Saray rejimi baskıcı hamlelerini sıklaştırıyor. İmamoğlu’na ceza, HDP’nin hazine hesabının bloke edilmesi talebi, sokak eylemlerine şiddet tozunun artırılması…
Suriye’ye kara harekatı üzerinden savaş politikalarının derinleştirilmesi hamlesi hayata geçirilemeyince diğer hamleler öne sürüldü. Saray rejiminin oyun planını 6’lı masanın dağıtılması, olmadı etkisizleştirilmesi, HDP’nin tamamen olmasa da kısmen oyun dışı bırakılması üzerine kurduğunu bilmeyen-söylemeyen yok.
Bu ortamda en çok tartışmamız gereken Saray’ın hamleleri ve anlamı, 6’lı masanın yapması gerekenler olmasa gerek.
Biz ne yapmalıyız?
Saray rejiminin hamleleri konuşulurken büyük oranda geniş emekçi kesimlerin rolü tartışılmıyor. Bunun nedenini biliyoruz elbette. Faşizmin yenilmesi için olmazsa olmaz koşul sokağın gücüdür. Artık yoksullukla değil açlıkla yüz yüze kalan emekçilerin uzun zamandır yüzünü sokağa değil sandığa çevirmiş olması gerçeği bize görevlerimizi unutturmamalıdır. Ki sandığın kurulup kurulmayacağı ve nasıl kurulacağının belirsiz olduğu, Saray kaybederse neler yapabileceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek olmayan bir durumdayız.
Emekçilerin pasifize edilmesinin faturasını sadece iktidara ve 6’lı masaya kesersek yol alamayız. Bu durumun açığa çıkmasında bizim hiç payımız yok mu? Bu payı almazsak devrimci demokrasi seçeneğinin güçlendirilmesi mümkün olmayacak.
Saray rejimi kazanmak için HDP’ye baskıyı artırıyor. Devlet aklı da bu konuda Saray rejiminin yanında. Bu konuda yapılması gereken demokrasi mücadelesinin önemli bir aktörü olan HDP etrafında kenetlenmektir. Emek Özgürlük İttifakı bu anlamda önemli bir misyon üstlenmiştir. Ancak ittifakın kimi handikaplarını açığa çıkarıp zeminini güçlendirmezsek yol alamayız. İttifak kendini ilan ettikten sonra etkili bir program ortaya koyamadı. Daha doğrusu mücadele yolunu henüz bulamadı. Bu süreçte neyi öne çıkaracak, nereden yürüyecek? Açlık sınırının altında yaşayan emekçilerle bağlarını güçlendirmek için ne diyecek, ne yapacak? Uzun zamandır gündem yapmaya çalıştığımız İşsizlik ve Yoksullukla Mücadele mitingleri bir türlü örgütlenemedi. Dışardan çokça dile getirilen sadece seçim ittifakı eleştirisini boşa düşüren hamleler yapılamadı. Emek buluşmaları kıymetli bir çalışma olsa da işçilerin kendi gündemlerini bol bol konuşması gereken kürsüde ittifakın tüm bileşen temsilcilerinin konuşması ne kadar gerekliydi? Bu buluşmalardan ne sonuç çıktı? Yüzünü sokağa dönen, işçi direnişleriyle ilişkilenmeye çalışan adımlar hızla atılmadan etkili sonuçlar alınması pek mümkün görünmüyor.
Emek Özgürlük İttifakı bu anlamda yol haritasını netleştiremedikçe restorasyoncu güçlerin etki alanına girmesi işten bile değildir. İmamoğlu’na verilen cezaya karşı halkın iradesinin gaspına yönelik ses çıkarmak, faşizmin bu hamlesini boşa çıkarmak için tutarlı ama bağımsız bir duruş sergilemek önemliydi. Sağ restorasyon seçeneğinin poz verdiği otobüste olmak ise ne kadar gerekliydi? HDP’yi dışlayan, Kılıçdaroğlu’nun azıcık da olsa “sol”culuğuna tahammül edemeyen, Saray’ın son hamlelerini sağ restorasyon seçeneğinin güçlendirilmesi için değerlendirmeye çalışanlarla gerekli mesafeyi korumazsak geleceğimizi heba etmelerine yol vermiş oluruz.
Biz sosyalistler sahici görevlere soyunmak zorundayız. Bu senenin başında asgari ücretin açıklanmasının ardından patlak veren işçi direnişleri bir heyecan yaratmıştı. Emekçilerin baharı geliyor diyenler bile oldu. Kendiliğinden ve büyük oranda sosyalistlerin irtibatı olmayan bu direnişler bir süre sonra sönümlendi. Bizler bir hareketlenme olunca sınıfı hatırlarsak sonuç alamayız. Sınıfın bir program etrafında sevk ve idaresi için o hareketlerin kendi dinamiklerini görmek, yoğun şekilde temas etmek gerekiyor. Uzun zamandır sınıfla temasları zayıflayan, sınıfın kaderini sarı-korporatif sendikalara bırakmış bir sosyalist hareket sınıfla etkili bir ilişki kurabilmek için ciddi bir ideolojik netlik içinde olmalı ve çok çaba harcamalıdır. Rüzgâr nereden eserse oraya yönelen bir yaklaşım anlık olarak işe yarıyor gibi gözükse de ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Her şeyin anlık yaşandığı ve algılandığı günümüzde uzun erimli ve çilekeş bir çalışma olan sınıf çalışması boş bırakılmış durumdadır.
Bugünlerde işçi sınıfında tekrar bir hareketlenme var. Grev yasağını tanımayan Bekaert işçileri; tacize, mobbinge, ağır çalışma koşullarına karşı sendikalaştığı için işten atılan Koç Üniversitesi Hastanesi işçileri, Kartonsan işçileri… Bu hareketlenmeler bize çok şey anlatıyor. Bazı direnişler sendikal bürokrasiye rağmen işçilerin iradesi ile yapılıyor. Koç Üniversitesi Hastanesi’nde kadın hareketinden güç alan işçi kadınlar, Türkiye’nin büyük patronlarından Koç’un “adamı” tacizciye karşı ses yükseltebiliyor. 2 poşet çay yüzünden hırsız damgasıyla işten atılan işçi, direnişe katılınca “Asıl hırsız sizsiniz” diyebiliyor. Sınıfın öfkesinin direnişle büyütülmesi ve politikleştirilmesi görevi bizi bekliyor. Direnişe önce katılmayan, adımı resmimi vermeyin, bana hırsız dediler, çocuklarım duymasın diyen Sedat, şimdi “Asıl hırsız sizsiniz, bizden çaldıklarınızı geri alacağız!” diyor. Onun sesine kulak verelim.