Uluslararası Hukuk Konferansında konuşan avukat Özcan Kılıç, OHAL şartlarında gazeteciliğin yok sayıldığını belirterek, “Türkiye’de artık sadece medya değil aydınların da hangi çizgide olduklarını net belirtmeleri gerekiyor. Yoksa her şey yasak olacak” dedi.
Türkiye’nin Olağanüstü Hal (OHAL) rejimi altında gördüğü hasarı teşhis etmek amacıyla avukatlar, yargıçlar, savcılar, hukuk öğretim üyeleri, hukukçu milletvekilleri, adli tıp uzmanları, gazeteciler, stajyer avukatlar ve hukuk fakültesi öğrencileri tarafından Uluslararası Hukuk Konferansı’nın ikincisi düzenlendi. İstanbul Barosu’nda düzenlenen konferansta, “Olağanüstü Halin Olağanlaşması ve Türkiye’de Yargının Durumu” tartışıldı. Konferans kapsamında düzenlenen panelin moderatörlüğünü Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu yaptı.
‘Basın özgürlüğünün sonundayız’
Panelde ilk olarak söz alan Cumhuriyet Gazetesi avukatlarından Tora Pekin, Cumhuriyet gazetesinin el değiştirmesinin tümüyle devlet iradesinde olduğunu, yargı ve vakıfların da buna destek verdiğini belirtti.
Cumhuriyet tarihinin en karanlık günlerinin yaşandığını söyleyen Pekin, 17-25 Aralık operasyonlarının hükümeti çok korkuttuğunun altını çizerek, “O yüzden 2013’teki düzenlemelerde medyayı etkileyecek yayınlar da yaptılar. Ve o gün açılan kapı Türkiye’de basını bitirme noktasına getirdi. İnternette haber bulmak zorlaştı. Bir yasa ile cevap ve düzenleme kararı getirildi. Esas mesele tüm tutuklamalar gibi gazetece tutuklamalarıydı. Sulh Ceza Hâkimleri iktidar doğrultusunda tutuklanmaması gerekenleri tutuklama ve tutuklanması gerekenleri serbest bırakma üzerine kurulu. Bir gazeteci tahliye olursa bir hafta içinde hemen başka bir gazeteciyi tutuyorlar. Tek yargısal dayanak AYM ve AİHM’dir. Türk hukuk sistemi bunların emsallerini görmezden geliyor. Sulh Ceza Hakimleri ceza uygularken hukuk kuralarının dışına çıkıyor” diye belirtti.
Her sanığın en adil biçimde yargılanma hakkı olduğu dile getiren Pekin, “Bugün Türkiye’de bunu gerçekleştirmiş yargı olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün sonuna gelmiş bulunmaktayız” dedi.
‘Gazete silah gibi görülüyordu’
Ardından söz alan KHK ile kapatılan Özgür Gündem gazetesi Avukatı Özcan Kılıç da, Özgür Gündem gazetesinin hikayesinin 1992 yılında başladığını belirterek, “Türkiye’de hiçbir vilayete Özgür Gündem gazetesi verilmesine izin verilmiyordu. Silah gibi görülüyordu Özgür Gündem. Gazete 11 yıl boyunca bölgeye girmedi. Fotokopilerle ve farklı şekillerde haberler insanlara ulaştırıldı. Dolaysıyla OHAL denince benim aklıma o dönem gelir. 1992 yılında gazete yayınlanmaya başladı. Ardından gazetenin Diyarbakır muhabiri 9 gün sonra öldürüldü. Batman’da, Şanlıurfa’da da muhabirleri öldürüldü. Gazete sürekli kapatıldı. Her defasında isim değiştirmek zorunda kaldık. Bir gün içinde çıkan gazeteyi ertesi gün kapattılar. Böyle bir süreç yaşandı. Haberlerin içeriğine bakılmadan kararlar verildi. Dolayısıyla 1992’den beri yürütülen politika bunlar” dedi.
‘OHAL’de gazetecilik kimliği yok sayıldı’
Gazetenin yayın çizgisiyle ilgili çok tartışmalar yaşandığını ve bazı çevrelerin gazetenin radikal haber yaptığını söylediğine dikkat çeken Özcan, “9 Mart 2000’de AİHM’in gazeteye ilişkin bir kararı oldu. Verilen karar ihlal kararıydı. ‘Bu haberleri bu şekilde vermek basın özgürlüğüne tekabül eder. Bu sebeple bu haberleri suç kabul etmek mümkün değildir’ dendi” diye konuştu.
OHAL döneminde gazete muhabirlerinin çok zor koşullarda gazetecilik yaptığının altını çizen Özcan, “Gazete muhabirlerinin haber yapmasına izin verilmiyordu. Kimlikleri yok sayılıyordu. Basın özgürlüğünün en esnek olduğu zamanlarda bile savcılar ‘Bu rahatlığa kapılmayın. Biz dosyaları elimizde tutuyoruz. Süreç kötüleşince bunların hepsini kullanacağız’ diyordu. Sonrasında da feci halde yok edilmeye çalışıldık” diye aktardı. Özcan son olarak, “Devlet eliyle yapılan işler bugün kendine sivil cenahtan da yandaş buluyor. Bence Türkiye’de artık sadece medya değil düşünce aydınlarının da hangi çizgide olduklarını net belirtmeleri gerekiyor. Yoksa her şey yasak olacak. Sosyal medyada artık bir fotoğraf bile suç unsuru sayılabiliyor” diye ifade etti.
‘Muhalif basın üzerinde ciddi baskılar var’
Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu adına söz alan Safiye Alagaş ise, Türkiye’nin basın özgürlüğünde 155’inci sırada yer aldığını ifade etti. Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda hep gerilerde olduğunu söyleyen Alagaş, basın özgürlüğünü salt OHAL süreci adı altında değerlendirmemek gerektiğini belirtti. OHAL süreciyle beraber basın üzerindeki baskıların üst seviyelere çıktığını aktaran Alagaş, “Özellikle Diyarbakır, Batman, Şırnak gibi yerlerde çalıştığınızda gazeteci olarak çok zorlanıyorsunuz. Nusaybin’e girdiğinizde polis kontrol noktasında makinenizi saklamak zorunda kalıyorsunuz. Hemen her sokak başında kontrol noktası var. Haber yaparken buralardan geçerken çok kaygılı oluyoruz. Çünkü gazeteci olduğumuz anlaşılınca ciddi baskılarla karşılaşıyoruz. En çok karşılaştığımız sorun sarı basın kartı sorunuydu. Polisler bize hep sarı basın kartını sordu. OHAL koşullarında 158 basın kuruluşu kapatıldı. Muhalif olan gazetecilerin sarı basın kartı iptal edildi. Hükümetin belirlediği kişiler dışındakilere sarı basın kartı verilmiyordu” dedi.
Muhalif basında çalıştığı için radikallikle itham edildiğini söyleyen Alagaş, “Biz gazeteciyiz. Olanı olduğu gibi yansıtmak zorundayız. Türkiye’deki insanlar hükümetin belirlediği haberleri görüyor. Biz muhalif kimliğimizle gazetecilik yapıyoruz kimsenin göremediğini görmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.
Kaynak: MA.