Son 10 yıldır Ortadoğu’da uluslararası ve bölgesel güçlerin kapışmasına tanıklık ediyoruz. 2011 yılında Suriye iç savaşı da böyle başladı, bugün böyle devam ediyor. Olası bir İran müdahalesinin de yine uluslararası kapışma boyutu var. Doğu Akdeniz’de AKP’nin körüklediği gerginliğin de, Güney Kürdistan’a yönelik operasyonların da, bugün S-400’lerin alınmasının da… Dünya’da herhangi bir gelişmeyi tekil ve salt kendi bağlamı içinde ele alamayız.
Yerelden evrensele, evrenselden yerele sirayet eden bir güç konumlanması söz konusu. Dolayısıyla S-400’lerin alınması sadece silahlanma, sadece ticari bir alım-satım ilişkisi olarak değerlendirilemez. Zaten işin sahiplerinin bile meseleye böyle yaklaşmadığı görülüyor. Dünyada herkes olan bitenin farkında. O yüzden de iktidar halkı aldatmak, belki de kendini kandırmak için manipülasyondan kaçınmıyor.
İktidar sahiplerine bakarsanız, Türkiye tarihinin en büyük uluslararası başarısına imza atılmış. Amerika’nın boyunduruğu sona ermiş, bağımsız bir devlet olarak kendi kararlarını alabilmenin somut adımı atılmış. Türkiye S-400 füzeleri alarak lig atlamış ve küresel bir güç haline gelmiş. Mış-miş’lerin sonu yok.
Peki işin gerçeği ne? Elbette atılan adım yaratacağı sonuçlar itibariyle önemli. Kuşkusuz Türkiye bu işin sonuçlarından etkilenecek. Ama iddia edildiği gibi Türkiye açısından bir başarı söz konusu değil. Eğer S-400 meselesinde bir başarı aranıyorsa bu başarı Rusya’nın diplomatik başarısıdır. Bu başarı bir yerde Esad’ın Türkiye’ye karşı kazandığı başarıdır. Bu başarı başından beri Türkiye’yi bu noktaya çekmeye çalışan Ergenekoncu Perinçek ekibinin başarısıdır. Bu işe en çok sevinenlerin başında Perinçek ekibinin gelmesi boşuna değildir. Zaten tam da bütün bunlar yaşanırken, Susurluk artıklarının ve derin devlet unsurlarının yeniden Manisa’da arzı endam etmesi boşuna değil.
Ortada Türkiye adına bir başarı yok çünkü Türkiye bu işin maliyetini ve külfetini üstlenmiş durumda. Ortada Türkiye adına bir başarı yok çünkü silahlanarak dünya barışına katkı sunmak ya da refah seviyesini yükseltmek mümkün değil, bunun dünyada örneği yok. Kaldı ki, S-400 edinme Türkiye’nin Rusya karşısında mevzi kaybetmesinin sonucudur.
Bandı biraz geriye sarıp hatırlayalım. 2011 yılında Suriye iç savaşının fitili ateşlendiğinde bugünkü iktidar sahipleri Şam’daki Emevi Camiinde namaz kılma hayali kuruyorlardı. Halep Türkiye’nin 82’inci kentiymiş gibi davranılıyordu. Bu şımarma haliyle sınırda Rus uçağı düşürüldü. Rusya, askeri misilleme hakkını saklı tutarak Türkiye’ye yönelik ölümcül bir ambargo uyguladı. Türkiye bir yıl sonra özür diledi. Yetmedi, Rusya ile maliyetleri çok yüksek ticari anlaşmaların altına bir bir imza attı. Ticari anlaşma diyoruz ama hep satan Rusya, alan Türkiye oldu. Yani Türkiye, Rus teknoloji ve silah pazarı için bulunmaz bir müşteri haline getirildi. Bunlar işin ekonomik boyutları. Bir de bu işin siyasal boyutları var.
Türkiye, destek verdiği gruplarla birlikte o tarihten beri Suriye sahasından adım adım tasfiye edildi. Halep başta olmak üzere pek çok yerleşim yerindeki Türkiye destekli gruplar yok oldu. Arda kalanlar en son İdlib’te El-Nusra çatısı altında toplandı ama şimdi onlar da Türkiye eliyle tasfiye ediliyor. Türkiye’nin bulunduğu diğer bölgeler için de Rusya ve Esad’ın acelesi yok. Esad ve Rusya, Suriye’de Türkiye’ye karşı zafer ilan ettiği gibi Rusya her hamlesi ile Türkiye’nin yörüngesini kaydırdı.
NATO ile Türkiye’yi karşı karşıya getirdi. ABD ile ilişkilerini bozdu. Türkiye’yi hem siyasi hem de ekonomik olarak kendisine mahkum ve mecbur etti.
Dolayısıyla S-400 anlaşması Erdoğan ve AKP açısından tek taraflı oynadıkları Rus ruletidir. Şam’da namaz kılma hayali kuran iktidara Şam ve müttefiklerinin Ankara’ya askeri teknolojilerini yerleştirerek verdikleri mesajdır. Ama işin en eğlenceli (ve tabii ki trajik) tarafı, düne kadar “komünistler Moskova’ya” diyen iktidar yanlılarının, “mağluptur bu yolda galip” hallerini gizlemek için, Moskova’ya övgüler dizmeleridir. Kendi insanı ile savaşarak iki emperyalist kamp arasında pinpon topu olmanın başka türlü bir sonucu olamazdı zaten.