Kötü bir rüya mı gördük ki herkes uyanmış. Kimse bir şeyler hatırlamıyor, her şey paramparça. Anlatılan bir nesne yığını, mezarlıklar, mahzenler, inatlar, direnişler ve intiharlar. Hayatta olabilecek her şey herkesin gördüğü tek bir rüyada. Salgın gibi, verem misali, kanser gibi yayılmış bir hücre sanki. Dünyadayız demişler, ve bunun tedavisi yok diye hükmetmişler. Oradayız, bir milim ileride değil, geriye hiç gidemeyiz.
Kahreden olayların hengamesi günlerimizi alabora ederken, şanstan ve bahttan sözler kuruluyor, dualar ve beddualar ediliyor. Hayatın ıskaladığı, içinde ıslandığı anılar, bir günbatımında ancak bir hayal ve kısacık bir hatırlama mevsimi. Sersem bir rüzgarın getirdikleri ve götürdükleri. Hepsi bu kadardı, ötesi namı kadardı.
Her günü cendereye sokan haller, halledilemeyenler, halledilmesi gerekenler, yaşamı günlüklerden çıkarıyor. Taklitler, simülasyonlar, manipülasyonlar, riyakarlıklar baktığımız her yerde. Dün kadar eski, bugün kadar yeni. Sahte sahneler kuruluyor ve orada herkes rolüne uygun davranıyor, birileri alkışlıyor. Sonrası kıyım, yıkım, yarılma ve dağılma. Biz buna medeniyet diye bir lakap taktık, herkes de öyle çağırıyor.
Sezgilerin nişan alması, analitik ve duygusal zekanın çarpışması, atomaltı parçacıklar ve kocaman bir savaşın panoraması. Şefkatli bir fal lazım ve yaşanmamış bir dünya. Yazılmamış bir masal, yaşanmalı. Başlamalı bir son, evet, buradan yürümek gerek. Burada ve buradan bir yol görmek gerek. Sonrası yolculuk ve yolcu olmak.
Hayat ıskalıyor, dünya gösteriyor. Paranoyak bir macera, karnaval gibi bir rüyadan uyandırıyor. İnsan aklı, yaşamak sırrı, hayatını sınırları hep bir ters köşe. Şeffaf olamayan parçalanıyor ayna gibi, insan gibi ve mazisi gibi. Geldiği gibi gitmiyor her şey, beklendiği gelmiyor çok şey. Taklitler ve benzerler çağı, naylondan maskeler modası.
Geçmişe sığınmaktan, geleceğe tahayyül biçmeye zaman kalmıyor. Korkular, handikaplar, sınavlar, sızlanmalar, aşklar ve ayrılıklar. Sonra hatıralar karışıyor, bir dağ kadar getirdikleri yığılıyor. İnsan, tek başına herkes. Herkes tek başına insan. Tek başına herkes insan. Çünkü dünya yalanı, yalan da dünyayı sevdi. Herkes benzeşir birbirine, herkesleşir ve şeyleşir.
Uzak ihtimallerin girdabı, yakın tehlikelerin tehdidi bir abluka ve tek tek içinde toplanıyoruz. Yasaların ve yasakların insanı kuşatması, bir lanet gibi her gün bir düğüm atıyor hayata. İnsanın evi artık yoktur, belki de hiç olmamıştı. Herkes dışarıdaydı ve içeride bir şey yoktu, her şey bir oyuktu. Boşluklar çünkü, insana aittir, onun eseridir ve her defasında ayrı bir yerde görülür.
İnsanın anlam arayışı ahkam kesiyor ve tereddütler biriktiriyor. İnsanın insana pusu atması, yine insanın insana omuz vermesi aynı dünyanın depremi. Dingin ve ıssız bir kalabalık, hep bir yabancı ve yalanlarla tarif edilen bir yanılsama. Dünya uzun zamandır bir yansımadır ve yaşanmıyor.
Acılar dolaşıyor yeryüzünde, gökyüzünü de ortak ediyor kederine. Her şey heder olmaya yuvarlanırken, insan insana uçurum oluyor, çöl yalnızlığı bahşediyor. Vazgeçmenin ihtişamı, gitmenin bedeli ve dönmenin kederi mevsimlerle değişiyor. Yitirdiğimiz ne varsa yine burada, bizimle. İnat ve isyandır derman olan ve alan. Aldıklarımız ve verdiklerimiz haritalar çizecek, sınırlar ve sanrılar gösterecek.
Haftanın kitap önerisi: Gökçe Bilgin, 5.45 İstanbul / İletişim Yayınları