Her cumartesi dev bir kuş uçar Galatasaray Meydanı‘nın üzerinde. 700 haftadır uçar. Dev gibidir de, ben göremem o kuşu, siz göremezsiniz, anneler görür sadece. Geniş kanatlarının gölgesi, annelerin kucaklarında, nasırlı, ihtiyar parmaklarının arasında duran resimlerin üzerine düşer. Hasan Gülünay‘ın yakışıklı, geniş alnında, Cemil Kırbayır‘ın masum bakışlı gözlerinde, Hayrettin Eren‘in kalın çerçeveli gözlüklerinin ardındaki güzel yüzünde, Talat Türkoğlu‘nun ince gülüşünde gezinir. Kışsa soğuğu keser, yazsa serinlik verir, baharsa taze açmış çiçeklerin kokusunu, güzse kurumuş yaprakların soluğunu getirir. Türü yoktur o nadir kuşun, annelere sorsan ismini, belki “meçhul kuşu” derler, belki “kayıp kuşu”…
Nerden gelip nereye gider, bilinmez. İyi ki bilinmez, zira bilinse, nadir kuşların avcısı şanlı devletimiz kırar kanatlarını, onu da yaşatmaz. Devletimiz için kimin hayata hakkı olup olmadığı bellidir. Kimin vatandaş, kimin vatan haini olduğu…
Kimin hüviyet cüzdanının makbul ve muteber sayılıp kimin sayılmadığı… Resmi mercilerin canı istediğinde hukuku ve kolluğu bütün kurum ve aygıtlarıyla bir çırpıda seferber ederken, işine gelmediğinde yıllarca kör sağır dilsiz kesildiğini biliriz çoğumuz. İtaat etmenin “huzur”, itiraz etmenin tehlike anlamına geldiğini… Bir an, sadece bir an düşünün! Evladınız, kardeşiniz, babanız, tek bir beden, tek bir can, koca bir devletin yüz binlerce askeri, polisi, tankı, topu, tüfeği karşısında cürmü tek bir insandan ibaret olan sevdiğiniz, günün birinde kayboluyor. En son emniyetin kuytu bir köşesinde görülmüş, resmi bir aracın içinde, iki kolundan iki kişi tutmuş götürülürken…
Sonra yok! Ve yokluğunun hesabını sorabileceğiniz tek bir yer var: O emniyetin, o aracın, o kolların sahibi. “Nerede?” dediğinizde, dahası, bir meydanda o soruyu hep bir ağızdan sorduğunuzda kaşlarını çatıp azarlayan… Kaybınızı araştıracak bir tane yetkili, kurum, kuruluş bulamazken, her cumartesi copuyla, gazıyla, tomasıyla tam teçhizat hazır ve nazır bekleyen! Hangi çocuk annesi için nadir bir kuş değildir ki? Canından can, ruhunun parçası, manası, adresi… Yüzlerce, binlerce kayıp adres…
Sessizliğin çıldırtıcı gürültüsü, dört tarafta kalın duvarlar, zalimin pişkin, rezil yüzü… “Cennet annelerin ayakları altındadır,” deyip de annelere bir avuç kemiği, bir gıdım toprağı, bir mezarın başında okunacak tek bir duayı çok görenler! Her cumartesi siyah, heybetli bir kuş uçar Galatasaray Meydanı‘nın üzerinde. 700 haftadır uçar. Sen, ben, duyamayız ötüşünü, anneler duyar sadece. Nadir kuşların selamını getirir. Kekik kokulu ıssız dağların başından Fehmi Tosun‘un, yaban ormanların ürperten serinliğinden Ebubekir Deniz ve Serdar Tanış‘ın, karlı Şubat sabahlarının sakinliğinden Sabahattin Ali‘nin selamını… Anneler hariç kimse bilmez o kuşun ismini. Varıp sorsan “sabır kuşu” derler belki.