının düzenlenmesine ilişkin konularla sınırlanmıştı. Evren de zaten yetkiyi bir kez, kendi Genel Sekreterliği’ni düzenlemek için kullanmıştı.
2017’deki yeni düzenlemede ise yürütme yetkisine dair işlerin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmesinin yolu açıldı, giderek sistem tek elden yürütülmeye başlandı. Parlamenter sistemde yasalar Bakanlar Kurulu kararı, tüzük veya kanun hükmünde kararname ile düzenlenebilirken mevcut başkanlık sisteminde yalnızca cumhurbaşkanının imzası bulunan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yeterli hale getirildi ve Erdoğan, üst kademe kamu yöneticilerini atama, görevlerine son verme konularında kararname yayınlayabildiği gibi yürütme konusunda da aynı hakka sahip oldu.
Bütün yetkiler onun elinde
Anayasa’ya göre, temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle siyasi haklar ve ödevler kararname ile düzenlenemiyordu ama bulanık tanımlanmış yetkiler giderek bütün yasallıkları yuttu. Yeni dönemin ilk kararnamesi 10 Temmuz 2018 tarihinde 1 karar numarası ile yayınlanır ve Cumhurbaşkanlığı teşkilatını yeniden düzenlerken, daha sonra artık tümüyle Meclis’i devreden çıkaran bir sistem işlemeye başladı. Anayasa’ya göre Meclis’in kabul ettiği kanunlar Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerini geçersiz kılsa da AKP-MHP’nin Meclis çoğunluğunu oluşturmasından dolayı Meclis’in bunu yapabilmesi mümkün değildi.
İlk dönemde, AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan gibileri, “Sisteme yeni geçildiği için şu dönemde fazla kararname çıkarılmış olabilir. Ama gelecek dönemde, bu idari teşkilat yerine oturdukça kararname sayısı diye bir şey olmayacak, bu hususta anayasanın öngördüğü hangi çerçevede kararname çıkarılacaksa o çerçeveler yerine yerleştikten sonra artık kararname görmeyeceksiniz” gibi sözde güvenceler veriyordu ama bu aslında bir alıştırma çabasıydı. Gerçek hiçbir zaman öyle olmadı. Hatta öyle ki, İstanbul Sözleşmesi örneğinde olduğu gibi Cumhurbaşkanı, ancak Meclis’in kullanabileceği yetkileri de devralarak gece yarısı kararnameleri yayınlanabildi. Kapadokya’nın turizm düzenlemesinden Milli Saraylar’a kadar her konuda kararnameler birbirini izledi.
Başka bir ucube: Kararlar
Ancak her şey kararnamelerle bitmedi. Sistem, giderek Cumhurbaşkanlığı kararı adı altında bir başka kategoriyi de yarattı ve artık Erdoğan, ülkenin her santimi üzerine tek imza ile istediği kararı verebilme noktasına geldi. X üniversitesindeki iki fakültenin birleştirilmesinden Y köyündeki tarım arazilerinin acele kamulaştırılarak yapılaşmaya açılmasına kadar her konuda ‘karar’lar yayınlayan Erdoğan’ın imza attığı kalem artık çıplak gözle izlenemez hale geldi. Örneğin Ihlara Vadisi Çevre Koruma Bölgesi’nin sınırlarının genişletilmesi bir şirkete avantaj sağlıyor mu ya da Mersin Mezitli ve Muğla Seydikemer’deki şu kadar arazinin orman olmaktan çıkarılması kime nasıl rant oluşturuyor bilinmediği gibi, bütün bunların Meclis tarafından tartışılmasının da önü kesilmiş oluyor. 24 Haziran 2021 itibarıyla sayısı 4 bin 147’ye varan bu kararlar, muhalefet tarafından önceden tartışılamamakta, hatta çoğunun içeriği bilinmemekte, ancak birtakım araştırmacı gazeteciler bir karardan huylandığında işin altında hangi çıkarlar olduğu ortaya çıkmaktadır. Sade bir yurttaşın ise bu kararların anlamı üzerine bir fikir yürütmesi mümkün değil.
Kaldı ki, o konuda da AKP iktidarı elini güçlendirmiş durumda; yargı ve denetim mekanizmalarındaki kadrolaşma, yolsuzlukları da garanti altına alıyor. Yapılan bütün suç duyurularının takipsizlikle sonuçlanması bu açıdan hiç tesadüf değil. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapabilme çoğunluğuna sahip tek parti olan CHP şimdiye kadar 64 Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ve 104 kanunun iptali için başvurmuş durumda ve doğru dürüst bir sonuç alabilmiş değil.
