Eren Keskin
Yaşadığımız coğrafya bir mezarsız ölüler coğrafyası.
Bu coğrafyada o kadar çok aile var ki, yakınlarına ulaşamayan, yakınlarının cenazelerine ulaşamayan o kadar çok aile var ki… Ve cezasız kalmış birçok suç var.
İşte çocuklarının akıbetini arayan, gözaltında yakınları kaybedilen insanların başlattığı hareket Cumartesi Anneleri…
Cumartesi Anneleri bu coğrafyada yaşanan en meşru sivil itaatsizlik eylemi. Hatta bütün dünyada kabul edilmiş olan bir eylem… Cumartesi İnsanları olarak anılan bu insanlar barışçıl bir biçimde gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetlerini soruyorlar ve suçluların ortaya çıkarılmasını ve yakınlarının en azından mezarlarına sahip olmak istiyorlar.
Kayıp yakınlarının içinde çok yakından tanıdığım hatta gözaltında kaybedilen müvekkillerim de var. Onların acılarını çok yakından yaşamış, acılarına tanıklık etmiş insanlarız. Ve bu insanlar 1995 yılından bu yana Galatasaray Meydanı’nda sadece soruyorlar; “Bizim çocuklarımıza, bizim yakınlarımıza, bizim eşlerimize ne oldu, akıbetini açıklayın” diye…
Yıllarca Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’nda oturdular. Ve talep etmeye devam ettiler. Cumartesi İnsanları’nın söyledikleri son derece anlamlı bir sözcük var, Galatasaray’ın onlar için önemini gösteren… Diyorlar ki: “Biz sanki çocuklarımızı burada görüyoruz, burada yaşıyoruz, burada umudumuzu tazeliyoruz.” İşte o umudu onların elinden aldı Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler.
Çok uzun bir süredir, özellikle 2015 tarihindeki darbe girişimi gerekçe gösterilerek çok uzun bir zamandır coğrafyamızdaki bütün hak talepli etkinlikler yasaklanıyor. Cumartesi Anneleri eylemi de bu yasaklanan eylemlerden biri.
Bu kez 900’üncü haftada, Cumartesi Anneleri bir kez daha Galatasaray’a çıkmak ve bir karanfil bırakmak istediler Galatasaray Meydanı’na… Tek talepleri buydu. Bir kez daha Galatasaray Meydanı’nda, o yıllarca oturdukları ve sessiz taleplerini dile getirdikleri meydana karanfil bırakacaklardı.
Evet, sadece bir karanfil, karanfil bırakılmasına dahi izin vermediler. Önümüz kesildi polisler tarafından… Tüm barışçıl taleplerimizi tekrarlamamıza rağmen, hiçbir talebi kabul etmediler ve hepimizi gözaltına aldılar. Kelepçeler taktılar ve havasız bir otobüste önce hastaneye götürüldük ellerimiz kelepçeli bir biçimde; hastanede insanların bakışları altında. Acil serviste raporlar alındıktan sonra emniyette götürüldük ve emniyetten sonra da serbest bırakıldık.
O otobüsün içinde konuşulanları duysalar eğer polisler, bazıları duymuştur muhtemelen, utanırlar belki diye umut etmek istiyorum. Orada insanlar çocuklarını nasıl kaybettiklerini anlattılar. Devlete nasıl yıllarca öğretmen olarak ya da memur olarak hizmet ettiklerini, karşılığının bu mu olacağını anlattılar birbirlerine…
Hatta kayıp yakınlarından biri bir kadın polise sordu; “Çocuğunu kaybetsen, çocuğunu bir daha göremezsen ne yaparsın?” diye… Kadın polis, önüne bakarak, “çok zor tabi biliyorum, çok zor” diye cevap verdi.
Gerçekten utanç vericiydi. Bu kadar barışçıl bir talep, sadece bir karanfil talebi böylesine karşılanıyorsa bu coğrafyada. Gerçekten artık demokratik talepler adına önümüz tamamen kapatılmış demektir.
Ve o gün son derece önemli bir belirleme vardı polis tarafından yapılan. Biz şunu söyledik. Dedik ki: “Birkaç gün önce İslamcı bir örgütün yaptığı eyleme sessiz kaldınız ve onlara izin verdiniz”; ardından hatırlattık, dedik ki, “Anayasa Mahkemesi’nin barışçıl gösterilerle ilgili yasaklanamayacağına, engellenemeyeceğine dair bir kararı var.” Ve polis müdürünün bize verdiği cevap şuydu; “İl Emniyet Müdürü’nün yasak kararı var.”
İşte esas sorun bu! Hukuk devleti olamıyorsa bir devlet, hukukun üstünde her zaman bir uygulama vardır. Bir Emniyet Müdürü’nün yasa dışı uygulaması, Anayasa Mahkemesi’nin kararının üzerindeyse, orada artık bir hukuk devletinden söz edilemez.
Bizler Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olmadığını çok iyi biliyoruz. Bu tür eylemlerde, gözaltılarda, ev baskınlarında, köy baskınlarında, cezaevlerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne kendi iç hukukunu uyguluyor, ne de altına imza attığı uluslararası sözleşmelere…
Durum vahim! Ama şöyle bir gerçeklikte var ki, bu biat etmeyen muhalefet, yani %15 olarak tanımlayabileceğimiz resmi ideoloji dışı muhalefet yapan, gerçek muhalefet yapan, biat etmeyen bir kitle var ve bu kitle sonuna kadar mücadeleye devam edecek.