Bazıları şaşkın: Ne oluyor, devlet aklını mı yitirdi, bu da yapılacak iş mi?
Böyle konuşanları sizler de medyadan izliyorsunuz.
Gerçekten ne oluyor?
Olması gereken oluyor. Devletin aklı karışmış değil. Değil, çünkü devlet “psikolojisi” bozulan, sınırları boşalan, ne yapacağını şaşıran bir “insan” değil. Makina. Tekerine “halkın çomağı” sokulmadıkça, dişlilerinin arasına, sanayi devriminin başında “tahta takunyalı” yani “sabolu” işçiler takunyalarını atıp, makinayı harap etmedikçe, o makina “tıkır tıkır” çalışır. Tıpkı meteoroloji müdürlüğü gibi, fırtınanın geleceğini önceden kestirir. Ve başlar önlem almaya.
“Cemaat fırtınasını” önceden kestirmişti. Amerikan destekli darbe bulutlarının yaklaştığını görmüştü. 15 Temmuz’da “darbeyi önleyici darbe” ile darbeyi savuşturdu. Kendi darbesini yaptı.
Şimdi ülkenin hem doğusunda, hem de batısında fırtına bulutları kendini gösteriyor. Makina işliyor. Önlem planları yapıyor ve gecikmeden bunları uygulamaya koyuyor. Kürt halk iradesine karşı yapılan “darbe”, devlet krizinin hızla sosyal bir krize dönüşmesini önlemek için yapılmış “radikal demokrasi tehlikesini” önleme amaçlı bir darbe.
Devlet krizi derinleşti. Türkiye “üçüncü dünya savaşında” yenildi. Her yenilen gibi teslim anlaşmasını imzalamak zorunda. Tek şansı, onu teslim alacak olan devletlerin aynı zamanda birbiriyle çatışma içinde olması. O nedenle Türkiye Rusya ve Amerika’ya “devrimci bir kriz sizin de çıkarınıza zarar verir, hanginiz bana bu devrimci krizi önlemek, bu krizde öncü güç olacak olan Kürt özgürlük hareketini darbelemek için izin verirse, teslim anlaşmasını onunla yaparım” demekte.
Kürdistan’daki darbe, PKK Önderi Öcalan’ın “barışa hazırım” sözlerine verilmiş, son derecede kaba bir yanıttır. Devletin ve AKP/MHP diktatörlüğünün “barışa hazır falan değiliz, savaştan başka yol tanımayız” demesidir.
Görülüyor ki, kayyım darbesi, geçmişten farklı olarak, Batı’yı da tehdit ediyor. Avrupa medyası bile bu saldırının, eğer şimdi püskürtülemezse batıya doğru hızla kayacağını, İstanbul, Ankara belediyelerini de kapsayacağını haber vermekte.
“Seçilmiş” belediyelere karşı yapılan bu darbe, “seçimli diktatörlük”ten, “seçimsiz diktatörlüğe” yöneliş sürecini açıkça gösteriyor. Kürdistan “deniz aşırı bir sömürge” değil. Hindistan’da sömürgeci diktatörlükle, İngiltere’de Çartisyen demokrasiyi birbiriyle bağdaştırmak mümkünken, bu iş Türkiye’de olmaz. Kürdistan’da “seçilmiş yönetime” karşı yapılan darbe, özellikle bu krizli ortamda orasıyla sınırlı kalmaz. Kürdistan’da “seçimsiz faşizm”, az sonra batıdaki “seçimli faşizmin” de “seçimsiz faşizme” dönüşmesine yol açar.
Türk halkının içideki sağ duyulu çevreler bu gerçeği giderek görüyor. O nedenle geçen dönemdeki “kayyım” zorbalığına ses çıkarmayan en geniş çevrelerden ilk defa protesto sesleri yükseliyor. Darbe gerçekleşmiştir, ama, şu anda tecrit olan AKP, MHP iktidarıdır, HDP’nin etrafında geniş bir dayanışma halkası oluşuyor. Eğer bu dayanışma eğilimi, radikal demokrasi hedefiyle tek bir ittifak gücüne dönüştürülürse, “darbe mekaniği”nin tekerine çomak sokmak, o çarklarının arasını “sabolamak” mümkün olacaktır.
Nasıl mümkün olacaktır?
“Demokratik ittifak olsun” diye sayıklamakla olmayacaktır. Öncünün yani başta HDP olmak üzere solun öne atılmasıyla olacaktır. Darbeye karşı Amed’de tek başına haykıran anne bu mücadelenin nasıl yapılacağını hepimize göstermiştir. Darbe bu anneyi susturmak için yapılmıştır.
Anne susmayınca ne olmuştur.
Darbe ilk darbeyi yemiştir. Darbe, darbeye karşı ilk haykırışla sersemler, haykırış kitleselleştikçe adım adım gerilemeye başlar, en sonunda yere seliri. Kazdağları ile Hasankeyf direnişleri arasındaki bağ, şimdi darbeyle gasp edilen Amed, Van ve Mardin belediyelerini özgürlüşterme mücadelesiyle, tehdit altındaki stanbul, Ankara, Mersin, Antalya belediyelerini darbeye karşı savunma mücadelesi arasında kurulduğu gün “seçimli faşizmden” “seçimsiz faşizme” geçiş saldırısı önlenebilir.
Bunun anlamı da şudur: Faşizm artık seçimle egemenliğini devam ettiremez. “Seçimsiz faşizme” dur dediğimiz anda faşizm ömrünü tamamlayacaktır.
(Bazıları ‘sabotaj’ deyince korkuya kapılıyor; korkulacak bir şey yok; “sabo” tahta takunya gibi bir şeydir, kızdığın birinin kafasına “saboyu” fırlattığın da bu “takunyalamak” yani “sabotaj” anlamındadır. Yani kimse yanlış anlaması.)