Bir de genelgeler var
Genelgeler ise işin en alt düzeyi. Orada da tek imza geçerli ve bazen o tek imza toplum hayatında ciddi sonuçlara yol açabiliyor. Örneğin 15 Ağustos 2019 tarihli bir Cumhurbaşkanlığı Genelgesi’nde kamuya “nükleer santral işlerinin hızlandırılması” emredilirken, 6 Temmuz 2019 tarihli bir genelgede ise Kıbrıs işlerinin bu konuda kurulmuş “Kıbrıs İşleri Koordinasyonu” tarafından yürütülmesi talimatı veriliyor. “Covid 19 Salgınının Kamu İhalelerine Etkisi” başlıklı bir başka genelgede ne denildiğini anlamak için ise satır aralarını okumak gerekiyor. Ya da örneğin, 2021 yılının ne yılı olduğu konusunda dört ayrı genelge var. Bu dört genelgede, 2021 yılı, Mehmet Akif Ersoy, Ahi Evran, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli yılı ilan ediliyor. Burada daha ciddi tehlike oluşturan konu ise bakanlık ve genel müdürlüklerin genelgeleri. Her bakanlık ve her genel müdürlük, kendini “Küçük Erdoğan” yerine koyarak genelgelerle hayata nizam vermeyi bir vazife edinmiş durumda. Örneğin haber alma hakkını kısıtlayan “sokakta görüntü çekme” yasağı, bir genel müdürlük genelgesi olarak karşımıza çıkıyor; ekonomiyle ilgili bakanlıklarda ise genelgelere sıkıştırılan küçük cümlelerle nerelerden nerelere paralar aktığı meçhul.
Sonuç olarak, Kürt illerinde halk iradesine toptan ve direkt olarak el koyan AKP rejimi, ülke genelinde de seçmen iradesini yansıtan Meclis’i boşa çıkarmış durumda. Bu durumun rant ve yolsuzlukların kapısını açmış olması da şaşırtıcı görülmüyor.
Düzeltmenin düzeltmesinin düzeltmesi!
6 Şubat 2021 tarihli Resmi Gazete’de “Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” tek adam yönetimin işleyişini ortaya koyması açısından dikkat çekti. Ama bu tek örnek değil. 10 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanan 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde şimdiye kadar tam 16 ayrı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle değişiklik yapıldı. Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kapsamında çıkarılan 24 asıl kararnameyi düzeltmek için 31 farklı kararname yayımlandı.
**
İkizdere örneği: Balık baştan koktu
Cumhurbaşkanlığı kararı mekanizmasının nasıl işlediğinin en iyi örneği, halkın direnişine konu olan Rize/İkizdere taş ocağı olayıydı. Cengiz Holding’in Rize İkizdere Lojistik Limanı İnşaatı Projesi kapsamında deniz dolgusunda kullanılacak ham maddenin temini amacıyla ihtiyaç duyulan taş ocağı girişimi, bir süre Cevizlik ve Gürdere köylülerinin ve çevrecilerin hukuki çabalarıyla durdurulabilmişti. 2020 Ağustos ayında Rize İdare Mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararı da vermiş, karardan sonra da çalışmayı devam ettirmek isteyen Cengiz, halk tarafından engellenmişti. Tam bu noktada, Cengiz Holding için özel olarak hazırlanmış, “adrese teslim” CB Kararı çıktı. 19 Mart 2021 tarihli ve 3678 sayılı karar kısaydı: “Rize İyidere Lojistik Limanı İnşaatı Projesi kapsamında deniz dolgusunda kullanılacak hammaddenin temini amacıyla ihtiyaç duyulan taş ocağı ile bağlantı yoluna isabet eden ve ekli plan listede bulundukları yer ve ada/parsel numaraları gösterilen taşınmazlar ile muhdesatın, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı (Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü) tarafından acele kamulaştırılmasına, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27nci maddesi gereğince karar verilmiştir.”
Yine örneğin Manisa-Salihli’nin Çapaklı köyünde kurulacak Biyogaz Enerji Santrali ve Gübre Üretim Tesisi’ne karşı mücadele eden köylülerin direnişi de aynı sonucu doğurdu. Bu kez Enerji Bakanlığı, acele kamulaştırma kararına başvurdu.
Benzeri kaç olayda tek imzalı kararlarla kimin çıkarlarının korunduğu ciddi bir araştırma konusu.
**
Meclis’e gelse ne olur?
Erdoğan, Meclis tartışmaları külfetinden kurtularak, imzayı basıp kararnameleri çıkarıyor ama aslında Meclis’teki durum da iyice hazin. CHP Milletvekili Prof. İbrahim Kaboğlu, Meclis’e gelen yasa tasarılarının da vekiller tarafından hazırlanmadığını söylüyor. Kaboğlu, süreci “Meclis’e gelen yasa önerileri aslında vekiller tarafından hazırlanması gerekirken bürokratlarca ya da Saray tarafından hazırlanıyor. Vekiller altına imza atıyor ve virgülünü değiştirtmemek için uzun uğraş veriyor. Sonunda belki çok küçük değişiklikle eller kalkıyor, eller iniyor” şeklinde özetliyor.
Denetim ve soru önergesi sistemi ise artık tamamen çalışmaz halde. 2020’de 6 bin 606 önergeye hiç yanıt verilmedi. Yıl boyunca CHP’nin 7 bin 897, HDP’nin 4 bin 409, İyi Parti’nin ise bin 243 soru önergesi iktidar tarafından yok sayıldı. Meclis araştırması önergeleri ise sistematik olarak AKP-MHP bloku tarafından reddediliyor. Bu arada, muhalefetin verdiği bir tasarının kabul edilerek yasalaşması olayına ise hiç rastlanılmadı.