Türkiye’nin işçi kentleri olarak da anılabilecek en büyük 10 kentine ilişkin 7 Haziran 2015 ve 24 Haziran 2018 seçim sonuçları karşılaştırıldığında AKP’nin oy oranını yüzde 39,7’den 40,7’ye çıkardığı, CHP’nin 29,5’ten 26,6’ya gerilediği, HDP’nin 10,1’lik oy oranını aynen koruduğu, MHP-İyi Parti toplamından oluşan Türk milliyetçisi oyların da 15,6’dan 20,8’e çıktığı görülüyor.
2015’te 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden süreçte yön değiştiren milliyetçi-muhafazakâr oyların etkisiyle AKP’nin ülke genelinde aldığı oyların oranı yüzde 40,9’dan 49,48’e yükselmişti. Bu nedenle kıyaslama 1 Kasım 2015 ve 24 Haziran 2018 seçim sonuçları arasında yapıldığında ise AKP’nin oy oranında ciddi bir gerileme, Türk milliyetçisi oylarda bir önceki kıyaslamaya göre çok daha ciddi bir yükseliş yaşandığı görülüyor. Dikkat çekici olan, Türkiye geneli için geçerli olan bu eğilimin özellikle işçi kentlerinde daha da kuvvetli bir eğilim olması. Peki, tüm bunların anlamı nedir? Ekonomik krizin yıkıcı etkilerinin sınırlı da olsa hissedildiği bir dönemde milliyetçi-muhafazakâr oyların yeniden yön değiştirdiğine ancak bunlardan çok daha fazlasının milliyetçi partilerin yelkenini doldurduğuna şahit olduk. Yalnızca sermaye yanlısı bir program izleyen iktidar partisi değil, sermaye karşıtı bir politika izlemekten özellikle imtina eden ana muhalefet partisi de erimiş. İşçi sınıfının kriz karşısındaki tepkisinden sol değil sağ alternatifler istifade etmiş. Elbette böyle bir kural yok. Hatta aksinin olması beklenir. Ancak işçi sınıfının sol bir alternatifle karşılaşmadığı yerde sağın yükselmesinden doğal bir şey de yok.
AKP bir yandan emek düşmanı politikalar uygularken, emekçilere de düşman olarak Kürtleri gösterdi. Kriz karşısında iktidarını güvenceye almak için savaş siyasetine sarılan AKP, MHP ile ittifakını bu eksende ilerletirken nedense CHP tarafından da desteklendi.
Krizin yıkıcı etkileri işsizlik ve enflasyon olarak yaşanırken sağ muhalefet de suçluyu buldu: Suriyeliler! MHP’nin merkez yöneticileri de Sinan Oğan gibi muhalif isimleri de, İyi Parti’nin sözcüleri de sürekli Suriyelileri hedef gösteriyor, Türklerin hakkı olan kaynakların Suriyelilere yedirildiğinden dem vuruyor, bu propagandaya Suriyeli sığınmacılara karşı linç ve sürgün hareketleri eşlik ediyor. AKP’nin üst düzey yöneticileri Suriyelileri hedef göstermese de aşağı kademeler ve iktidarın sözünden çıkması mümkün olmayan mülki amirler yerel halk ile Suriyeliler arasındaki gerilimlerde Suriyelilerin gözünün yaşına bakmıyor. Hatta Erdoğan da sınır ötesi operasyonlar sonucunda ele geçirilen bölgelere Suriyelilerin geri gönderileceği “müjdesini” sık sık dillendirmeyi ihmal etmiyor.
Yabancı düşmanlığı, ezilenlerin tepkisini egemenlere değil de bir başka ezilen kesime yönlendirerek sağ partileri daima güçlendirdiği için AKP, MHP ve İyi Parti’nin böyle yapmasının bir mantığı var. Ancak Suriyeli karşıtı söylemlerle CHP’nin nereden ne umduğu meçhul.
Sermaye çıkarlarını karşısına alan emek eksenli bir politik söylemi benimsemediği, bunu sözcüğün kötü anlamıyla “siyaset” icabı yapmaktan bile çekindiği için CHP de ezilenler arasında sorumlular gösteriyor. Taban “AKP’ye oy veren cahil işçileri”, tavan da Suriyelileri hedef alıyor… Kürtlere karşı savaş tamtamları her çaldığında devletçi damarı ve bütün ödlekliği ile iktidarın yanında yer alıyor.
HDP de sermaye karşıtı bir söylemden uzak duruyor. Hatta sermaye ile faşizm arasında bir uzlaşmazlık olduğu gibi liberal savlar çok kolay telaffuz edilebiliyor. Çoğunluğu Kürt olan inşaat işçileri şantiyelerde isyan bayrağını çektiğinde bile, bu, siyasetin merkezi unsurları arasında yer almayan herhangi bir hak arama mücadelesi olarak değer görüyor.
Bu koşullarda ekonomik krizin yıkımından mustarip ve sağın etki alanındaki emekçi, sol partilere yönelmek için pek bir gerekçe bulamıyor. Sol adına oy isteyenler sağcılık yaptığında sağcılar sola değil, solcular da sağa gidiyor.
Yine seçim düzlemine girdiğimiz bir dönemde AKP, sınır ötesi operasyonları Fırat’ın doğusuna uzatmaktan, MHP ve İyi Parti “Suriyeli belası”ndan söz edip duruyor ve AKP-MHP gerilimi ile birlikte siyaset düzlemini sağ partiler arası rekabet ve tartışmalar belirliyor. Pek çok iktisatçıya göre tarihinin en ağır ekonomik kriziyle karşı karşıya iken yerel seçimlere doğru giden Türkiye’de siyasete hakim olan manzara bu.
Krizin gerçek sorumlularını, emekçilerin gerçek düşmanlarını ve emekten yana bir çözüm olabileceğini gösteren bir sol siyaset izlenmediği sürece, ekonomik kriz sağın yelkenlerini dolduracak. Bu CHP’ye, HDP’ye eleştiri yöneltmekle ya da akıl vermekle aşılacak bir sorun değil. Emek eksenli siyaseti benimseyenler, krizin yıkımına karşı emeğin politik bayrağını yükseltmeli. Elbette bunun faşizme karşı mücadeleden ayrı bir şey olarak düşünülemeyeceğini ve toplumsal muhalefete hakim olan parçalılık sorununun aşılması gerektirdiğini de unutmayarak…
Bu yönde bir girişim 27 Ekim’de İstanbul’da “Krize Karşı Emeğin Haklarını Savunmak İçin Omuz Omuza” başlıklı bir deklarasyonla ortaya kondu. DİSK, KESK, TMMOB, TTB, sol partiler ve demokratik kitle örgütleri emeğin haklarını savunmak için işyeri işyeri, ilçe ilçe, il il ortak bir mücadele programı çıkarılacağını açıkladılar. Bu girişim, mevcut örgütsel varlığa ve ezberlere uygun bir meşgale yaratmanın ötesine geçtiği ve mutfaktan şantiyelere, plazalardan sanayi bölgelerine süren gerçek çatışmada emeğin haklarını savunmak için bir seferberlik yaratabildiği ölçüde anlam kazanacaktır.
Sol kriz karşısında bir politika oluşturamadığında ise krizin yıkımını emekçilere fatura etmeye yönelik yeni saldırıların püskürtülmesi, sağın yükselişinin dizginlenmesi ve faşizm karşısında solun gerçek bir varlık gösterebilmesi pek mümkün görünmüyor.